En büyük zulüm siyaset eliyle yapılır ve hele siyaset zulmün aracı olarak hukuku da kullanıyorsa bu eşedd-ü zulüm ile bir istibdat (baskıcı-terör) devrini ortaya çıkarır.
En büyük zulüm siyaset eliyle yapılır ve hele siyaset zulmün aracı olarak hukuku da kullanıyorsa bu eşedd-ü zulüm ile bir istibdat (baskıcı-terör) devrini ortaya çıkarır. Devrimiz siyasetin hukuk ile beraber zulümde zirveleşerek “zalûm” bir hayatı ortaya koymuştur.
Farabi ülkede güvenlik, maddi varlık, itibar, mevki gibi imkan ve fırsatların bireyler arasında ehliyet ölçülerine göre paylaştırılmasına adalet der. Siyaset ve hukuk eliyle bunun aksini yapmaya zulüm der.
Bir kimseye ait hakkın, rızası hilafına veya eşit değerlerde karşılığı verilmeden elinden alınması, yine birinin kendisine veya başkalarına ait bir hakkı toplumun aleyhinde kullanması zulümdür ve bunun devlet eliyle yapılması siyaset ve hukukta zulmü ortaya koyar.
Farabi düşüncelerini öyle bir noktaya getirir ki, “adaletli dinsiz devlet mi veya zalim Müslüman devlet mi daha iyidir?” hususunun münakaşasını ve izahını yapar.
Farabi’nin bu düşünceleri Nasîrüddîn-i Tûsî, Celâleddin ed-Devvânî, Kınalızâde Ali Efendi gibi felsefi mahiyette ahlak kitabı yazan sonraki alimlerce de benzer ifadelerle tekrarlanmıştır.
Ortaya çıkan sonuç şudur ki, “zalim bir Müslümanın emri altında yaşamaktansa adil bir gayrimüslimin tasarrufu altında yaşamak daha iyidir.” Habeşistana yapılan hicret bunun en büyük delilidir.
Adalet ve zulüm hususunu ağırlıklı bir biçimde sosyolojik ve siyasal boyutuyla inceleyen klasik dönem alimlerinin başında Edebü’d-dünya ve’d-dîn risalesinin müellifi imam Mâverdi gelir. Mâverdi toplumun yapısı bakımından en çok değer verdiği ülkenin kamu düzeni, devlet idaresi bakımından ise yönetiminde adalet olduğu hatta netice de adaletsizliği kamu düzenini bozan en büyük tehlike saydığı söylenebilir.
Çünkü ona göre gerek dış dünyada gerekse insanların vicdanlarında adaletsizliğin meydana getireceği tahribatın yıkıcılığı başka hiçbir olumsuzlukla kıyaslanmayacak kadar büyüktür. Nerede bir kötülük varsa onun ortaya çıkmasında adaletten sapmanın mutlaka payı bulunur. Ortaya çıkan her kötülüğün sebebi orada adalet ve hukukun olmamasıdır. (Shf: 138-144)
Özellikle yöneticilerin halka zulmetmesi ülkenin varlığını tehlikeye sokacak bir kötülüktür. Günümüz Türkiye’si böyle bir tehlike ile iç içedir.
Sosyal huzursuzlukları zulüm ve baskıyla önlemeye kalkışmanın aldatıcı bir çözüm olduğunu söyleyen Mâverdi’ye göre halkına zulmeden devlet onun güvenini, dolayısıyla kendi meşruiyet zeminini kaybedeceğinden artık bir baskı yönetimi ve güç haline gelir.
Büyük düşünür Mâverdi bugünkü Türkiye’nin halini çok açık ve net tasvir etmektedir. Zulmün kaynağı olan yöneticiler meşruiyet hakkını kaybetmişlerdir.
Pek çok düşünür ve din âlimi (Gazzâli,et-Tibrü’l-mesbûk, Takıyyüddin İbn Teymiyye) “devlet dinsiz bile yaşabilir fakat zulümle ayakta kalamaz” şeklindeki meşhur fikri diğer alimler gibi, Mâverdi’yi de tekrar etmiştir.
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Türkiye’deki yöneticiler zulmün kaynağıdır, meşruiyetlerini kaybetmişlerdir. Müslüman görünseler bile, onların zulmü altında yaşamaktansa, gayrimüslimlerin adaletlerine sığınmak hem dini hem de vicdani bir sonuçtur. Ondandır ki Anadolu tarihinin hiçbir döneminde görünmediği kadar insanlar dış ülkelere hicret etmektedirler. Bu insanlar ülkenin en yetişmiş ve en kabiliyetli kimseleridir.
Bu ayıp ve bu kirli görüntü acaba yöneticileri utandırmıyor mu? Gurur ve kibirlerinin altında kalarak bir nefis muhasebesine sevketmiyor mu ?
Şeref Gönül