Aktifhaber
  • GÜNDEM
  • ANALİZ
  • SİYASET
  • EKONOMİ
  • DÜNYA
  • ÖZEL HABER
  • 15 TEMMUZ
  • SPOR
  • İŞKENCE
  • MEDYA
  • MAGAZİN
  • DİĞER
    • EĞİTİM
    • KÜLTÜR & SANAT
    • SAĞLIK
    • TEKNOLOJİ
    • YAŞAM
No Result
View All Result
  • GÜNDEM
  • ANALİZ
  • SİYASET
  • EKONOMİ
  • DÜNYA
  • ÖZEL HABER
  • 15 TEMMUZ
  • SPOR
  • İŞKENCE
  • MEDYA
  • MAGAZİN
  • DİĞER
    • EĞİTİM
    • KÜLTÜR & SANAT
    • SAĞLIK
    • TEKNOLOJİ
    • YAŞAM
No Result
View All Result
Aktifhaber
No Result
View All Result

Tutuklu yargı üyelerine işkencenin sembolü: Keskin Cezaevi

by aktifhabercom
September 14, 2020
Tutuklu yargı üyelerine işkencenin sembolü: Keskin Cezaevi
5k
VIEWS
Share on FacebookShare on Twitter

“Soruşturma savcısı olayın üstünü kapatmak için soruşturma açıyor, var olan delilleri görmezden geliyor, toplanması gerekli diğer delilleri toplamıyor ve takipsizlik kararı vererek bir Yargıtay üyesine yapılan işkencenin üstünü, şimdilik, kapatıyor”


İhraç hakim Nevin Yıldırım, “Yargıtay üyelerinin toplu tutuklanmalarındaki hukuksuzluk eşiğini çoktan geçtik, yüksek yargı mensuplarına cezaevinde yapılan işkenceyi konuşuyoruz artık!” tespitini, tutuklu eski yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’a, Keskin Cezaevi’nde yapılan insanlık dışı muamele üzerine yapıyor. Yıldırım, Tr724’teki yazısında skandal olayı aktarmakla kalmıyor, cezaevi savcısı tarafından kapatılan dosyanın gelecekte doğuracağı hukuki sonuçlara da dikkat çekiyor.

Türkiye’nin sonunun nereye ulaşacağı belli olmayan inişli çıkışlı hukuk yolculuğunda, şu an bir başka iniş bölümündeyiz. 


27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 müdahalelerini takip eden dönemler bu hukuk yolculuğunun keskin iniş dönemleri oldu. Her bir dönemin kendine özgü ayrı bir karakteri olmakla birlikte, bu dönemler göstermelik yargılamalar, talimatla verilen kararlar, fişlemeler, işkenceler, kötü muameleler ile anılmaktadır. Yassıada, Ziverbey Köşkü ve Diyarbakır Askeri Cezaevi denildiğinde bir yer isminden çok, bu hukuksuzluklar akla gelmektedir.

İçinde bulunduğumuz dönem ise, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü sonrası dönem. İşkence ve kötü muameleler, fişlemeler, tutuklamalar, adam kaçırmalar, KHK’lar, kayyumlar, pasaport iptalleri bu dönemin sembol kavramları. 

15 Temmuz sonrası dönemin sembollerinden biri de, Keskin Cezaevi. 2017 yılında bitirilmesi planlanan ve 102 tek kişilik hücreye sahip olan T tipi cezaevi, 15 Temmuz sonrasında alelacele açıldı. Henüz inşaatı dahi tam bitmeyen cezaevine, görevlerinden alınan yaklaşık 100 kadar Yargıtay ve Danıştay üyesi nakledilince, bu acelenin nedeni anlaşıldı. Tüm yüksek hâkimler tek kişilik hücrelere konuldu. Yargıtay üyesi Ali Alçık, kaldığı hücrenin resmini çizerek mektupla ailesine göndermişti hatırlarsanız.

Özel amaçlarla hızla açılan bu cezaevine, bakanlık tarafından “özel”, yeni personel atandı. Tutuklulara hitap ederken bağırıp çağırmalar, “Biz sayıma geldiğimizde saygı duruşuna geçeceksiniz” sözleriyle oluşturulan psikolojik baskılar, yeterince havalandırmaya çıkarmama, yeterli miktarda sıcak suyun verilmemesi, kitap verilmemesi, soğukta kaloriferlerin yakılmaması, kalitesiz yemekler ve avukat ziyaretleri dahil ziyaretlerde zorluklar çıkarma gibi yöntemler bu cezaevi için “özel” olarak seçilen personelin bazı eylemleri.

Bu “özel” personelin tüm baskılarına rağmen hala sindiremediklerini düşündükleri yüksek yargı mensuplarına işkence ve kötü muamelede bulundukları, Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’a yapılanların kızı Nalan Dilara Uğur tarafından sosyal medya hesabından kamuoyuna duyurulmasıyla ortaya çıktı.

İddiaya göre, 17 Şubat 2020 günü Uğur, hücresinden alınarak dört infaz koruma memuru ve 1 baş memurun bulunduğu kamerasız bir odaya götürülüyor vee bir saat boyunca dövülüyor. Daha sonra da, “buradan cesedin çıkacak” diye tehdit edilerek bırakılıyor. Memurlar, haklarındaki olası soruşturmayı engellemek için, bir kurgu yapıyorlar ve kendilerinin Uğur’a değil Uğur’un kendilerine saldırdığını iddia ederek, içlerinden bir memurun vücudunda darp, cebir izi bulunduğuna dair rapor aldırıyorlar. Doktor 17 Şubat’ta, Uğur’un iddialarını rapora geçirmeksizin, darp, cebir izinin olmadığına dair rapor veriyor. 18 Şubat’ta ise yeniden yapılan muayene sonucunda düzenlenen adli raporda, darp, cebir izi tespit edildiği belirtiliyor. 

İddia çok vahim: Cezaevinde işkence yapıyorlar! 

Mağdurun bir Yargıtay üyesi olması ise vahametin boyutunu daha da artırıyor. Yargıtay üyelerinin toplu tutuklanmalarındaki hukuksuzluk eşiğini çoktan geçtik, yüksek yargı mensuplarına cezaevinde yapılan işkenceyi konuşuyoruz artık!

Uğur’un yazdığı birçok dilekçe ilgililere ulaştırılmıyor. Bu engellemelere rağmen konu cezaevi savcısına, soruşturma savcısına, Adalet Bakanlığına iletiliyor.

Cezaevi savcısı Uğur’la görüşmeyi dahi kabul etmiyor. Cezaevinde bir işkence iddiası olacak, cezaevi savcısı iddialardan haberdar olacak ve derhal harekete geçip, mağduru dinleyip, kamera kayıtları, doktor raporları ve tanık beyanlarını tespit edip, adli ve idari yönden gereğini yerine getirmesi gerekirken mağduru dinlemeye dahi tenezzül etmeyecek.

Öyleyse, cezaevi savcısı niye var? 

Soruşturma savcısı ise adeta olayı kapatmak için soruşturma açıyor. Ceza Muhakemesi Kanunu der ki, bir savcı “suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturacak delil varsa” dava açmak zorundadır. Ama savcı, takipsizlik veriyor! 

Öncelikle, tarafsız bir savcı için, eski bir Yargıtay üyesi olan mağdurun beyanı dahi başlı başına böyle bir davanın açılması için yeterli şüphe oluşturur; oluşturmak zorundadır. Ceza mahkemelerinde sadece mağdur beyanları ile sanıkların ağır cezalar aldığı binlerce dosya vardır. Değerlendirmeyi yapacak olan mahkemedir. 

Ayrıca, Uğur’un iddialarında yer verdiği tanık beyanlarına takipsizlik kararında değinilmiyor. Tanık beyanları Uğur’un iddialarını desteklediği için mi? Yoksa, tanık beyanları hiç dosyaya alınmadı mı?

Savcının doktor raporları hakkında, kendisini mahkemenin yerine koyarak, delil değerlendirmesine girmesi ise tam bir hukuk skandalı!

Olay günü olan 17 Şubat’ta düzenlenen doktor raporunda, darp cebir izine rastlanmadığı yazılıyor. Uğur’un şikayetleri ise, delillendirme için zorunlu olmasına rağmen, doktor tarafından rapora yazılmıyor. Darp cebir izleri, olayın ilk anında yeterli inceleme yapmamış olan doktor tarafından fark edilmemiş olabilir. Bir gün sonraki raporda ise, darp cebir izinin olduğu belirtiliyor. 

İkinci gün alınan doktor raporu gösteriyor ki, Uğur’un iddiaları gerçek. En azından, iddiaların gerçekliğine dair ciddi bir delil var. Mağdurun beyanını destekleyen doktor raporuna rağmen, işkence gibi ağır bir iddiada takipsizlik kararıyla dosyanın kapatılması, savcının soruşturmayı kapatmaya odaklanmış “çok özel” gayretini açıkça ortaya koyuyor. 

Kısacası, soruşturma savcısı olayın üstünü kapatmak için soruşturma açıyor, var olan delilleri görmezden geliyor, toplanması gerekli diğer delilleri toplamıyor ve takipsizlik kararı vererek bir Yargıtay üyesine bir cezaevinde yapılan işkencenin üstünü, şimdilik, kapatıyor. 

Uğur’a yönelik işkence iddialarına karşı Adalet Bakanlığı’nın tavrı ise, ülkede geçerli rejimin ne olduğunu ortaya koyacak nitelikte. Normal bir zamanda Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, böyle bir iddia üzerine hemen işlem başlatır; olayın sorumlusu olan cezaevi personelini o cezaevinden uzaklaştırırdı ya da tutuklu ve hükümlüyü başka bir cezaevine naklederdi. Kamuoyunu da bilgilendirirdi.

Özellikle sosyal medya yoluyla kamuoyu gündemine gelen “bir Yargıtay üyesine cezaevinde işkence yapıldığı” iddiasına karşı bir cümlelik dahi açıklama yapılmadı. Medya ve yargının iktidara bağlı, muhalefetin etkisiz olduğu bir ortamda kendisini hesap sorulamaz kudrette gören bir anlayış var. Temel hak ve özgürlükleri yok sayan, hukukun üstünlüğünü umursamayan, işkenceyi teşvik eden otoriter bir anlayış bu.

Olaylardan sonra ısrarla başka bir cezaevine nakledilmesini talep etmesine rağmen, Uğur’u işkencecileriyle aynı cezaevinde tutmaktaki ısrarın nedeni ne?

İşkence zamanaşımına uğramayan bir suçtur. Her şey kayıt altında. Uğur’a yönelik işkence eylemlerini gerçekleştirenler, engellemeyenler, soruşturmayanlar hep birlikte sorumludurlar. Bu kapsamda, olayı gerçekleştiren infaz koruma memurları, baş memurları, iç güvenlikten sorumlu ikinci müdür, kurum müdürü, cezaevi savcısı, soruşturma savcısı, başsavcı, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün olayla ilgili sıralı amirleri, Adalet Bakanı ve ilgili yardımcısı böyle bir soruşturmada isimleri “şüpheli” olarak yazılacak kişilerdir.

Yargıtay ve Danıştay üyelerinin tutuklanması, Keskin Cezaevinde tek kişilik hücrelerde 4 yıldan daha uzun bir süre tutulması iktidarın doğrudan doğruya yargıya, dolaylı olarak da topluma verdiği bir gözdağı mesajı olduğu gibi, Uğur’a yönelik işkence de bir gözdağı mesajıdır. 

Yargıtay’ın eski bir üyesine yönelik işkence iddialarına karşı sessiz kalması bu mesajın alındığının göstergesi olarak yorumlanabilir. 

Özetle, Keskin Cezaevi, sadece Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’un 4 yıldan beri hücrede kaldığı ve işkence gördüğü bir cezaevi değildir. Keskin Cezaevi, topyekûn bir yargının hücreye konulduğu ve işkence edildiği bir cezaevidir.

“Soruşturma savcısı olayın üstünü kapatmak için soruşturma açıyor, var olan delilleri görmezden geliyor, toplanması gerekli diğer delilleri toplamıyor ve takipsizlik kararı vererek bir Yargıtay üyesine yapılan işkencenin üstünü, şimdilik, kapatıyor”


İhraç hakim Nevin Yıldırım, “Yargıtay üyelerinin toplu tutuklanmalarındaki hukuksuzluk eşiğini çoktan geçtik, yüksek yargı mensuplarına cezaevinde yapılan işkenceyi konuşuyoruz artık!” tespitini, tutuklu eski yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’a, Keskin Cezaevi’nde yapılan insanlık dışı muamele üzerine yapıyor. Yıldırım, Tr724’teki yazısında skandal olayı aktarmakla kalmıyor, cezaevi savcısı tarafından kapatılan dosyanın gelecekte doğuracağı hukuki sonuçlara da dikkat çekiyor.

Türkiye’nin sonunun nereye ulaşacağı belli olmayan inişli çıkışlı hukuk yolculuğunda, şu an bir başka iniş bölümündeyiz. 


27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 müdahalelerini takip eden dönemler bu hukuk yolculuğunun keskin iniş dönemleri oldu. Her bir dönemin kendine özgü ayrı bir karakteri olmakla birlikte, bu dönemler göstermelik yargılamalar, talimatla verilen kararlar, fişlemeler, işkenceler, kötü muameleler ile anılmaktadır. Yassıada, Ziverbey Köşkü ve Diyarbakır Askeri Cezaevi denildiğinde bir yer isminden çok, bu hukuksuzluklar akla gelmektedir.

İçinde bulunduğumuz dönem ise, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü sonrası dönem. İşkence ve kötü muameleler, fişlemeler, tutuklamalar, adam kaçırmalar, KHK’lar, kayyumlar, pasaport iptalleri bu dönemin sembol kavramları. 

15 Temmuz sonrası dönemin sembollerinden biri de, Keskin Cezaevi. 2017 yılında bitirilmesi planlanan ve 102 tek kişilik hücreye sahip olan T tipi cezaevi, 15 Temmuz sonrasında alelacele açıldı. Henüz inşaatı dahi tam bitmeyen cezaevine, görevlerinden alınan yaklaşık 100 kadar Yargıtay ve Danıştay üyesi nakledilince, bu acelenin nedeni anlaşıldı. Tüm yüksek hâkimler tek kişilik hücrelere konuldu. Yargıtay üyesi Ali Alçık, kaldığı hücrenin resmini çizerek mektupla ailesine göndermişti hatırlarsanız.

Özel amaçlarla hızla açılan bu cezaevine, bakanlık tarafından “özel”, yeni personel atandı. Tutuklulara hitap ederken bağırıp çağırmalar, “Biz sayıma geldiğimizde saygı duruşuna geçeceksiniz” sözleriyle oluşturulan psikolojik baskılar, yeterince havalandırmaya çıkarmama, yeterli miktarda sıcak suyun verilmemesi, kitap verilmemesi, soğukta kaloriferlerin yakılmaması, kalitesiz yemekler ve avukat ziyaretleri dahil ziyaretlerde zorluklar çıkarma gibi yöntemler bu cezaevi için “özel” olarak seçilen personelin bazı eylemleri.

Bu “özel” personelin tüm baskılarına rağmen hala sindiremediklerini düşündükleri yüksek yargı mensuplarına işkence ve kötü muamelede bulundukları, Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’a yapılanların kızı Nalan Dilara Uğur tarafından sosyal medya hesabından kamuoyuna duyurulmasıyla ortaya çıktı.

İddiaya göre, 17 Şubat 2020 günü Uğur, hücresinden alınarak dört infaz koruma memuru ve 1 baş memurun bulunduğu kamerasız bir odaya götürülüyor vee bir saat boyunca dövülüyor. Daha sonra da, “buradan cesedin çıkacak” diye tehdit edilerek bırakılıyor. Memurlar, haklarındaki olası soruşturmayı engellemek için, bir kurgu yapıyorlar ve kendilerinin Uğur’a değil Uğur’un kendilerine saldırdığını iddia ederek, içlerinden bir memurun vücudunda darp, cebir izi bulunduğuna dair rapor aldırıyorlar. Doktor 17 Şubat’ta, Uğur’un iddialarını rapora geçirmeksizin, darp, cebir izinin olmadığına dair rapor veriyor. 18 Şubat’ta ise yeniden yapılan muayene sonucunda düzenlenen adli raporda, darp, cebir izi tespit edildiği belirtiliyor. 

İddia çok vahim: Cezaevinde işkence yapıyorlar! 

Mağdurun bir Yargıtay üyesi olması ise vahametin boyutunu daha da artırıyor. Yargıtay üyelerinin toplu tutuklanmalarındaki hukuksuzluk eşiğini çoktan geçtik, yüksek yargı mensuplarına cezaevinde yapılan işkenceyi konuşuyoruz artık!

Uğur’un yazdığı birçok dilekçe ilgililere ulaştırılmıyor. Bu engellemelere rağmen konu cezaevi savcısına, soruşturma savcısına, Adalet Bakanlığına iletiliyor.

Cezaevi savcısı Uğur’la görüşmeyi dahi kabul etmiyor. Cezaevinde bir işkence iddiası olacak, cezaevi savcısı iddialardan haberdar olacak ve derhal harekete geçip, mağduru dinleyip, kamera kayıtları, doktor raporları ve tanık beyanlarını tespit edip, adli ve idari yönden gereğini yerine getirmesi gerekirken mağduru dinlemeye dahi tenezzül etmeyecek.

Öyleyse, cezaevi savcısı niye var? 

Soruşturma savcısı ise adeta olayı kapatmak için soruşturma açıyor. Ceza Muhakemesi Kanunu der ki, bir savcı “suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturacak delil varsa” dava açmak zorundadır. Ama savcı, takipsizlik veriyor! 

Öncelikle, tarafsız bir savcı için, eski bir Yargıtay üyesi olan mağdurun beyanı dahi başlı başına böyle bir davanın açılması için yeterli şüphe oluşturur; oluşturmak zorundadır. Ceza mahkemelerinde sadece mağdur beyanları ile sanıkların ağır cezalar aldığı binlerce dosya vardır. Değerlendirmeyi yapacak olan mahkemedir. 

Ayrıca, Uğur’un iddialarında yer verdiği tanık beyanlarına takipsizlik kararında değinilmiyor. Tanık beyanları Uğur’un iddialarını desteklediği için mi? Yoksa, tanık beyanları hiç dosyaya alınmadı mı?

Savcının doktor raporları hakkında, kendisini mahkemenin yerine koyarak, delil değerlendirmesine girmesi ise tam bir hukuk skandalı!

Olay günü olan 17 Şubat’ta düzenlenen doktor raporunda, darp cebir izine rastlanmadığı yazılıyor. Uğur’un şikayetleri ise, delillendirme için zorunlu olmasına rağmen, doktor tarafından rapora yazılmıyor. Darp cebir izleri, olayın ilk anında yeterli inceleme yapmamış olan doktor tarafından fark edilmemiş olabilir. Bir gün sonraki raporda ise, darp cebir izinin olduğu belirtiliyor. 

İkinci gün alınan doktor raporu gösteriyor ki, Uğur’un iddiaları gerçek. En azından, iddiaların gerçekliğine dair ciddi bir delil var. Mağdurun beyanını destekleyen doktor raporuna rağmen, işkence gibi ağır bir iddiada takipsizlik kararıyla dosyanın kapatılması, savcının soruşturmayı kapatmaya odaklanmış “çok özel” gayretini açıkça ortaya koyuyor. 

Kısacası, soruşturma savcısı olayın üstünü kapatmak için soruşturma açıyor, var olan delilleri görmezden geliyor, toplanması gerekli diğer delilleri toplamıyor ve takipsizlik kararı vererek bir Yargıtay üyesine bir cezaevinde yapılan işkencenin üstünü, şimdilik, kapatıyor. 

Uğur’a yönelik işkence iddialarına karşı Adalet Bakanlığı’nın tavrı ise, ülkede geçerli rejimin ne olduğunu ortaya koyacak nitelikte. Normal bir zamanda Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, böyle bir iddia üzerine hemen işlem başlatır; olayın sorumlusu olan cezaevi personelini o cezaevinden uzaklaştırırdı ya da tutuklu ve hükümlüyü başka bir cezaevine naklederdi. Kamuoyunu da bilgilendirirdi.

Özellikle sosyal medya yoluyla kamuoyu gündemine gelen “bir Yargıtay üyesine cezaevinde işkence yapıldığı” iddiasına karşı bir cümlelik dahi açıklama yapılmadı. Medya ve yargının iktidara bağlı, muhalefetin etkisiz olduğu bir ortamda kendisini hesap sorulamaz kudrette gören bir anlayış var. Temel hak ve özgürlükleri yok sayan, hukukun üstünlüğünü umursamayan, işkenceyi teşvik eden otoriter bir anlayış bu.

Olaylardan sonra ısrarla başka bir cezaevine nakledilmesini talep etmesine rağmen, Uğur’u işkencecileriyle aynı cezaevinde tutmaktaki ısrarın nedeni ne?

İşkence zamanaşımına uğramayan bir suçtur. Her şey kayıt altında. Uğur’a yönelik işkence eylemlerini gerçekleştirenler, engellemeyenler, soruşturmayanlar hep birlikte sorumludurlar. Bu kapsamda, olayı gerçekleştiren infaz koruma memurları, baş memurları, iç güvenlikten sorumlu ikinci müdür, kurum müdürü, cezaevi savcısı, soruşturma savcısı, başsavcı, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün olayla ilgili sıralı amirleri, Adalet Bakanı ve ilgili yardımcısı böyle bir soruşturmada isimleri “şüpheli” olarak yazılacak kişilerdir.

Yargıtay ve Danıştay üyelerinin tutuklanması, Keskin Cezaevinde tek kişilik hücrelerde 4 yıldan daha uzun bir süre tutulması iktidarın doğrudan doğruya yargıya, dolaylı olarak da topluma verdiği bir gözdağı mesajı olduğu gibi, Uğur’a yönelik işkence de bir gözdağı mesajıdır. 

Yargıtay’ın eski bir üyesine yönelik işkence iddialarına karşı sessiz kalması bu mesajın alındığının göstergesi olarak yorumlanabilir. 

Özetle, Keskin Cezaevi, sadece Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’un 4 yıldan beri hücrede kaldığı ve işkence gördüğü bir cezaevi değildir. Keskin Cezaevi, topyekûn bir yargının hücreye konulduğu ve işkence edildiği bir cezaevidir.

Bu Haberlerde İlginizi Çekebilir

Johan Vande Lanotte: AİHM, çığır açan bir karara imza attı

Johan Vande Lanotte: AİHM, çığır açan bir karara imza attı

September 27, 2023
5.1k
Gökhan Güneş: Yeni bir insan hakları mücadelesi süreci başlamıştır

Gökhan Güneş: Yeni bir insan hakları mücadelesi süreci başlamıştır

September 27, 2023
5.1k

“Soruşturma savcısı olayın üstünü kapatmak için soruşturma açıyor, var olan delilleri görmezden geliyor, toplanması gerekli diğer delilleri toplamıyor ve takipsizlik kararı vererek bir Yargıtay üyesine yapılan işkencenin üstünü, şimdilik, kapatıyor”


İhraç hakim Nevin Yıldırım, “Yargıtay üyelerinin toplu tutuklanmalarındaki hukuksuzluk eşiğini çoktan geçtik, yüksek yargı mensuplarına cezaevinde yapılan işkenceyi konuşuyoruz artık!” tespitini, tutuklu eski yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’a, Keskin Cezaevi’nde yapılan insanlık dışı muamele üzerine yapıyor. Yıldırım, Tr724’teki yazısında skandal olayı aktarmakla kalmıyor, cezaevi savcısı tarafından kapatılan dosyanın gelecekte doğuracağı hukuki sonuçlara da dikkat çekiyor.

Türkiye’nin sonunun nereye ulaşacağı belli olmayan inişli çıkışlı hukuk yolculuğunda, şu an bir başka iniş bölümündeyiz. 


27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 müdahalelerini takip eden dönemler bu hukuk yolculuğunun keskin iniş dönemleri oldu. Her bir dönemin kendine özgü ayrı bir karakteri olmakla birlikte, bu dönemler göstermelik yargılamalar, talimatla verilen kararlar, fişlemeler, işkenceler, kötü muameleler ile anılmaktadır. Yassıada, Ziverbey Köşkü ve Diyarbakır Askeri Cezaevi denildiğinde bir yer isminden çok, bu hukuksuzluklar akla gelmektedir.

İçinde bulunduğumuz dönem ise, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü sonrası dönem. İşkence ve kötü muameleler, fişlemeler, tutuklamalar, adam kaçırmalar, KHK’lar, kayyumlar, pasaport iptalleri bu dönemin sembol kavramları. 

15 Temmuz sonrası dönemin sembollerinden biri de, Keskin Cezaevi. 2017 yılında bitirilmesi planlanan ve 102 tek kişilik hücreye sahip olan T tipi cezaevi, 15 Temmuz sonrasında alelacele açıldı. Henüz inşaatı dahi tam bitmeyen cezaevine, görevlerinden alınan yaklaşık 100 kadar Yargıtay ve Danıştay üyesi nakledilince, bu acelenin nedeni anlaşıldı. Tüm yüksek hâkimler tek kişilik hücrelere konuldu. Yargıtay üyesi Ali Alçık, kaldığı hücrenin resmini çizerek mektupla ailesine göndermişti hatırlarsanız.

Özel amaçlarla hızla açılan bu cezaevine, bakanlık tarafından “özel”, yeni personel atandı. Tutuklulara hitap ederken bağırıp çağırmalar, “Biz sayıma geldiğimizde saygı duruşuna geçeceksiniz” sözleriyle oluşturulan psikolojik baskılar, yeterince havalandırmaya çıkarmama, yeterli miktarda sıcak suyun verilmemesi, kitap verilmemesi, soğukta kaloriferlerin yakılmaması, kalitesiz yemekler ve avukat ziyaretleri dahil ziyaretlerde zorluklar çıkarma gibi yöntemler bu cezaevi için “özel” olarak seçilen personelin bazı eylemleri.

Bu “özel” personelin tüm baskılarına rağmen hala sindiremediklerini düşündükleri yüksek yargı mensuplarına işkence ve kötü muamelede bulundukları, Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’a yapılanların kızı Nalan Dilara Uğur tarafından sosyal medya hesabından kamuoyuna duyurulmasıyla ortaya çıktı.

İddiaya göre, 17 Şubat 2020 günü Uğur, hücresinden alınarak dört infaz koruma memuru ve 1 baş memurun bulunduğu kamerasız bir odaya götürülüyor vee bir saat boyunca dövülüyor. Daha sonra da, “buradan cesedin çıkacak” diye tehdit edilerek bırakılıyor. Memurlar, haklarındaki olası soruşturmayı engellemek için, bir kurgu yapıyorlar ve kendilerinin Uğur’a değil Uğur’un kendilerine saldırdığını iddia ederek, içlerinden bir memurun vücudunda darp, cebir izi bulunduğuna dair rapor aldırıyorlar. Doktor 17 Şubat’ta, Uğur’un iddialarını rapora geçirmeksizin, darp, cebir izinin olmadığına dair rapor veriyor. 18 Şubat’ta ise yeniden yapılan muayene sonucunda düzenlenen adli raporda, darp, cebir izi tespit edildiği belirtiliyor. 

İddia çok vahim: Cezaevinde işkence yapıyorlar! 

Mağdurun bir Yargıtay üyesi olması ise vahametin boyutunu daha da artırıyor. Yargıtay üyelerinin toplu tutuklanmalarındaki hukuksuzluk eşiğini çoktan geçtik, yüksek yargı mensuplarına cezaevinde yapılan işkenceyi konuşuyoruz artık!

Uğur’un yazdığı birçok dilekçe ilgililere ulaştırılmıyor. Bu engellemelere rağmen konu cezaevi savcısına, soruşturma savcısına, Adalet Bakanlığına iletiliyor.

Cezaevi savcısı Uğur’la görüşmeyi dahi kabul etmiyor. Cezaevinde bir işkence iddiası olacak, cezaevi savcısı iddialardan haberdar olacak ve derhal harekete geçip, mağduru dinleyip, kamera kayıtları, doktor raporları ve tanık beyanlarını tespit edip, adli ve idari yönden gereğini yerine getirmesi gerekirken mağduru dinlemeye dahi tenezzül etmeyecek.

Öyleyse, cezaevi savcısı niye var? 

Soruşturma savcısı ise adeta olayı kapatmak için soruşturma açıyor. Ceza Muhakemesi Kanunu der ki, bir savcı “suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturacak delil varsa” dava açmak zorundadır. Ama savcı, takipsizlik veriyor! 

Öncelikle, tarafsız bir savcı için, eski bir Yargıtay üyesi olan mağdurun beyanı dahi başlı başına böyle bir davanın açılması için yeterli şüphe oluşturur; oluşturmak zorundadır. Ceza mahkemelerinde sadece mağdur beyanları ile sanıkların ağır cezalar aldığı binlerce dosya vardır. Değerlendirmeyi yapacak olan mahkemedir. 

Ayrıca, Uğur’un iddialarında yer verdiği tanık beyanlarına takipsizlik kararında değinilmiyor. Tanık beyanları Uğur’un iddialarını desteklediği için mi? Yoksa, tanık beyanları hiç dosyaya alınmadı mı?

Savcının doktor raporları hakkında, kendisini mahkemenin yerine koyarak, delil değerlendirmesine girmesi ise tam bir hukuk skandalı!

Olay günü olan 17 Şubat’ta düzenlenen doktor raporunda, darp cebir izine rastlanmadığı yazılıyor. Uğur’un şikayetleri ise, delillendirme için zorunlu olmasına rağmen, doktor tarafından rapora yazılmıyor. Darp cebir izleri, olayın ilk anında yeterli inceleme yapmamış olan doktor tarafından fark edilmemiş olabilir. Bir gün sonraki raporda ise, darp cebir izinin olduğu belirtiliyor. 

İkinci gün alınan doktor raporu gösteriyor ki, Uğur’un iddiaları gerçek. En azından, iddiaların gerçekliğine dair ciddi bir delil var. Mağdurun beyanını destekleyen doktor raporuna rağmen, işkence gibi ağır bir iddiada takipsizlik kararıyla dosyanın kapatılması, savcının soruşturmayı kapatmaya odaklanmış “çok özel” gayretini açıkça ortaya koyuyor. 

Kısacası, soruşturma savcısı olayın üstünü kapatmak için soruşturma açıyor, var olan delilleri görmezden geliyor, toplanması gerekli diğer delilleri toplamıyor ve takipsizlik kararı vererek bir Yargıtay üyesine bir cezaevinde yapılan işkencenin üstünü, şimdilik, kapatıyor. 

Uğur’a yönelik işkence iddialarına karşı Adalet Bakanlığı’nın tavrı ise, ülkede geçerli rejimin ne olduğunu ortaya koyacak nitelikte. Normal bir zamanda Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, böyle bir iddia üzerine hemen işlem başlatır; olayın sorumlusu olan cezaevi personelini o cezaevinden uzaklaştırırdı ya da tutuklu ve hükümlüyü başka bir cezaevine naklederdi. Kamuoyunu da bilgilendirirdi.

Özellikle sosyal medya yoluyla kamuoyu gündemine gelen “bir Yargıtay üyesine cezaevinde işkence yapıldığı” iddiasına karşı bir cümlelik dahi açıklama yapılmadı. Medya ve yargının iktidara bağlı, muhalefetin etkisiz olduğu bir ortamda kendisini hesap sorulamaz kudrette gören bir anlayış var. Temel hak ve özgürlükleri yok sayan, hukukun üstünlüğünü umursamayan, işkenceyi teşvik eden otoriter bir anlayış bu.

Olaylardan sonra ısrarla başka bir cezaevine nakledilmesini talep etmesine rağmen, Uğur’u işkencecileriyle aynı cezaevinde tutmaktaki ısrarın nedeni ne?

İşkence zamanaşımına uğramayan bir suçtur. Her şey kayıt altında. Uğur’a yönelik işkence eylemlerini gerçekleştirenler, engellemeyenler, soruşturmayanlar hep birlikte sorumludurlar. Bu kapsamda, olayı gerçekleştiren infaz koruma memurları, baş memurları, iç güvenlikten sorumlu ikinci müdür, kurum müdürü, cezaevi savcısı, soruşturma savcısı, başsavcı, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün olayla ilgili sıralı amirleri, Adalet Bakanı ve ilgili yardımcısı böyle bir soruşturmada isimleri “şüpheli” olarak yazılacak kişilerdir.

Yargıtay ve Danıştay üyelerinin tutuklanması, Keskin Cezaevinde tek kişilik hücrelerde 4 yıldan daha uzun bir süre tutulması iktidarın doğrudan doğruya yargıya, dolaylı olarak da topluma verdiği bir gözdağı mesajı olduğu gibi, Uğur’a yönelik işkence de bir gözdağı mesajıdır. 

Yargıtay’ın eski bir üyesine yönelik işkence iddialarına karşı sessiz kalması bu mesajın alındığının göstergesi olarak yorumlanabilir. 

Özetle, Keskin Cezaevi, sadece Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’un 4 yıldan beri hücrede kaldığı ve işkence gördüğü bir cezaevi değildir. Keskin Cezaevi, topyekûn bir yargının hücreye konulduğu ve işkence edildiği bir cezaevidir.

“Soruşturma savcısı olayın üstünü kapatmak için soruşturma açıyor, var olan delilleri görmezden geliyor, toplanması gerekli diğer delilleri toplamıyor ve takipsizlik kararı vererek bir Yargıtay üyesine yapılan işkencenin üstünü, şimdilik, kapatıyor”


İhraç hakim Nevin Yıldırım, “Yargıtay üyelerinin toplu tutuklanmalarındaki hukuksuzluk eşiğini çoktan geçtik, yüksek yargı mensuplarına cezaevinde yapılan işkenceyi konuşuyoruz artık!” tespitini, tutuklu eski yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’a, Keskin Cezaevi’nde yapılan insanlık dışı muamele üzerine yapıyor. Yıldırım, Tr724’teki yazısında skandal olayı aktarmakla kalmıyor, cezaevi savcısı tarafından kapatılan dosyanın gelecekte doğuracağı hukuki sonuçlara da dikkat çekiyor.

Türkiye’nin sonunun nereye ulaşacağı belli olmayan inişli çıkışlı hukuk yolculuğunda, şu an bir başka iniş bölümündeyiz. 


27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 müdahalelerini takip eden dönemler bu hukuk yolculuğunun keskin iniş dönemleri oldu. Her bir dönemin kendine özgü ayrı bir karakteri olmakla birlikte, bu dönemler göstermelik yargılamalar, talimatla verilen kararlar, fişlemeler, işkenceler, kötü muameleler ile anılmaktadır. Yassıada, Ziverbey Köşkü ve Diyarbakır Askeri Cezaevi denildiğinde bir yer isminden çok, bu hukuksuzluklar akla gelmektedir.

İçinde bulunduğumuz dönem ise, 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü sonrası dönem. İşkence ve kötü muameleler, fişlemeler, tutuklamalar, adam kaçırmalar, KHK’lar, kayyumlar, pasaport iptalleri bu dönemin sembol kavramları. 

15 Temmuz sonrası dönemin sembollerinden biri de, Keskin Cezaevi. 2017 yılında bitirilmesi planlanan ve 102 tek kişilik hücreye sahip olan T tipi cezaevi, 15 Temmuz sonrasında alelacele açıldı. Henüz inşaatı dahi tam bitmeyen cezaevine, görevlerinden alınan yaklaşık 100 kadar Yargıtay ve Danıştay üyesi nakledilince, bu acelenin nedeni anlaşıldı. Tüm yüksek hâkimler tek kişilik hücrelere konuldu. Yargıtay üyesi Ali Alçık, kaldığı hücrenin resmini çizerek mektupla ailesine göndermişti hatırlarsanız.

Özel amaçlarla hızla açılan bu cezaevine, bakanlık tarafından “özel”, yeni personel atandı. Tutuklulara hitap ederken bağırıp çağırmalar, “Biz sayıma geldiğimizde saygı duruşuna geçeceksiniz” sözleriyle oluşturulan psikolojik baskılar, yeterince havalandırmaya çıkarmama, yeterli miktarda sıcak suyun verilmemesi, kitap verilmemesi, soğukta kaloriferlerin yakılmaması, kalitesiz yemekler ve avukat ziyaretleri dahil ziyaretlerde zorluklar çıkarma gibi yöntemler bu cezaevi için “özel” olarak seçilen personelin bazı eylemleri.

Bu “özel” personelin tüm baskılarına rağmen hala sindiremediklerini düşündükleri yüksek yargı mensuplarına işkence ve kötü muamelede bulundukları, Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’a yapılanların kızı Nalan Dilara Uğur tarafından sosyal medya hesabından kamuoyuna duyurulmasıyla ortaya çıktı.

İddiaya göre, 17 Şubat 2020 günü Uğur, hücresinden alınarak dört infaz koruma memuru ve 1 baş memurun bulunduğu kamerasız bir odaya götürülüyor vee bir saat boyunca dövülüyor. Daha sonra da, “buradan cesedin çıkacak” diye tehdit edilerek bırakılıyor. Memurlar, haklarındaki olası soruşturmayı engellemek için, bir kurgu yapıyorlar ve kendilerinin Uğur’a değil Uğur’un kendilerine saldırdığını iddia ederek, içlerinden bir memurun vücudunda darp, cebir izi bulunduğuna dair rapor aldırıyorlar. Doktor 17 Şubat’ta, Uğur’un iddialarını rapora geçirmeksizin, darp, cebir izinin olmadığına dair rapor veriyor. 18 Şubat’ta ise yeniden yapılan muayene sonucunda düzenlenen adli raporda, darp, cebir izi tespit edildiği belirtiliyor. 

İddia çok vahim: Cezaevinde işkence yapıyorlar! 

Mağdurun bir Yargıtay üyesi olması ise vahametin boyutunu daha da artırıyor. Yargıtay üyelerinin toplu tutuklanmalarındaki hukuksuzluk eşiğini çoktan geçtik, yüksek yargı mensuplarına cezaevinde yapılan işkenceyi konuşuyoruz artık!

Uğur’un yazdığı birçok dilekçe ilgililere ulaştırılmıyor. Bu engellemelere rağmen konu cezaevi savcısına, soruşturma savcısına, Adalet Bakanlığına iletiliyor.

Cezaevi savcısı Uğur’la görüşmeyi dahi kabul etmiyor. Cezaevinde bir işkence iddiası olacak, cezaevi savcısı iddialardan haberdar olacak ve derhal harekete geçip, mağduru dinleyip, kamera kayıtları, doktor raporları ve tanık beyanlarını tespit edip, adli ve idari yönden gereğini yerine getirmesi gerekirken mağduru dinlemeye dahi tenezzül etmeyecek.

Öyleyse, cezaevi savcısı niye var? 

Soruşturma savcısı ise adeta olayı kapatmak için soruşturma açıyor. Ceza Muhakemesi Kanunu der ki, bir savcı “suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturacak delil varsa” dava açmak zorundadır. Ama savcı, takipsizlik veriyor! 

Öncelikle, tarafsız bir savcı için, eski bir Yargıtay üyesi olan mağdurun beyanı dahi başlı başına böyle bir davanın açılması için yeterli şüphe oluşturur; oluşturmak zorundadır. Ceza mahkemelerinde sadece mağdur beyanları ile sanıkların ağır cezalar aldığı binlerce dosya vardır. Değerlendirmeyi yapacak olan mahkemedir. 

Ayrıca, Uğur’un iddialarında yer verdiği tanık beyanlarına takipsizlik kararında değinilmiyor. Tanık beyanları Uğur’un iddialarını desteklediği için mi? Yoksa, tanık beyanları hiç dosyaya alınmadı mı?

Savcının doktor raporları hakkında, kendisini mahkemenin yerine koyarak, delil değerlendirmesine girmesi ise tam bir hukuk skandalı!

Olay günü olan 17 Şubat’ta düzenlenen doktor raporunda, darp cebir izine rastlanmadığı yazılıyor. Uğur’un şikayetleri ise, delillendirme için zorunlu olmasına rağmen, doktor tarafından rapora yazılmıyor. Darp cebir izleri, olayın ilk anında yeterli inceleme yapmamış olan doktor tarafından fark edilmemiş olabilir. Bir gün sonraki raporda ise, darp cebir izinin olduğu belirtiliyor. 

İkinci gün alınan doktor raporu gösteriyor ki, Uğur’un iddiaları gerçek. En azından, iddiaların gerçekliğine dair ciddi bir delil var. Mağdurun beyanını destekleyen doktor raporuna rağmen, işkence gibi ağır bir iddiada takipsizlik kararıyla dosyanın kapatılması, savcının soruşturmayı kapatmaya odaklanmış “çok özel” gayretini açıkça ortaya koyuyor. 

Kısacası, soruşturma savcısı olayın üstünü kapatmak için soruşturma açıyor, var olan delilleri görmezden geliyor, toplanması gerekli diğer delilleri toplamıyor ve takipsizlik kararı vererek bir Yargıtay üyesine bir cezaevinde yapılan işkencenin üstünü, şimdilik, kapatıyor. 

Uğur’a yönelik işkence iddialarına karşı Adalet Bakanlığı’nın tavrı ise, ülkede geçerli rejimin ne olduğunu ortaya koyacak nitelikte. Normal bir zamanda Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, böyle bir iddia üzerine hemen işlem başlatır; olayın sorumlusu olan cezaevi personelini o cezaevinden uzaklaştırırdı ya da tutuklu ve hükümlüyü başka bir cezaevine naklederdi. Kamuoyunu da bilgilendirirdi.

Özellikle sosyal medya yoluyla kamuoyu gündemine gelen “bir Yargıtay üyesine cezaevinde işkence yapıldığı” iddiasına karşı bir cümlelik dahi açıklama yapılmadı. Medya ve yargının iktidara bağlı, muhalefetin etkisiz olduğu bir ortamda kendisini hesap sorulamaz kudrette gören bir anlayış var. Temel hak ve özgürlükleri yok sayan, hukukun üstünlüğünü umursamayan, işkenceyi teşvik eden otoriter bir anlayış bu.

Olaylardan sonra ısrarla başka bir cezaevine nakledilmesini talep etmesine rağmen, Uğur’u işkencecileriyle aynı cezaevinde tutmaktaki ısrarın nedeni ne?

İşkence zamanaşımına uğramayan bir suçtur. Her şey kayıt altında. Uğur’a yönelik işkence eylemlerini gerçekleştirenler, engellemeyenler, soruşturmayanlar hep birlikte sorumludurlar. Bu kapsamda, olayı gerçekleştiren infaz koruma memurları, baş memurları, iç güvenlikten sorumlu ikinci müdür, kurum müdürü, cezaevi savcısı, soruşturma savcısı, başsavcı, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün olayla ilgili sıralı amirleri, Adalet Bakanı ve ilgili yardımcısı böyle bir soruşturmada isimleri “şüpheli” olarak yazılacak kişilerdir.

Yargıtay ve Danıştay üyelerinin tutuklanması, Keskin Cezaevinde tek kişilik hücrelerde 4 yıldan daha uzun bir süre tutulması iktidarın doğrudan doğruya yargıya, dolaylı olarak da topluma verdiği bir gözdağı mesajı olduğu gibi, Uğur’a yönelik işkence de bir gözdağı mesajıdır. 

Yargıtay’ın eski bir üyesine yönelik işkence iddialarına karşı sessiz kalması bu mesajın alındığının göstergesi olarak yorumlanabilir. 

Özetle, Keskin Cezaevi, sadece Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’un 4 yıldan beri hücrede kaldığı ve işkence gördüğü bir cezaevi değildir. Keskin Cezaevi, topyekûn bir yargının hücreye konulduğu ve işkence edildiği bir cezaevidir.

ShareTweet
Previous Post

Tarık Toros yazdı: Karşı devrim mi planlanıyor?

Next Post

Demirtaş: HDP dışında herhangi bir arayışta adımın geçmesi beni üzer

İLGİLİ HABERLER

Johan Vande Lanotte: AİHM, çığır açan bir karara imza attı
ANALİZ

Johan Vande Lanotte: AİHM, çığır açan bir karara imza attı

September 27, 2023
5.1k
Gökhan Güneş: Yeni bir insan hakları mücadelesi süreci başlamıştır
ANALİZ

Gökhan Güneş: Yeni bir insan hakları mücadelesi süreci başlamıştır

September 27, 2023
5.1k
İsmail S. Gülümser’in yazısı: İnsan kalitesine inanmayanlar ülkelerini içten içe çürütüyorlar
ANALİZ

İsmail S. Gülümser’in yazısı: İnsan kalitesine inanmayanlar ülkelerini içten içe çürütüyorlar

September 25, 2023
5k
İsmail S. Gülümser’in yazısı: Kibri altında ezilenler tarihin çöplüğünde yerini hazırlar
ANALİZ

İsmail S. Gülümser’in yazısı: Kibri altında ezilenler tarihin çöplüğünde yerini hazırlar

September 20, 2023
5.1k
15 Temmuz sonrası, yağmalanan daireler şirketler ve sahipsiz televizyonlar…
15 TEMMUZ

15 Temmuz sonrası, yağmalanan daireler şirketler ve sahipsiz televizyonlar…

September 17, 2023
5.3k
İsmail S. Gülümser’in yazısı: Dünyanın alkışladığı en makul çabalar nasıl hasede takıldı?
ANALİZ

İsmail S. Gülümser’in yazısı: Dünyanın alkışladığı en makul çabalar nasıl hasede takıldı?

September 11, 2023
5.1k
Daha Fazla Haber

AİHM’in ihlal kararı: AKP yargısına yol göstermeye çabalayan Erşan Şen’e Dr. Gökhan Güneş cevap verdi

AİHM’in ihlal kararı: AKP yargısına yol göstermeye çabalayan Erşan Şen’e Dr. Gökhan Güneş cevap verdi
by Özkan yazar
September 29, 2023
0
5.2k

Devamını oku

Yalçınkaya ve Gezi kararları sonrası Kılıçdaroğlu’ndan AKP hükumetine AYM ve AİHM uyarısı

Yalçınkaya ve Gezi kararları sonrası Kılıçdaroğlu’ndan AKP hükumetine AYM ve AİHM uyarısı
by Özkan yazar
September 29, 2023
0
5.1k

Devamını oku

‘Altın Portakal’da Sansüre tepki: Demet Akbağ jüri başkanlığından istifa etti, Yönetmen Müfit Can Saçıntı festivale katılmayacağını açıkladı

‘Altın Portakal’da Sansüre tepki: Demet Akbağ jüri başkanlığından istifa etti, Yönetmen Müfit Can Saçıntı festivale katılmayacağını açıkladı
by Özkan yazar
September 29, 2023
0
5.2k

Devamını oku

Bahçeli’nin fotoğraf çektirdiği Sedat Şahin’in yeğenine operasyon: 41 kişi gözaltına alındı

Bahçeli’nin fotoğraf çektirdiği Sedat Şahin’in yeğenine operasyon: 41 kişi gözaltına alındı
by Özkan yazar
September 29, 2023
0
5.1k

Devamını oku

Prof. Dr. Özgenç, Akarca’yı istifaya davet etti: Yargıtay Başkanı emniyet müdürü ile neden görüşür?

Prof. Dr. Özgenç, Akarca’yı istifaya davet etti: Yargıtay Başkanı emniyet müdürü ile neden görüşür?
by Özkan yazar
September 29, 2023
0
5.1k

Devamını oku

İçişleri Bakanı Yerlikaya cemaate yönelik ‘Nefret Operasyonu’na övgüler dizdi

İçişleri Bakanı Yerlikaya cemaate yönelik ‘Nefret Operasyonu’na övgüler dizdi
by Özkan yazar
September 29, 2023
0
5.2k

Devamını oku

‘Kanun Hükmü’ndeki KHK’lı öğretmen: 50 davadan beraat ettim

‘Kanun Hükmü’ndeki KHK’lı öğretmen: 50 davadan beraat ettim
by aktifhabercom
September 29, 2023
0
5.1k

Devamını oku

Bahçeli’nin Soylu mesajı İçişleri’nde nasıl yankılandı?

Bahçeli’nin Soylu mesajı İçişleri’nde nasıl yankılandı?
by aktifhabercom
September 29, 2023
0
5.1k

Devamını oku

Tamer Karadağlı şaşırtmadı: Bakanlığımızın aldığı kararın arkasındayız

Tamer Karadağlı şaşırtmadı: Bakanlığımızın aldığı kararın arkasındayız
by aktifhabercom
September 29, 2023
0
5.1k

Devamını oku

Profesör Sözüer uyardı: AİHM kararlarını uygulamak zorundayız

Profesör Sözüer uyardı: AİHM kararlarını uygulamak zorundayız
by aktifhabercom
September 29, 2023
0
5.1k

Devamını oku

AİHM’in ‘Yalçınkaya kararı’: Siyasi palavraları bırakın

AİHM’in ‘Yalçınkaya kararı’: Siyasi palavraları bırakın
by aktifhabercom
September 29, 2023
0
5.1k

Devamını oku

Depremzedelere gönderilen yardımları çalan emniyet müdürü tahliye edildi

Depremzedelere gönderilen yardımları çalan emniyet müdürü tahliye edildi
by aktifhabercom
September 29, 2023
0
5k

Devamını oku

MESEM gerçeği: Denetimsizlik, fazla mesai, ucuz işgücü…

MESEM gerçeği: Denetimsizlik, fazla mesai, ucuz işgücü…
by aktifhabercom
September 29, 2023
0
5k

Devamını oku

Altın Portakal’da başa dönüldü: Eğer burada geri adım atılırsa sanata daha da büyük baskılar gelecektir

Altın Portakal’da başa dönüldü: Eğer burada geri adım atılırsa sanata daha da büyük baskılar gelecektir
by aktifhabercom
September 29, 2023
0
5.1k

Devamını oku

Altın Portakal yönetimi ‘Kanun Hükmü’nü yine seçkiden çıkardı

Altın Portakal yönetimi ‘Kanun Hükmü’nü yine seçkiden çıkardı
by aktifhabercom
September 29, 2023
0
5.1k

Devamını oku

Gezi davasında karar çıktı; Osman Kavala, Can Atalay’ın aralarında bulunduğu 5 kişinin cezası onandı

Gezi davasında karar çıktı; Osman Kavala, Can Atalay’ın aralarında bulunduğu 5 kişinin cezası onandı
by Özkan yazar
September 28, 2023
0
5.1k

Devamını oku

Uluslararası Ceza Hukukçusu Dr. Gökhan Güneş: Bakan kararı okumamış, AİHM‘in Yalçınkaya kararı bal gibi emsal olur.

Uluslararası Ceza Hukukçusu Dr. Gökhan Güneş: Bakan kararı okumamış, AİHM‘in Yalçınkaya kararı bal gibi emsal olur.
by Özkan yazar
September 28, 2023
0
5.2k

Devamını oku

AKP – MHP’liler Adliyelerde rüşvet ağını nasıl kurdu, nasıl işliyor?

AKP – MHP’liler Adliyelerde rüşvet ağını nasıl kurdu, nasıl işliyor?
by Özkan yazar
September 28, 2023
0
5.1k

Devamını oku

‘Artık adil bir iltica başvuru süreci mümkün olmayacak’

‘Artık adil bir iltica başvuru süreci mümkün olmayacak’
by Özkan yazar
September 28, 2023
0
5.6k

Devamını oku

Erdoğan’ın uçak sayısını neden saklıyorlar; Tek cümlelik açıklama var, cevap yine yok

Erdoğan’ın uçak sayısını neden saklıyorlar; Tek cümlelik açıklama var, cevap yine yok
by Özkan yazar
September 28, 2023
0
5.1k

Devamını oku
Aktifhaber

© 2022 - - Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları haber kaynaklarına aittir. İzin alınmadan kopyalanamaz.J.

MENU

  • GÜNDEM
  • ANALİZ
  • SİYASET
  • EKONOMİ
  • DÜNYA
  • ÖZEL HABER
  • 15 TEMMUZ
  • SPOR
  • İŞKENCE
  • MEDYA
  • MAGAZİN
  • DİĞER

BİZİ TAKİP EDİN

No Result
View All Result
  • GÜNDEM
  • ANALİZ
  • SİYASET
  • EKONOMİ
  • DÜNYA
  • ÖZEL HABER
  • 15 TEMMUZ
  • SPOR
  • İŞKENCE
  • MEDYA
  • MAGAZİN
  • DİĞER
    • EĞİTİM
    • KÜLTÜR & SANAT
    • SAĞLIK
    • TEKNOLOJİ
    • YAŞAM

© 2022 - - Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları haber kaynaklarına aittir. İzin alınmadan kopyalanamaz.J.