Analiz / Doç. Dr. Osman TEK
Bu makale Michel Foucault’nun “bilgiyi ve aktiviteyi yaratan söylem” kavramı çerçevesinde, 15 Temmuz 2016 sonrasında AK Parti’nin Hizmet Hareketi hakkında geliştirdiği söylemi analiz etmektedir. Söylemin yalnızca bir anlatım biçimi değil, aynı zamanda bilgi üretimi ve toplumsal davranışların inşasında belirleyici bir güç ilişkisi olduğu kabulüyle; AK Parti’nin, darbe sonrasında “FETÖ” söylemini nasıl şekillendirdiği ve bu söylemle nasıl bir toplumsal norm, hakikat rejimi ve eylem çerçevesi inşa ettiği ele alınmaktadır. Çalışma, söylemin epistemolojik (bilgi üretici) ve normatif (davranış belirleyici) işlevini merkeze alarak siyasi iktidarın meşruiyet ve kontrol stratejilerini tartışmaktadır.
Söylemin gücü ve inşacı epistemoloji
“Söylem”, post-yapısalcı kuramın temel taşlarından biri olarak yalnızca dilsel bir anlatı değil; bilgi üretim biçimlerinin, sosyal rollerin ve eylemlerin çerçevesini belirleyen bir güç alanıdır. Michel Foucault’nun çalışmalarında söylem, bilginin nötr ya da evrensel değil, belli iktidar ilişkileri içinde inşa edilen ve dağıtılan bir yapılar bütünüdür. Bu bağlamda “delilik”, “suç”, “ahlâk” ya da “terör” gibi kategoriler doğal ve sabit değil; belli dönemlerde egemen söylemler tarafından şekillendirilmiş anlamlardır. Söylem, yalnızca bir şeyi nasıl düşündüğümüzü değil, aynı zamanda nasıl davrandığımızı da belirler.
15 Temmuz 2016 sonrası Türkiye’nin yakın tarihindeki en büyük kırılma noktalarından biri olmuş ve bu olay sonrasında AK Parti, Hizmet Hareketi’ni “FETÖ” söylemiyle yeniden çerçevelemiştir.
1. Söylem olarak “FETÖ”: Kavramın inşası
15 Temmuz öncesi dönemde, AK Parti ile Hizmet Hareketi arasında farklı derecelerde işbirliği ve çatışmalar yaşanmış; ancak bu ilişki daima pragmatik bir çerçevede kalmıştır. Ne var ki, 15 Temmuz’un ardından Hizmet Hareketi artık “cemaat” ya da “dini hareket” değil, örgüt, terör, hatta paralel devlet yapılanması olarak tanımlanmış ve “FETÖ” adlandırması, yeni bir söylemsel rejimin kurucu kavramı hâline gelmiştir.
Bu adlandırma süreci, klasik Foucaultcu anlamda bir söylem üretimidir:
• “Cemaat” ifadesi yerini “örgüt”, “şebeke” ve “hücre yapılanması” gibi kriminal kavramlara bırakmış;
• “Hocaefendi” yerini “terörist başı”, “hain”, “dış mihrakların piyonu” gibi yüklemlemelere bırakmıştır.
Bu dönüşüm, yalnızca dilsel bir farklılık değil; bilginin yeniden inşasıdır. Artık hareketin iç yapısı, geçmiş faaliyetleri ve amaçları bu yeni söylem rejimi altında yeniden okunmakta ve değerlendirilmekteydi.
2. Bilgiyi yaratan söylem: Hakikatin değişen anatomisi
Foucault’ya göre bilgi, nesnellikten değil iktidar ilişkilerinden türer. Bu çerçevede, 15 Temmuz sonrası üretilen “FETÖ bilgisi” de nötr bir keşif değil, belirli siyasi-ideolojik ihtiyaçlara cevap veren bir söylemsel inşadır.
Bu dönemde:
• Eğitim faaliyetleri, “beyin yıkama merkezleri” olarak tanımlandı.
• Yurtdışındaki okullar, “istihbarat ağı” olarak kodlandı.
• Medyatik yayınlar, “örgüt propagandası” olarak yeniden konumlandırıldı.
• Bağışlar, “finansal destek”, “teröre yardım” suçlamasıyla özdeşleştirildi.
Burada dikkat çeken husus, geçmişte makbul, hatta millî sayılan birçok davranışın söylemin dönüşmesiyle birlikte kriminalleştirilmiş olmasıdır. Bu, “bilgiyi yaratan söylem” teorisinin doğrudan bir yansımasıdır: Ne bilgiye sahip olunabileceği, hangi olgunun “doğru” ya da “suç” olarak tanımlanacağı, hâkim söylemin kontrolündedir
3. Aktiviteyi yaratan söylem: Davranışın kodlanması
Söylem yalnızca bilgiyi değil, eylemi de belirler. AK Parti’nin “FETÖ” söylemi, yalnızca bir grubun suçlu ilan edilmesiyle kalmamış; vatandaşların davranış biçimlerini, ilişkilerini, korkularını ve aidiyetlerini de yeniden kodlamıştır.
Bu dönemde:
• İhbar etmek “vatan görevi” hâline gelmiştir.
• Mesafe koymak bir ahlâkî duruş sayılmıştır.
• Sosyal medya paylaşımı, geçmiş bağlantılar veya bir bankadaki hesap bile “teröre destek” faaliyeti olarak değerlendirilmiştir.
Bireyler artık yalnızca hukuki değil, söylemsel normlara göre de eylemlerini düzenlemek zorunda kalmıştır. Bir kişi, söylemsel çerçevede “FETÖ’ye mesafesiz” algılanırsa sosyal dışlanma, kamusal baskı ve hukuki yaptırımlarla karşı karşıya kalabilmiştir. Böylece söylem, bireylerin davranış alanlarını “ne yapılabilir, ne yapılamaz” şeklinde sınırlandıran bir iktidar biçimi hâline gelmiştir.
4. Söylem, kimlik ve iktidar: Foucaultcu yorum
Foucault’ya göre söylem, yalnızca bilgi üretmez; kimlikler üretir. 15 Temmuz sonrası söylem, yalnızca “terörist” kimliğini üretmekle kalmamış; aynı zamanda “mağdur”, “kahraman”, “hain”, “şehit”, “vatanperver”, “yerli-millî” gibi kimlikleri de yeniden kurgulamıştır.
Bu bağlamda:
• “Devletin bekasını savunan AK Parti” → kurucu özne;
• “Milletin iradesine saldıran FETÖ” → yıkıcı öteki;
• “15 Temmuz’da sokağa çıkan halk” → vatan kahramanı;
• “FETÖ ile geçmişte ilişkili olanlar” → şüpheli vatandaş;
• “İstikamet çizgisinde sadakat gösterenler” → makbul yurttaş hâline getirilmiştir.
Bu kimlikler, sabit ontolojik gerçeklikler değil; söylemin kurduğu rollerdir. Söylem böylece hem bireyleri tanımlar, hem de onlardan beklenen davranışları meşrulaştırır.
5. Medya ve eğitimde söylemin yayılımı
AK Parti’nin FETÖ söylemi, sadece siyasi demeçlerle değil; medya, eğitim ve yargı aracılığıyla da yaygınlaştırılmıştır. Dizi ve filmler, belgeseller, müfredat değişiklikleri, kamu spotları gibi çok katmanlı araçlar kullanılarak bu söylem toplumsal belleğe kazınmıştır. Bu noktada söylemin “kurumsallaşmış bir hakikat rejimi” hâline geldiği söylenebilir.
İnşa Edilmiş Gerçeklikler ve Söylem Üzerinden Siyaset
“Bilgiyi ve aktiviteyi yaratan söylem” teorisi, 15 Temmuz sonrası Türkiye’sinde yaşanan dönüşümleri anlamak için güçlü bir anahtar sunmaktadır. Bu süreçte AK Parti, Hizmet Hareketi’ni yeniden tanımlayarak yalnızca bir güvenlik politikası uygulamamış; bilgi rejimini, davranış normlarını, kimlikleri ve toplumsal hafızayı söylem aracılığıyla yeniden kurmuştur.
Foucault’nun belirttiği gibi, iktidar yalnızca cezalandırarak değil, anlamlandırarak, konuşturup susturarak işler. Bu bağlamda, “FETÖ” söylemi, Türkiye’de bilgi ile gücün nasıl iç içe geçtiğini; neyin suç, neyin makbul, neyin hain, neyin kahraman olduğunun nasıl belirlendiğini gösteren çarpıcı bir örnektir.
DİPNOTLAR
1- Foucault, Michel. The Archaeology of Knowledge. Vintage Books, 1982.
2- Foucault, Michel. Discipline and Punish: The Birth of the Prison. Penguin Books, 1977.
3- Hall, Stuart. “The Work of Representation.” Representation: Cultural Representations and Signifying Practices. Sage Publications, 1997.
4-: Fairclough, Norman. Language and Power. Longman, 1989.
Tekelioğlu, Orhan. “Türkiye’de Siyasal Söylem ve Medya.” Toplum ve Bilim, 2002.