Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Daire’nin verdiği KHK’lı Yüksel Yalçınkaya kararı Türkiye’de adil yargılanmayan yüzbinlerce insanın suçsuzluğunu ispatladı. Gülen Hareketi ile irtibat ve iltisaklı olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan, tutuklanan ve cezaevlerine atılan yüzbinlerce insanı aklayan karar akıllara Nahit Emre, Gökhan Açıkkollu Mustafa Kabakçı ve diğerlerini getirdi. Bold Medya birkez daha o isimleri belgeselleştirdi.
Boldmedya’dan Mehmet Doğan bugün yayınlanmaya başlayan belgeseli anlattı;
Galata Kulesi’nden atlayarak hayatına son veren Nahit Emre’yi hatırladınız mı? Danıştay üyesi olan babası Haşim Güney, altı yıldır hapiste olduğu için, psikolojik bunalıma girip intihar eden Nahit Emre. Hayatının baharı çalınan Nahit Emre.
Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan geleceği parlak bir gençti Nahit Emre. 15 Temmuz’dan sonra babasını hücreye koydular. İçinde bulunduğu çaresizlik o kadar ağır geldi ki -herkesin duyması için belki de- simgesel bir yerde bitirdi hikâyesini.
Elleri kelepçeli bir şekilde cenazeye getirilen babasının yüzündeki ifade her şeyi anlatıyordu aslında. Peki, Danıştay Üyesi Haşim Güney’in o bakışları sizin için bir anlam ifade ediyor mu? Kendisi de intihar ederek hayata veda eden büyük edebiyatçı Stefan Zweig yaşasaydı öyle bir ağıt yazardı ki ardından, nesiller Nahit Emre’nin hikâyesine ağlardı. Değdi mi yani…
BEYAZ SANDALYEDEKİ ÖLÜM, MUSTAFA KABAKÇI
Mustafa Kabakçı ismini duydunuz mu hiç. 29 Ağustos 2020’de sabah saat beşte gardiyanlar onu beyaz sandalyesinde hareketsiz buldu. Başı arkaya düşmüş, tırnakları morarmış, elleri bacaklarının üzerinde, oturur vaziyette. Hasta olmasına rağmen defalarca dilekçe yazdı. Ama kimse çığlıklarını duymadı. Kimsesizlerdendi O’da. Karantina hücresinde plastik sandalyenin üzerinde hayatını kaybetti. Türkiye’nin kendi evlatlarına reva gördüğü bu muameleyi ne yaptı da hak etti KHK’lı Mustafa Kabakçı. Bu fotoğrafı görüp hayatınıza kaldığı yerden devam mı ettiniz!
CEZAEVİNDE ÖLDÜRÜLEN NESRİN VE HALİME’LER
Nesrin Gençosman. Cezaevinde Zatürre mikrobu kaptı. Hafta sonu revir kapalı diye ilaçlarını vermediler ve komaya girdi. Hastanede bir hafta direnebildi ay parçası Nesrin. 30 yaşındaydı ve haliyle ilaçlarını vermeyen kişilerin çocuğu değildi. Aynı Halime Gülsu gibi. Tutuklu yakınlarına yardım etmek için köfte yapıp sattığı için gözaltına alındı. SLE (Sistemik Lupus Eritematozus) hastası olan Halime Gülsu’nun raporları kaybedildi. 15 gün ilaçları verilmedi. 15 gün sonra cezaevinden cenazesi çıktı. Halime Gülsu 33 yaşındaydı. Nesrin ve Halime kızınız, kardeşiniz veya en yakınınız olabilirdi. Sizce cezaevinde öldürülmeyi hak ettiler mi? Sahi siz, gerçekten bu iki kadının da terörist olduğuna inanıyor musunuz? Değdi mi yani…
HÜCREDE KALP KRİZİ GEÇİREN TEOMAN GÖKÇE
Türkiye’nin en önemli hukukçularından biriydi Teoman Gökçe. HSYK üyesi iken 15 Temmuz’dan sonra tutuklandı. Kanuna aykırı olmasına rağmen 16 ay 10 metrekarelik cezaevi hücresinde yaşamaya mahkûm edildi. 2 Nisan 2018 tarihinde hücresinde 49 yaşında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Ve bu toprakların bir evladı daha hapis hücresinde canını teslim etti. Yetkililer sağ olsun! Kriz geçirdikten ancak 30 dakika sonra Gökçe’yi hastaneye götürmeyi akıl etti… Ancak… Artık çok geçti. Öncesinde yazdığı dilekçeleri dikkate alsalardı Teoman Gökçe belki yaşıyor olacaktı.
CAN PARELERİNİ EGE’NİN SOĞUK SULARINA BIRAKAN GONCA KARA
Biraz nefes alın diye size yaşayan birinden bahsedelim o zaman. Tanıyor musunuz her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışan bu kahraman kadın Gonca Kara’yı. Ülkesi kendisine hayat hakkı tanımadığı için eşi ile birlikte Meriç’in yolunu tuttu Gonca Kara. Ve tekne alabora olunca 6 yaşındaki Mustafa ve 8 yaşındaki Gülsüm, Ege’nin soğuk sularında boğuldu. Şimdi onlar Sakız adasında Türkiye’ye bakan bir yerde yatıyorlar. Can parelerini kaybeden anneleri Gonca Kara da başka çocuklar bu kaderi yaşamasın diye mücadelesine devam ediyor. Belki bir kişiye faydası dokunur, belki bir kişinin merhameti başka bir kişinin kurtuluşuna vesile olur diye. Sahi bu insanlar bu ülkenin insanı değil miydi? Kapı komşunuz, çay arkadaşınız, veli toplantısında karşılaştığınız kişilerdi bu insanlar.
86 YAŞINDAKİ CEZAEVİNDE TABUTTA ÇIKAN MUSTAFA SAİD TÜRK
2018’de beyin kanaması geçirip yatalak hale gelen 86 yaşındaki Mustafa Said Türk’e cezaevinde kalabilir raporu verildiğinde de sesiniz çıkmadı. Jandarma ve ambulans eşliğinde evinden alınan Mustafa Amcanın hali sizi düşündürmedi mi hiç. 86 yaşındaki hasta mahpus, 25 gün cezaevi-hastane arasında dolaştırıldı. Ahir ömrünün son zamanlarında bunu yaşatan Mustafa Amca’nın acısı ile taş olsanız ortadan çatlamanız lazımdı.
İŞKENCEDE HAYATINI KAYBEDEN VE SUÇSUZSUZ DENİLEN GÖKHAN AÇIKKOLLU
İşkencede hayatını kaybeden ve sonra suçsuzsun denilen Gökhan Açıkkollu. Babası hapiste olduğu için pasaport verilmeyen ve verildiği zaman da artık çok geç olan Ahmet Burhan. Annesine hasret hastanede ölen Yusuf Kerim’e kadar. O kadar çok isim var ki. Bank Asya’da hesabı bulunduğu için tutuklanıp cezaevinde kansere yakalanan Prof. Dr. Haluk Savaş ne demişti hatırlar mısınız? “Eğer bana yurt dışında tedavi hakkı tanınmaz ise bağıra bağıra öleceğim ve herkes bu zulmü kimin yaptığını bilecek.” Demişti. Haluk Savaş söylediği gibi bağıra bağıra öldü. Bu acıyı herkes duydu belki ama çok az kişi hissetti. Tüm toplum kesimlerini saran bu illet ülkenin yetişmiş insanlarına bunları reva gördü. Ne uğruna. Koca bir hiç.
Bu zulüm artık yetmedi mi. Yüzbinlerce insanın maruz kaldığı milyonlarca insanı etkileyen bu devir artık kapansın istemiyor musunuz? Bunun için hayatları karartılan insanların hepsinin ölmesi mi gerekiyor. Vicdanınızın sesini nasıl susturuyorsunuz.
MABEL MATİZ’İN İFADEYE ÇAĞRILMA ABUKLUĞU
Sadece evlerinden 1 dolar çıktığı için terörist oldu insanlar bu ülkede. Ünlü sanatçı Mabel Matiz “Ya bu işler ne” şarkısına çektiği klipte 1 dolarlar havada uçuşuyordu. Sanatçıyı bir dolar kullanarak “terör örgütü propagandası yapmaktan” ifadeye çağırdılar. Hani her şeye tamam dediniz anladık… Ancak sadece bu olay bile ortada ki abukluğu anlamanız için yeterliydi. Ne yaptınız… Her zamanki gibi kulağınızın üzerine yattınız. Ekmek parası için pazarcılık yapan teyze Bylock suçlamasıyla polisler tarafından götürüldüğünde de yaptığınız gibi.
Kaçırılıp haftalarca işkence gören insanlar, daha da kötüsü bir daha izine ulaşılamayan Yusuf Bilge Tunçlar. Cezaevinde büyüyen çocuklar, dışarda annesinden, ailesinden koparılan süt kuzuları. Parçalanacak bir yüreğiniz yok mu acaba.
KAÇIRILAN YUSUF BİLGE TUNÇLAR
Peki, bu zulmü ülke insanlarına reva gören muktedirler. Siz ne zaman duracaksınız. Hak, hukuk talep etmek Türkiye şartlarında zor. Gerçekçi olalım. Ama insanlığınızın gereğini ne zaman yerine getireceksiniz! Gaz odalarından insanların yakıldığı zamana yetişmediniz, toplu katliamların yaşandığı eski devirler de geçti. Yoksa siz bu zulmün mimarları olarak “O devirlerde yaşasaydık keşke! İşimiz daha kolay olurdu.” mu diyorsunuz. Yüreğinizde ki kin ve nefret ateşi sizi de yakana kadar durmayacak mısınız?
ZEBANİ ROLÜNE BÜRÜNMEKTEN SIKLIMADINIZ MI?
Kaç kişinin ölmesi, kaç çocuğun babasız kalması, kaç ailenin perişan olması size yetecek acaba. Ellerinize aldığınız arkaik zamanlardan kalma etiketlerle insan yaftalayan sizler… Zebani rolüne bürünmekten sıkılmadınız mı? Yüzyıl sonra torunlarınız bugünleri okuduğunda neler hissedecek acaba. Yaptığınız veya yapmadığını şeylerden suçlanacak mısınız?
İktidarı, muhalefeti, sivil toplumu, entelektüeli, gazetecisi herkes mi kör oldu. Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanını yaşadık, aynı zamanda Saramago’nun Körlüğünün içinde miyiz? Sadece kör de değilsiniz siz. Durmuyorsunuz da. Konuşmuyorsunuz da. Af edersiniz ama bunların hepsinin aynı anda yaşandığı bir roman bile yok…
İçinizden sadece üç beş kişi bu zulme ses çıkarınca sizin sorumluluğunuz bitiyor mu? Ömer Faruk Gergerlioğlu, Sezgin Tanrıkulu gibi, isminin şerefi sonraki kuşaklarına yetecek bir avuç insan mı haykıracak sadece gerçekleri. Ama onlar diye başlayan garez ve kin dolu sözlerle vicdan rahatlatması nereye kadar devam edecek.
Hani anlatmak o kadar zor ki yaşananları. Mesela hapishaneyi ziyaret eden altı yaşındaki çocuğunuzun bezini kontrol etseler ne derdiniz. Ya da iç çamaşırı kontrol edilen koca koca teyzelerden biri olsaydınız. Şair Cahit Zarifoğlu “Ben bu çağdan nefret ettim, etimle kemiğimle nefret ettim…” demişti. Zarifoğlu bu günleri görseydi ne derdi acaba.
6 YAŞINDAKİ ÇOCUKLARIN BEZLERİ KONTROL EDİLİYOR
İnsan onuruna yakışmayan bu alçaltılmayı yaşatanlar başlarını yastığa nasıl koyuyorlar, çocuklarının yüzüne nasıl bakıyorlar. Gencecik kızlar, anneler çıplak aramaya maruz kalırken acaba onlardan hiç bir şey eksilmedi mi? Eksildi… Hem de çok şey… Emin olun…
Yedi yılda ülkenin yetiştirdiği yüzlerce insan hayatını kaybetti. 10 binlerce insan hapislerde çürüsün isteniyor. 100 binlercesi tedirgin bir şekilde bekliyor. Milyonlarca insanın yüzü gülmüyor. Kimse, yurdunu yuvasını sadece nefes almak için ağlaya ağlaya terk eden on binlerce insandan bahsetmiyor bile. Peki, ne zamana kadar sürecek bu zulüm!
AİHM ONLARIN HEPSİNİ AKLADI
AİHM kararı ile bir kez daha bu insanların masumiyeti ortaya çıktı. Bu karara kadar yedi yılda neler oldu neler. Şimdi artık belgelendi. Değdi mi o kadar insanın ahını almaya. Değdi mi ülkenin yüzüne yıllar sürecek bu karayı çalmaya. Değdi mi talihi söndürmeye. Tarihi kirletmeye.
AİHM kararı, ilerde utanç yılları olarak anılacak bu zamanı bitirmek aslında bir fırsat. Güçlü olan haklıdır anlayışı ile hep tahterevalli oyunu mu oynayacak bu ülkenin insanları. Siz rahat koltuğunuz da otururken yanı başınızda insanların boğazlanmasına, hayatlarının söndürülmesine, bitmesine değecek mi? Biri engelli yedi yaşında ki beşizlerin ve 13 yaşındaki ablanın, annesi ve babası ile vedalaşmasını izleyin yüreğiniz yetiyorsa. Baba 9, anne 6 yıl 3 ay ceza aldı. AİHM’nin suç değil diyerek tescillediği eylemlerden dolayı.
Bu ülkenin tarihindeki acı bakiyeler çok. Yenileri de ekleniyor. Daha fazlası eklenmemesi için şimdi değil de ne zaman.