Türkiye’de hukuki olarak herhangi bir anlam ifade etmeyen kavramlardan yola çıkarak ‘Türk Tipi’ anti-terör söylemler geliştirilebiliyor. Yazar Nurcan Baysal, ‘nasıl terörist olunur’a örneklerle dikkat çekti.
Ben ise “nasıl terörist olunuru” günlük pratik yaşantımızdan kesitlerle anlatmak istiyorum.
Elbette bir Kürt olarak “nasıl terörist olunur?” deneyimimiz Türklerden çok daha fazla ve eskilere dayanıyor. Ben “terörist” lafını 80’lerde çocukken ilk TRT’de “dağlarda Apocu teröristlerle savaşılıyor” denildiğinde duymuştum.
Doğrusu bu “Apocu teröristleri” herkes çok merak ediyordu. Kırdan kent merkezlerine efsaneler almış başını yürümüştü.
Daha sonra dağlara kadar uzanmaya gerek kalmadı, köylü ve kentli Kürtler, bizzat kendileri “terörist” olmaya başladılar. Köyde ve kentte “terörist” olmanın farkları vardı elbet.
Köylüler “PKK’lilere yemek, su” verdikleri ya da “koruculuğu kabul etmedikleri” gerekçesi ile “terörist” olup evleri ve köyleri yakılırken; kenttekiler “Özgür Gündem sattıkları”, “Kürt siyasi partilerine üye oldukları” ya da “insan hakları mücadelesi verdikleri” gibi nedenlerle “terörist” oluyorlardı.
Aslında “terörist” olmanın çeşit çeşit yolları vardı. Sadece anadilinde konuşmak, sarı-kırmızı-yeşil bir saç bandı takmak bile “terörist” olmana yetiyordu. Yıllarca çalıştığım Tatvan-Kavar köylerinde bir mele (imam), bana nasıl “terörist mele” olduğunu anlatmıştı:
“PKK’liler arazide dolaşıyordu ama köy olarak bizim ilişkimiz yoktu. 2-3 günde bir karakoldan çağrılıyordum, ‘terörist mele gelsin’ diyorlardı. Teröristin ne demek olduğunu bilmeden terörist olmuştum.”
Bu mele gibi sonuç ya köyünün yakılması, boşaltılması ve sevdiklerinin öldürülmesi, ya da cezaevi ve faili meçhullerdi.
90’lardan bugüne çok zaman geçti. Kısa bir dönem için rafa kaldırılan “terörist” lafı 2015 sonrası hükümetin savaş politikalarına uygun olarak tekrar tedavüle sokuldu.
Kentler yıkılırken, cenazeler yerde bırakılırken “sivillerin öldürüldüğünü” söyleyenler, “barış isteyenler”, hatta “çocuklar ölmesin” diyenler “terörist” olmaya başladılar. 3 yıldır devam eden bu cadı avının sonunda bugün artık barış, eşitlik, adalet, özgürlük gibi insanlığın en kıymetli değerleri için mücadele eden hiç kimsenin bu ülkede “terörist” olmaktan kaçışı yok.
Demirtaş’tan Osman Kavala’ya, insan hakları savunucularından avukatlara, belediye başkanlarından yazarlara, gazetecilere… hükümetin savaş ve şiddet politikalarını eleştiren, barış, eşitlik, adalet talep eden herkes artık “terörist”.
Hatta “Yeni Türkiye”de bu değerleri yüksek sesle talep etmeyenler de terörist olabiliyorlar. Kürtçe ıslık ya da şarkı çalmak, Erdoğan’a hakaret etmek, iktidar dolarlarınızı bozdurun dediğinde dolar satın almış olmak, aynı baz istasyonundan biriyle konuşmuş olmak, bir telefon uygulaması kullanmak, iktidar partisinin uygulamalarını eleştirmek, “şehit” yakının cenazesinde “neden öldü” diye sormak… tüm bunlar sizi “terörist” ve “vatan haini” yapabilir.
Terörist tanımına her gün yenileri ekleniyor. Geçen hafta Boğaziçi Üniversitesi’nde TSK’nın Afrin harekâtına destek olmak için lokum dağıtan öğrencileri protesto ettikleri gerekçesiyle gözaltına alınan 15 Boğaziçili öğrenciden dokuzu tutuklandı.
Tutuklamaların ardından yapılan konuşmalarda üniversitenin öğretim üyelerinden Prof. Faruk Birtek haklı olarak “Ne olacak bu gençlere?” diye soruyordu:
“Bizim üniversiteye dışarıdan tecavüz olmuştur. Terörle falan alakaları yok. Hepsi benim öğrencim. Masum oldukları ortaya çıkacak ama seneler sürecek. Ben ağlıyorum. Dershanede berabersek hapishanede de onlarla olmalı.”
Türkiye’nin en kıymetli üniversitesinde okuyan pırlanta gibi gençleri, 18 yaşındaki insanları almak için 8 maskeli adam, sabah 5’te koçbaşı ile kapı kırarak eve girip, evdekileri yere yatırıyorlar. Muhtemelen “bir terörist daha yakaladık” diye mutlu oluyorlar. Ne acınılası değil mi?
Bu acınılası hale her gün yenileri ekleniyor. Birkaç gün önce Uber’e bineni de kullananı da vatan haini ilan eden İstanbul Taksiciler Birliği başkanı şöyle diyordu:
“Uber, San Francisco’da doğmuş, bugün Afrin’de askeri şehit eden hainlerin ürediği yerdir. Uber eşittir PKK’dır, DEAŞ’tır, resmen teröristtir.”
Kısacası artık bu kadar kolay bu ülkede “terörist” ve “vatan haini” olmak.
Elbette nasıl OHAL’imizden, cezaevlerimize, pervazsıca yıkılan kentlerimizde aramızda farklar varsa, “terörist olmak” açısından da Türkler ve Kürtler olarak aramızda fark var. Türkler sonradan “terörist” olurken, biz Kürtler genelde “terörist” doğuyoruz.
Ama bak sonuç değişmiyor kardeşim. Bugün ülkenin en az yarısı “terörist”.
Bu “terörist” dalgası burada bitmeyecek elbette. Azgın savaş politikalarını devam ettirebilmek için daha çok “haine” ve “teröriste” ihtiyaçları var.
Bazen “Sen de dur biraz, yazmak zorunda mısın, birkaç yıl sus, birkaç yıl dışarı çık” diyen yakınlarıma, şaka ile karışık şöyle söylüyorum:
‘‘Bir sabah uyanacaksınız ve bir bakacaksınız ki peynir ya da zeytin sevenler terörist ilan edilmişler. Ben başkalarının haklarını savunduğum, insan hakları, eşitlik, özgürlük, demokrasi mücadelesi verdiğim için terörist olmuş olacağım ama siz peynir ya da zeytin sevdiğiniz için terörist olmuş olacaksınız. Hangisi daha kıymetli? O nedenle gelin şimdiden bizimle mücadeleyi büyütün.”
Benim şaka ile karışık söylediğim bu sözler görüyorum ki gerçek olmaya doğru gidiyor.
Peynir sevenler, zeytin sevenler (bu arada ikisine de bayılırım, peynirsiz ve zeytinsiz hayat düşünemeyenlerdenim) terörist olmaya hazır mısınız?
‘Yok canım’ demeyin, sıra size geliyor!