Bu analiz Rus Pravda gazetesinde çıktı.
İşte Viktor Denisenko’nun yazısı:
5 Temmuz darbe girişiminin birinci yıldönümü kalabalık mitinglerle kutlandı. Erdoğan, Ankara ve İstanbul’da halkın karşısına çıkarak, komplocu oldukları iddia edilen akademisyenler, gazeteciler ve kamu çalışanlarına yönelik operasyonların devam edeceğini söyledi.
Darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen Türk hükûmeti, bu girişimi kimin ve neden kurguladığına dair sorulara cevap veremedi. Erdoğan inatla Fetullah Gülen ve onun takipçilerini suçlamaya devam ediyor. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, darbeden çok önce haberdar oldukları ancak bir şey yapmadıklarına ilişkin tartışmalar da sürüyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise bu girişimini ‘Kontrollü darbe’ olarak tanımlamaya devam ediyor.
Türkiye’de 15 Temmuz gerçeği, görünenden çok daha koyu renkte. Aslında bu durum, 1980’deki askeri darbeden hemen önce Türkiye’deki durumu hatırlatıyor. Halk ikiye ayrılmış durumda ve giderek otoriterleşen Erdoğan’la diyalog kuracak bir imkan bulunmuyor. Bu durum 16 Nisan referandumundan sonra oluştu ve Erdoğan Türk siyasi yapısını değiştirerek bütün gücü elinde topladı.
Erdoğan ve AK Parti kitlesel bir ajitasyon gerçekleştirirken, muhalefetin ana akım medyaya erişim imkanını yok etti. Tüm bu tek taraflı kampanyaya rağmen Erdoğan, referandumu, İstanbul, Ankara ve İzmir’i kaybederek kazandı. Buna rağmen bu ders siyasetçileri ve halkı hapsetmeye devam eden ve onları hain ilan eden Erdoğan’a hiçbir şey öğretmedi.
Anamuhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Gandi rolüne bürünerek Ankara’dan İstanbul’a başlattığı yürüyüşe onbinlerce insan katıldı. İnsanlar hak ve hürriyetlerini savunmak ve diktatörlük politikalarına karşı durmak için onunla beraber yürüdü. Yürüyüş 1 milyondan fazla insanın katıldığı mitingle sona erdi.
Ancak Erdoğan, halkın kendisi hakkında ya da onun iç ve dış politikaları hakkında düşündüklerini umursamıyor. O, Suriye sorununun içine daldığından beri durumu şiddetlendirdi. Seksen sandalyeden oluşan ılımlı bir Kürt partisinin ortaya çıkması nedeniyle partisinin çoğunluğu kaybettiği 2015 parlamento seçimlerinden Kürtlere karşı olan bakışını da tamamen değiştirdi. Cumhurbaşkanı, Kürtlere sırt çevirdi, onlarla tüm görüşmeleri durdurdu ve terörizmde hızlı bir artışa neden oldu. Ülke içindeki durumu daha da istikrarsız hale getirdi.
Bununla birlikte Erdoğan, barışçıl Kürtlerin yaşadığı şehirleri yok ederek kendi halkına yönelik askeri operasyonlar başlattı. Durumu kontrol altına almak için hükûmetin yetersizliği, IŞİD ve PKK’nın saldırılarına yeterli derecede cevap verilememesi Erdoğan’ın meşruiyetini baltalarken, silahlı kuvvetler de 1980’de olduğu gibi ayaklanmak ve ortaya çıkan boşluğu doldurmak için bir sebep bulmuş olabilir.
Ancak ordu da önceki ordu değil. AKP 2002 yılında iktidara geldiği zaman generallerin etkisini azaltmaya ve onların ellerini bağlamaya karar verdi. Ergenekon davası kapsamında yüzlerce subay hapsedildi. Sorunun sonsuza kadar ortadan kaldırıldığı düşünülüyordu. Fakat Erdoğan, Gülen grubuyla ters düşer düşmez tüm davalar yeniden görülmeye başlandı. Hükûmet, birçok hakimin Gülen taraftarı olduğunu açıkladı ve çok sayıda hükümlü serbest bırakıldı.
Yavaş yavaş, her iki taraf da birbirine bağımlı hale geldi ve darbenin gerçek olup olmadığı çok önemli değil, durum değişmeyecek. Erdoğan, tüm birimlerde, bakanlıklarda ve hatta kendi yatağının altında bile bir Gülenist arayabilir, tüm dünyayla kavga edebilir, kendini ulusun babası olarak gösterebilir ve Hamburg’da olduğu gibi bir başka suikast söylentisi yayabilir; o her şeye rağmen Türkiye’de iç siyasi durum göz önüne alındığında halen orduya çok bağlı.
Türkiye’de birçok subay kendini laik devletin ve Kemalist geleneğinin koruyucusu olarak gördüğü için ordu, diktatörlük alışkanlıklarına, sürekli yaşanan ihraçlara ve toplumun İslamlaşmasına açıkça kızıyor.
Bu analiz Rus Pravda gazetesinde çıktı.
İşte Viktor Denisenko’nun yazısı:
5 Temmuz darbe girişiminin birinci yıldönümü kalabalık mitinglerle kutlandı. Erdoğan, Ankara ve İstanbul’da halkın karşısına çıkarak, komplocu oldukları iddia edilen akademisyenler, gazeteciler ve kamu çalışanlarına yönelik operasyonların devam edeceğini söyledi.
Darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen Türk hükûmeti, bu girişimi kimin ve neden kurguladığına dair sorulara cevap veremedi. Erdoğan inatla Fetullah Gülen ve onun takipçilerini suçlamaya devam ediyor. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, darbeden çok önce haberdar oldukları ancak bir şey yapmadıklarına ilişkin tartışmalar da sürüyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise bu girişimini ‘Kontrollü darbe’ olarak tanımlamaya devam ediyor.
Türkiye’de 15 Temmuz gerçeği, görünenden çok daha koyu renkte. Aslında bu durum, 1980’deki askeri darbeden hemen önce Türkiye’deki durumu hatırlatıyor. Halk ikiye ayrılmış durumda ve giderek otoriterleşen Erdoğan’la diyalog kuracak bir imkan bulunmuyor. Bu durum 16 Nisan referandumundan sonra oluştu ve Erdoğan Türk siyasi yapısını değiştirerek bütün gücü elinde topladı.
Erdoğan ve AK Parti kitlesel bir ajitasyon gerçekleştirirken, muhalefetin ana akım medyaya erişim imkanını yok etti. Tüm bu tek taraflı kampanyaya rağmen Erdoğan, referandumu, İstanbul, Ankara ve İzmir’i kaybederek kazandı. Buna rağmen bu ders siyasetçileri ve halkı hapsetmeye devam eden ve onları hain ilan eden Erdoğan’a hiçbir şey öğretmedi.
Anamuhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Gandi rolüne bürünerek Ankara’dan İstanbul’a başlattığı yürüyüşe onbinlerce insan katıldı. İnsanlar hak ve hürriyetlerini savunmak ve diktatörlük politikalarına karşı durmak için onunla beraber yürüdü. Yürüyüş 1 milyondan fazla insanın katıldığı mitingle sona erdi.
Ancak Erdoğan, halkın kendisi hakkında ya da onun iç ve dış politikaları hakkında düşündüklerini umursamıyor. O, Suriye sorununun içine daldığından beri durumu şiddetlendirdi. Seksen sandalyeden oluşan ılımlı bir Kürt partisinin ortaya çıkması nedeniyle partisinin çoğunluğu kaybettiği 2015 parlamento seçimlerinden Kürtlere karşı olan bakışını da tamamen değiştirdi. Cumhurbaşkanı, Kürtlere sırt çevirdi, onlarla tüm görüşmeleri durdurdu ve terörizmde hızlı bir artışa neden oldu. Ülke içindeki durumu daha da istikrarsız hale getirdi.
Bununla birlikte Erdoğan, barışçıl Kürtlerin yaşadığı şehirleri yok ederek kendi halkına yönelik askeri operasyonlar başlattı. Durumu kontrol altına almak için hükûmetin yetersizliği, IŞİD ve PKK’nın saldırılarına yeterli derecede cevap verilememesi Erdoğan’ın meşruiyetini baltalarken, silahlı kuvvetler de 1980’de olduğu gibi ayaklanmak ve ortaya çıkan boşluğu doldurmak için bir sebep bulmuş olabilir.
Ancak ordu da önceki ordu değil. AKP 2002 yılında iktidara geldiği zaman generallerin etkisini azaltmaya ve onların ellerini bağlamaya karar verdi. Ergenekon davası kapsamında yüzlerce subay hapsedildi. Sorunun sonsuza kadar ortadan kaldırıldığı düşünülüyordu. Fakat Erdoğan, Gülen grubuyla ters düşer düşmez tüm davalar yeniden görülmeye başlandı. Hükûmet, birçok hakimin Gülen taraftarı olduğunu açıkladı ve çok sayıda hükümlü serbest bırakıldı.
Yavaş yavaş, her iki taraf da birbirine bağımlı hale geldi ve darbenin gerçek olup olmadığı çok önemli değil, durum değişmeyecek. Erdoğan, tüm birimlerde, bakanlıklarda ve hatta kendi yatağının altında bile bir Gülenist arayabilir, tüm dünyayla kavga edebilir, kendini ulusun babası olarak gösterebilir ve Hamburg’da olduğu gibi bir başka suikast söylentisi yayabilir; o her şeye rağmen Türkiye’de iç siyasi durum göz önüne alındığında halen orduya çok bağlı.
Türkiye’de birçok subay kendini laik devletin ve Kemalist geleneğinin koruyucusu olarak gördüğü için ordu, diktatörlük alışkanlıklarına, sürekli yaşanan ihraçlara ve toplumun İslamlaşmasına açıkça kızıyor.
Bu analiz Rus Pravda gazetesinde çıktı.
İşte Viktor Denisenko’nun yazısı:
5 Temmuz darbe girişiminin birinci yıldönümü kalabalık mitinglerle kutlandı. Erdoğan, Ankara ve İstanbul’da halkın karşısına çıkarak, komplocu oldukları iddia edilen akademisyenler, gazeteciler ve kamu çalışanlarına yönelik operasyonların devam edeceğini söyledi.
Darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen Türk hükûmeti, bu girişimi kimin ve neden kurguladığına dair sorulara cevap veremedi. Erdoğan inatla Fetullah Gülen ve onun takipçilerini suçlamaya devam ediyor. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, darbeden çok önce haberdar oldukları ancak bir şey yapmadıklarına ilişkin tartışmalar da sürüyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise bu girişimini ‘Kontrollü darbe’ olarak tanımlamaya devam ediyor.
Türkiye’de 15 Temmuz gerçeği, görünenden çok daha koyu renkte. Aslında bu durum, 1980’deki askeri darbeden hemen önce Türkiye’deki durumu hatırlatıyor. Halk ikiye ayrılmış durumda ve giderek otoriterleşen Erdoğan’la diyalog kuracak bir imkan bulunmuyor. Bu durum 16 Nisan referandumundan sonra oluştu ve Erdoğan Türk siyasi yapısını değiştirerek bütün gücü elinde topladı.
Erdoğan ve AK Parti kitlesel bir ajitasyon gerçekleştirirken, muhalefetin ana akım medyaya erişim imkanını yok etti. Tüm bu tek taraflı kampanyaya rağmen Erdoğan, referandumu, İstanbul, Ankara ve İzmir’i kaybederek kazandı. Buna rağmen bu ders siyasetçileri ve halkı hapsetmeye devam eden ve onları hain ilan eden Erdoğan’a hiçbir şey öğretmedi.
Anamuhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Gandi rolüne bürünerek Ankara’dan İstanbul’a başlattığı yürüyüşe onbinlerce insan katıldı. İnsanlar hak ve hürriyetlerini savunmak ve diktatörlük politikalarına karşı durmak için onunla beraber yürüdü. Yürüyüş 1 milyondan fazla insanın katıldığı mitingle sona erdi.
Ancak Erdoğan, halkın kendisi hakkında ya da onun iç ve dış politikaları hakkında düşündüklerini umursamıyor. O, Suriye sorununun içine daldığından beri durumu şiddetlendirdi. Seksen sandalyeden oluşan ılımlı bir Kürt partisinin ortaya çıkması nedeniyle partisinin çoğunluğu kaybettiği 2015 parlamento seçimlerinden Kürtlere karşı olan bakışını da tamamen değiştirdi. Cumhurbaşkanı, Kürtlere sırt çevirdi, onlarla tüm görüşmeleri durdurdu ve terörizmde hızlı bir artışa neden oldu. Ülke içindeki durumu daha da istikrarsız hale getirdi.
Bununla birlikte Erdoğan, barışçıl Kürtlerin yaşadığı şehirleri yok ederek kendi halkına yönelik askeri operasyonlar başlattı. Durumu kontrol altına almak için hükûmetin yetersizliği, IŞİD ve PKK’nın saldırılarına yeterli derecede cevap verilememesi Erdoğan’ın meşruiyetini baltalarken, silahlı kuvvetler de 1980’de olduğu gibi ayaklanmak ve ortaya çıkan boşluğu doldurmak için bir sebep bulmuş olabilir.
Ancak ordu da önceki ordu değil. AKP 2002 yılında iktidara geldiği zaman generallerin etkisini azaltmaya ve onların ellerini bağlamaya karar verdi. Ergenekon davası kapsamında yüzlerce subay hapsedildi. Sorunun sonsuza kadar ortadan kaldırıldığı düşünülüyordu. Fakat Erdoğan, Gülen grubuyla ters düşer düşmez tüm davalar yeniden görülmeye başlandı. Hükûmet, birçok hakimin Gülen taraftarı olduğunu açıkladı ve çok sayıda hükümlü serbest bırakıldı.
Yavaş yavaş, her iki taraf da birbirine bağımlı hale geldi ve darbenin gerçek olup olmadığı çok önemli değil, durum değişmeyecek. Erdoğan, tüm birimlerde, bakanlıklarda ve hatta kendi yatağının altında bile bir Gülenist arayabilir, tüm dünyayla kavga edebilir, kendini ulusun babası olarak gösterebilir ve Hamburg’da olduğu gibi bir başka suikast söylentisi yayabilir; o her şeye rağmen Türkiye’de iç siyasi durum göz önüne alındığında halen orduya çok bağlı.
Türkiye’de birçok subay kendini laik devletin ve Kemalist geleneğinin koruyucusu olarak gördüğü için ordu, diktatörlük alışkanlıklarına, sürekli yaşanan ihraçlara ve toplumun İslamlaşmasına açıkça kızıyor.
Bu analiz Rus Pravda gazetesinde çıktı.
İşte Viktor Denisenko’nun yazısı:
5 Temmuz darbe girişiminin birinci yıldönümü kalabalık mitinglerle kutlandı. Erdoğan, Ankara ve İstanbul’da halkın karşısına çıkarak, komplocu oldukları iddia edilen akademisyenler, gazeteciler ve kamu çalışanlarına yönelik operasyonların devam edeceğini söyledi.
Darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen Türk hükûmeti, bu girişimi kimin ve neden kurguladığına dair sorulara cevap veremedi. Erdoğan inatla Fetullah Gülen ve onun takipçilerini suçlamaya devam ediyor. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, darbeden çok önce haberdar oldukları ancak bir şey yapmadıklarına ilişkin tartışmalar da sürüyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise bu girişimini ‘Kontrollü darbe’ olarak tanımlamaya devam ediyor.
Türkiye’de 15 Temmuz gerçeği, görünenden çok daha koyu renkte. Aslında bu durum, 1980’deki askeri darbeden hemen önce Türkiye’deki durumu hatırlatıyor. Halk ikiye ayrılmış durumda ve giderek otoriterleşen Erdoğan’la diyalog kuracak bir imkan bulunmuyor. Bu durum 16 Nisan referandumundan sonra oluştu ve Erdoğan Türk siyasi yapısını değiştirerek bütün gücü elinde topladı.
Erdoğan ve AK Parti kitlesel bir ajitasyon gerçekleştirirken, muhalefetin ana akım medyaya erişim imkanını yok etti. Tüm bu tek taraflı kampanyaya rağmen Erdoğan, referandumu, İstanbul, Ankara ve İzmir’i kaybederek kazandı. Buna rağmen bu ders siyasetçileri ve halkı hapsetmeye devam eden ve onları hain ilan eden Erdoğan’a hiçbir şey öğretmedi.
Anamuhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Gandi rolüne bürünerek Ankara’dan İstanbul’a başlattığı yürüyüşe onbinlerce insan katıldı. İnsanlar hak ve hürriyetlerini savunmak ve diktatörlük politikalarına karşı durmak için onunla beraber yürüdü. Yürüyüş 1 milyondan fazla insanın katıldığı mitingle sona erdi.
Ancak Erdoğan, halkın kendisi hakkında ya da onun iç ve dış politikaları hakkında düşündüklerini umursamıyor. O, Suriye sorununun içine daldığından beri durumu şiddetlendirdi. Seksen sandalyeden oluşan ılımlı bir Kürt partisinin ortaya çıkması nedeniyle partisinin çoğunluğu kaybettiği 2015 parlamento seçimlerinden Kürtlere karşı olan bakışını da tamamen değiştirdi. Cumhurbaşkanı, Kürtlere sırt çevirdi, onlarla tüm görüşmeleri durdurdu ve terörizmde hızlı bir artışa neden oldu. Ülke içindeki durumu daha da istikrarsız hale getirdi.
Bununla birlikte Erdoğan, barışçıl Kürtlerin yaşadığı şehirleri yok ederek kendi halkına yönelik askeri operasyonlar başlattı. Durumu kontrol altına almak için hükûmetin yetersizliği, IŞİD ve PKK’nın saldırılarına yeterli derecede cevap verilememesi Erdoğan’ın meşruiyetini baltalarken, silahlı kuvvetler de 1980’de olduğu gibi ayaklanmak ve ortaya çıkan boşluğu doldurmak için bir sebep bulmuş olabilir.
Ancak ordu da önceki ordu değil. AKP 2002 yılında iktidara geldiği zaman generallerin etkisini azaltmaya ve onların ellerini bağlamaya karar verdi. Ergenekon davası kapsamında yüzlerce subay hapsedildi. Sorunun sonsuza kadar ortadan kaldırıldığı düşünülüyordu. Fakat Erdoğan, Gülen grubuyla ters düşer düşmez tüm davalar yeniden görülmeye başlandı. Hükûmet, birçok hakimin Gülen taraftarı olduğunu açıkladı ve çok sayıda hükümlü serbest bırakıldı.
Yavaş yavaş, her iki taraf da birbirine bağımlı hale geldi ve darbenin gerçek olup olmadığı çok önemli değil, durum değişmeyecek. Erdoğan, tüm birimlerde, bakanlıklarda ve hatta kendi yatağının altında bile bir Gülenist arayabilir, tüm dünyayla kavga edebilir, kendini ulusun babası olarak gösterebilir ve Hamburg’da olduğu gibi bir başka suikast söylentisi yayabilir; o her şeye rağmen Türkiye’de iç siyasi durum göz önüne alındığında halen orduya çok bağlı.
Türkiye’de birçok subay kendini laik devletin ve Kemalist geleneğinin koruyucusu olarak gördüğü için ordu, diktatörlük alışkanlıklarına, sürekli yaşanan ihraçlara ve toplumun İslamlaşmasına açıkça kızıyor.