TR724 yazarı Veysel Ayhan, ‘bayram nedir?’ sorusuna yanıt verdi. Ayhan, “Varsın zor ve ağır olsun. Dünyadaki en hakiki bayramlar bizim şu süreçte yaşadığımız bayramlardır.” dedi.
Veysel Ayhan’ın “En zoru kurban etmek…” başlıklı yazısı şöyle;
Bayram şu mudur?
Herkes sağlıklı, herkes müreffeh, herkes mutlu.
Doğru.
Dünya açısından gerçek bayram budur.
Peki gözünü Allah’ın rızasına dikmiş, cenneti ümit eden, cehennemden kurtulmayı uman bir insan için hangi bayramlar hakiki bayramlardır?
Şöyle bir misal vereyim. Diyelim ki ben, ülseri olan, kanseri pankreasına sıçramış, kalp damarlarının yüzde seksen tıkalı bir hastayım.
Benim için bayram nedir?
Sağlıklı olmak, bu illetlerden kurtulmaktır.
Böyle bir hasta iken gidip ‘check up’ oluyorum
Ve doktor sonuçlara baktığında artık hiçbir hastalık belirtisi kalmadığını söylüyor.
Psikolojim ne olur?
O an benim için tarifsiz bir bayram olur.
Konum eskiden de melek nümûn bir hayat yaşayan masumlar değil.
Ben emsal, manevi hastalıklarla boğuşan, düşe kalka bir hayat yaşayanlar.
Benim gibiler için eğer kibirden kurtulduysam, bu durum kanserden kurtulmaktan daha sevindirici.
Benim gibiler için riyadan kurtulup ihlas kazanmışsam, bu durum kalp damarlarımın açılmasından daha mutluluk verici.
Benim gibiler için Allah’tan gelen bela ve musibetler sabredebilecek bir sineye kavuştuysam, bu durum bedenimin tüm virüs ve mikroplardan kurtulmasından değerli.
Mahruti bir bakışla böyle.
2000’li yıllarda “namaz”da öndeki “imam”a sonra arkadaki cemaate bakar ümitsizliğe kapılırdım. Aradaki vadiler, dağlar nasıl kapanır diye düşünürdüm. O günlerde bana soran olsaydı sizin kendileriyle iftihar edeceğiniz kaç “veli”niz var diye?
Muhtemelen bilebildiğim bir iki isim sayardım. Başka da sayamazdım.
Benim gördüğümü “imam”ın görmemesi mümkün değildi ki hep duası şunlar oldu:
Sinelerin insanlığın ıstırabıyla inlemesi, gönüllerin dua ile çağlaması, peygamberane çile ve mihnetler, sahabi gibi seyr-ü seferler, hicretler ve herkesin kendini sıfırlaması…
Şimdi geriye dönüp baktığımda bu duaların eksizsiz kabul edildiğini görüyorum.
Tüm makam ve mansıplar gitti.
Mal ve menaller gitti.
Güç ve kuvvet gitti.
Kibir gitti, gurur gitti.
Riya ve ucup gitti.
Bunlara badi bir şey kalmadı.
Yani “Kendinizi sıfırlayın” çağrısı cebren karşılık buldu. Ve bugünlere geldik.
Bir esnaf ağabeyim var. Hadsiz varlık sahibiydi. O varlık ve şaşaa içinde mesela ben onu Hz. Ebubekir gibi cömert olsa bile onun yanına oturtmaya imtina edebilirdim. Şimdi dünya namına her şeyini kaybetti. Bu fani varlıkların bedeline artık kalbi hep Allah Rızasıyla çarpıyor. Şimdi baktığımda onu sahabi ve tabiin ile aynı sofrada çok rahat ümit edebiliyorum.
Kadınlar var. Yaşadıklarıyla Hz. Hatice ile yan yanalar. Hz. Meryem gibi çilelerle onlarla aynı bahçeleri paylaşıyorlar.
Eski yıllarda sorulsa bulamayacağım “veli”ler şimdi lâ-yuadd velâ yuhsâ.
Ahirete gitmeyi bir oda değiştirme olarak görmeyenler için bu söylediklerim bir ümniye olabilir. Onlar için süreç tam bir matemhane-i umumi. Sözüm onlara değil.
Ben diğer odadan buraya bakmayı tercih ediyorum.
Bu fani odanın kriterleriyle bâki olan kazanılmıyor.
Zindanda yıllarını geçirenlerle konuşuyorum. Hücrelerde işkence görenleri görüyorum.
Onları dinliyorum. Siz de görüşün. Beni teyid edeceksiniz.
Ve onların Allah’tan gelen, Allah’tan dolayı gelen bu bela ve musibetler karşısındaki boyun eğişlerini ve rızaları görünce her biri gözümde o kadar büyüyor ki… Onlar büyüyor ben cüceleşiyorum. Ağzım açık kalıyor. “Allah’ım bu insanlar nasıl bu kadar yükseldi!” diyorum.
Cenâb-ı Hakk’ın recül-ü facirler eliyle hadiseleri örgülemesi ve Rububiyet sanatıyla bu muhteşem neticeyi halk etmesi karşısında hayrete düşüyorum.
Süreç nasıl sihirli bir iksirmiş ki sonucunda kadın-erkek binlerce sahabi keyfiyetinde insan yetişti diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Alvar İmamı Muhammed Lütfi Efendi (ra) bayram şiirinde şöyle diyordu:
“Can bula cânânını
Bayram o bayram ola”
Evet, binlerce yüz binlerce insan Cânânını buldu. Yaşadıklarına razı olup ümid ediyoruz Rıza makamına erişti.
Şimdi sorayım.
Daha güzel hangi bayram olabilir?
Eski bayramlar şimdiyle kıyas edilebilir mi?
Eskiden kurban kesmek kolaydı.
Zor olan tüm varlığı Allah yoluna kurban etmek. Fiilen yaşanan bu oldu. Bu anlamda hemen herkes mal ve varlığını Allah’a kurban etti. Hz. İbrahimî (as) imtihanlar verildi. Eşinden, çoluk çocuğundan ayrılanlar, İsmail emsal evlatlarından ayrı düşenler… Allah hatırına firaklar, gurbetler…
Bugün muhtemelen pek çok kimse şu mesajı atacak:
“Hakiki bayramlara erişmek dileğiyle…”
Ben de diyorum ki ahiretteki gufran bayramı bir yana…
Dünyadaki en hakiki bayramlar bizim şu süreçte yaşadığımız bayramlardır.
O’nun rızası için O’ndan gelen her şeye katlandığımız, meleklerin ve ruhanilerin takdirini ve gölgesini üzerimizde hissettiğimiz ve Cenab-ı Hakk’ın rızasının bir nur olarak içimizi aydınlattığı bu günler, en eşsiz bayramlardır. Varsın zor ve ağır olsun. Allah’ın takdirine razı olmaktan daha büyük bayram olabilir mi? Bu şartlarda bir bayram değil mi ki O’nun takdiri…
O halde en güzel bayram bu bayramdır.
Allah mübarek etsin.
TR724 yazarı Veysel Ayhan, ‘bayram nedir?’ sorusuna yanıt verdi. Ayhan, “Varsın zor ve ağır olsun. Dünyadaki en hakiki bayramlar bizim şu süreçte yaşadığımız bayramlardır.” dedi.
Veysel Ayhan’ın “En zoru kurban etmek…” başlıklı yazısı şöyle;
Bayram şu mudur?
Herkes sağlıklı, herkes müreffeh, herkes mutlu.
Doğru.
Dünya açısından gerçek bayram budur.
Peki gözünü Allah’ın rızasına dikmiş, cenneti ümit eden, cehennemden kurtulmayı uman bir insan için hangi bayramlar hakiki bayramlardır?
Şöyle bir misal vereyim. Diyelim ki ben, ülseri olan, kanseri pankreasına sıçramış, kalp damarlarının yüzde seksen tıkalı bir hastayım.
Benim için bayram nedir?
Sağlıklı olmak, bu illetlerden kurtulmaktır.
Böyle bir hasta iken gidip ‘check up’ oluyorum
Ve doktor sonuçlara baktığında artık hiçbir hastalık belirtisi kalmadığını söylüyor.
Psikolojim ne olur?
O an benim için tarifsiz bir bayram olur.
Konum eskiden de melek nümûn bir hayat yaşayan masumlar değil.
Ben emsal, manevi hastalıklarla boğuşan, düşe kalka bir hayat yaşayanlar.
Benim gibiler için eğer kibirden kurtulduysam, bu durum kanserden kurtulmaktan daha sevindirici.
Benim gibiler için riyadan kurtulup ihlas kazanmışsam, bu durum kalp damarlarımın açılmasından daha mutluluk verici.
Benim gibiler için Allah’tan gelen bela ve musibetler sabredebilecek bir sineye kavuştuysam, bu durum bedenimin tüm virüs ve mikroplardan kurtulmasından değerli.
Mahruti bir bakışla böyle.
2000’li yıllarda “namaz”da öndeki “imam”a sonra arkadaki cemaate bakar ümitsizliğe kapılırdım. Aradaki vadiler, dağlar nasıl kapanır diye düşünürdüm. O günlerde bana soran olsaydı sizin kendileriyle iftihar edeceğiniz kaç “veli”niz var diye?
Muhtemelen bilebildiğim bir iki isim sayardım. Başka da sayamazdım.
Benim gördüğümü “imam”ın görmemesi mümkün değildi ki hep duası şunlar oldu:
Sinelerin insanlığın ıstırabıyla inlemesi, gönüllerin dua ile çağlaması, peygamberane çile ve mihnetler, sahabi gibi seyr-ü seferler, hicretler ve herkesin kendini sıfırlaması…
Şimdi geriye dönüp baktığımda bu duaların eksizsiz kabul edildiğini görüyorum.
Tüm makam ve mansıplar gitti.
Mal ve menaller gitti.
Güç ve kuvvet gitti.
Kibir gitti, gurur gitti.
Riya ve ucup gitti.
Bunlara badi bir şey kalmadı.
Yani “Kendinizi sıfırlayın” çağrısı cebren karşılık buldu. Ve bugünlere geldik.
Bir esnaf ağabeyim var. Hadsiz varlık sahibiydi. O varlık ve şaşaa içinde mesela ben onu Hz. Ebubekir gibi cömert olsa bile onun yanına oturtmaya imtina edebilirdim. Şimdi dünya namına her şeyini kaybetti. Bu fani varlıkların bedeline artık kalbi hep Allah Rızasıyla çarpıyor. Şimdi baktığımda onu sahabi ve tabiin ile aynı sofrada çok rahat ümit edebiliyorum.
Kadınlar var. Yaşadıklarıyla Hz. Hatice ile yan yanalar. Hz. Meryem gibi çilelerle onlarla aynı bahçeleri paylaşıyorlar.
Eski yıllarda sorulsa bulamayacağım “veli”ler şimdi lâ-yuadd velâ yuhsâ.
Ahirete gitmeyi bir oda değiştirme olarak görmeyenler için bu söylediklerim bir ümniye olabilir. Onlar için süreç tam bir matemhane-i umumi. Sözüm onlara değil.
Ben diğer odadan buraya bakmayı tercih ediyorum.
Bu fani odanın kriterleriyle bâki olan kazanılmıyor.
Zindanda yıllarını geçirenlerle konuşuyorum. Hücrelerde işkence görenleri görüyorum.
Onları dinliyorum. Siz de görüşün. Beni teyid edeceksiniz.
Ve onların Allah’tan gelen, Allah’tan dolayı gelen bu bela ve musibetler karşısındaki boyun eğişlerini ve rızaları görünce her biri gözümde o kadar büyüyor ki… Onlar büyüyor ben cüceleşiyorum. Ağzım açık kalıyor. “Allah’ım bu insanlar nasıl bu kadar yükseldi!” diyorum.
Cenâb-ı Hakk’ın recül-ü facirler eliyle hadiseleri örgülemesi ve Rububiyet sanatıyla bu muhteşem neticeyi halk etmesi karşısında hayrete düşüyorum.
Süreç nasıl sihirli bir iksirmiş ki sonucunda kadın-erkek binlerce sahabi keyfiyetinde insan yetişti diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Alvar İmamı Muhammed Lütfi Efendi (ra) bayram şiirinde şöyle diyordu:
“Can bula cânânını
Bayram o bayram ola”
Evet, binlerce yüz binlerce insan Cânânını buldu. Yaşadıklarına razı olup ümid ediyoruz Rıza makamına erişti.
Şimdi sorayım.
Daha güzel hangi bayram olabilir?
Eski bayramlar şimdiyle kıyas edilebilir mi?
Eskiden kurban kesmek kolaydı.
Zor olan tüm varlığı Allah yoluna kurban etmek. Fiilen yaşanan bu oldu. Bu anlamda hemen herkes mal ve varlığını Allah’a kurban etti. Hz. İbrahimî (as) imtihanlar verildi. Eşinden, çoluk çocuğundan ayrılanlar, İsmail emsal evlatlarından ayrı düşenler… Allah hatırına firaklar, gurbetler…
Bugün muhtemelen pek çok kimse şu mesajı atacak:
“Hakiki bayramlara erişmek dileğiyle…”
Ben de diyorum ki ahiretteki gufran bayramı bir yana…
Dünyadaki en hakiki bayramlar bizim şu süreçte yaşadığımız bayramlardır.
O’nun rızası için O’ndan gelen her şeye katlandığımız, meleklerin ve ruhanilerin takdirini ve gölgesini üzerimizde hissettiğimiz ve Cenab-ı Hakk’ın rızasının bir nur olarak içimizi aydınlattığı bu günler, en eşsiz bayramlardır. Varsın zor ve ağır olsun. Allah’ın takdirine razı olmaktan daha büyük bayram olabilir mi? Bu şartlarda bir bayram değil mi ki O’nun takdiri…
O halde en güzel bayram bu bayramdır.
Allah mübarek etsin.
TR724 yazarı Veysel Ayhan, ‘bayram nedir?’ sorusuna yanıt verdi. Ayhan, “Varsın zor ve ağır olsun. Dünyadaki en hakiki bayramlar bizim şu süreçte yaşadığımız bayramlardır.” dedi.
Veysel Ayhan’ın “En zoru kurban etmek…” başlıklı yazısı şöyle;
Bayram şu mudur?
Herkes sağlıklı, herkes müreffeh, herkes mutlu.
Doğru.
Dünya açısından gerçek bayram budur.
Peki gözünü Allah’ın rızasına dikmiş, cenneti ümit eden, cehennemden kurtulmayı uman bir insan için hangi bayramlar hakiki bayramlardır?
Şöyle bir misal vereyim. Diyelim ki ben, ülseri olan, kanseri pankreasına sıçramış, kalp damarlarının yüzde seksen tıkalı bir hastayım.
Benim için bayram nedir?
Sağlıklı olmak, bu illetlerden kurtulmaktır.
Böyle bir hasta iken gidip ‘check up’ oluyorum
Ve doktor sonuçlara baktığında artık hiçbir hastalık belirtisi kalmadığını söylüyor.
Psikolojim ne olur?
O an benim için tarifsiz bir bayram olur.
Konum eskiden de melek nümûn bir hayat yaşayan masumlar değil.
Ben emsal, manevi hastalıklarla boğuşan, düşe kalka bir hayat yaşayanlar.
Benim gibiler için eğer kibirden kurtulduysam, bu durum kanserden kurtulmaktan daha sevindirici.
Benim gibiler için riyadan kurtulup ihlas kazanmışsam, bu durum kalp damarlarımın açılmasından daha mutluluk verici.
Benim gibiler için Allah’tan gelen bela ve musibetler sabredebilecek bir sineye kavuştuysam, bu durum bedenimin tüm virüs ve mikroplardan kurtulmasından değerli.
Mahruti bir bakışla böyle.
2000’li yıllarda “namaz”da öndeki “imam”a sonra arkadaki cemaate bakar ümitsizliğe kapılırdım. Aradaki vadiler, dağlar nasıl kapanır diye düşünürdüm. O günlerde bana soran olsaydı sizin kendileriyle iftihar edeceğiniz kaç “veli”niz var diye?
Muhtemelen bilebildiğim bir iki isim sayardım. Başka da sayamazdım.
Benim gördüğümü “imam”ın görmemesi mümkün değildi ki hep duası şunlar oldu:
Sinelerin insanlığın ıstırabıyla inlemesi, gönüllerin dua ile çağlaması, peygamberane çile ve mihnetler, sahabi gibi seyr-ü seferler, hicretler ve herkesin kendini sıfırlaması…
Şimdi geriye dönüp baktığımda bu duaların eksizsiz kabul edildiğini görüyorum.
Tüm makam ve mansıplar gitti.
Mal ve menaller gitti.
Güç ve kuvvet gitti.
Kibir gitti, gurur gitti.
Riya ve ucup gitti.
Bunlara badi bir şey kalmadı.
Yani “Kendinizi sıfırlayın” çağrısı cebren karşılık buldu. Ve bugünlere geldik.
Bir esnaf ağabeyim var. Hadsiz varlık sahibiydi. O varlık ve şaşaa içinde mesela ben onu Hz. Ebubekir gibi cömert olsa bile onun yanına oturtmaya imtina edebilirdim. Şimdi dünya namına her şeyini kaybetti. Bu fani varlıkların bedeline artık kalbi hep Allah Rızasıyla çarpıyor. Şimdi baktığımda onu sahabi ve tabiin ile aynı sofrada çok rahat ümit edebiliyorum.
Kadınlar var. Yaşadıklarıyla Hz. Hatice ile yan yanalar. Hz. Meryem gibi çilelerle onlarla aynı bahçeleri paylaşıyorlar.
Eski yıllarda sorulsa bulamayacağım “veli”ler şimdi lâ-yuadd velâ yuhsâ.
Ahirete gitmeyi bir oda değiştirme olarak görmeyenler için bu söylediklerim bir ümniye olabilir. Onlar için süreç tam bir matemhane-i umumi. Sözüm onlara değil.
Ben diğer odadan buraya bakmayı tercih ediyorum.
Bu fani odanın kriterleriyle bâki olan kazanılmıyor.
Zindanda yıllarını geçirenlerle konuşuyorum. Hücrelerde işkence görenleri görüyorum.
Onları dinliyorum. Siz de görüşün. Beni teyid edeceksiniz.
Ve onların Allah’tan gelen, Allah’tan dolayı gelen bu bela ve musibetler karşısındaki boyun eğişlerini ve rızaları görünce her biri gözümde o kadar büyüyor ki… Onlar büyüyor ben cüceleşiyorum. Ağzım açık kalıyor. “Allah’ım bu insanlar nasıl bu kadar yükseldi!” diyorum.
Cenâb-ı Hakk’ın recül-ü facirler eliyle hadiseleri örgülemesi ve Rububiyet sanatıyla bu muhteşem neticeyi halk etmesi karşısında hayrete düşüyorum.
Süreç nasıl sihirli bir iksirmiş ki sonucunda kadın-erkek binlerce sahabi keyfiyetinde insan yetişti diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Alvar İmamı Muhammed Lütfi Efendi (ra) bayram şiirinde şöyle diyordu:
“Can bula cânânını
Bayram o bayram ola”
Evet, binlerce yüz binlerce insan Cânânını buldu. Yaşadıklarına razı olup ümid ediyoruz Rıza makamına erişti.
Şimdi sorayım.
Daha güzel hangi bayram olabilir?
Eski bayramlar şimdiyle kıyas edilebilir mi?
Eskiden kurban kesmek kolaydı.
Zor olan tüm varlığı Allah yoluna kurban etmek. Fiilen yaşanan bu oldu. Bu anlamda hemen herkes mal ve varlığını Allah’a kurban etti. Hz. İbrahimî (as) imtihanlar verildi. Eşinden, çoluk çocuğundan ayrılanlar, İsmail emsal evlatlarından ayrı düşenler… Allah hatırına firaklar, gurbetler…
Bugün muhtemelen pek çok kimse şu mesajı atacak:
“Hakiki bayramlara erişmek dileğiyle…”
Ben de diyorum ki ahiretteki gufran bayramı bir yana…
Dünyadaki en hakiki bayramlar bizim şu süreçte yaşadığımız bayramlardır.
O’nun rızası için O’ndan gelen her şeye katlandığımız, meleklerin ve ruhanilerin takdirini ve gölgesini üzerimizde hissettiğimiz ve Cenab-ı Hakk’ın rızasının bir nur olarak içimizi aydınlattığı bu günler, en eşsiz bayramlardır. Varsın zor ve ağır olsun. Allah’ın takdirine razı olmaktan daha büyük bayram olabilir mi? Bu şartlarda bir bayram değil mi ki O’nun takdiri…
O halde en güzel bayram bu bayramdır.
Allah mübarek etsin.
TR724 yazarı Veysel Ayhan, ‘bayram nedir?’ sorusuna yanıt verdi. Ayhan, “Varsın zor ve ağır olsun. Dünyadaki en hakiki bayramlar bizim şu süreçte yaşadığımız bayramlardır.” dedi.
Veysel Ayhan’ın “En zoru kurban etmek…” başlıklı yazısı şöyle;
Bayram şu mudur?
Herkes sağlıklı, herkes müreffeh, herkes mutlu.
Doğru.
Dünya açısından gerçek bayram budur.
Peki gözünü Allah’ın rızasına dikmiş, cenneti ümit eden, cehennemden kurtulmayı uman bir insan için hangi bayramlar hakiki bayramlardır?
Şöyle bir misal vereyim. Diyelim ki ben, ülseri olan, kanseri pankreasına sıçramış, kalp damarlarının yüzde seksen tıkalı bir hastayım.
Benim için bayram nedir?
Sağlıklı olmak, bu illetlerden kurtulmaktır.
Böyle bir hasta iken gidip ‘check up’ oluyorum
Ve doktor sonuçlara baktığında artık hiçbir hastalık belirtisi kalmadığını söylüyor.
Psikolojim ne olur?
O an benim için tarifsiz bir bayram olur.
Konum eskiden de melek nümûn bir hayat yaşayan masumlar değil.
Ben emsal, manevi hastalıklarla boğuşan, düşe kalka bir hayat yaşayanlar.
Benim gibiler için eğer kibirden kurtulduysam, bu durum kanserden kurtulmaktan daha sevindirici.
Benim gibiler için riyadan kurtulup ihlas kazanmışsam, bu durum kalp damarlarımın açılmasından daha mutluluk verici.
Benim gibiler için Allah’tan gelen bela ve musibetler sabredebilecek bir sineye kavuştuysam, bu durum bedenimin tüm virüs ve mikroplardan kurtulmasından değerli.
Mahruti bir bakışla böyle.
2000’li yıllarda “namaz”da öndeki “imam”a sonra arkadaki cemaate bakar ümitsizliğe kapılırdım. Aradaki vadiler, dağlar nasıl kapanır diye düşünürdüm. O günlerde bana soran olsaydı sizin kendileriyle iftihar edeceğiniz kaç “veli”niz var diye?
Muhtemelen bilebildiğim bir iki isim sayardım. Başka da sayamazdım.
Benim gördüğümü “imam”ın görmemesi mümkün değildi ki hep duası şunlar oldu:
Sinelerin insanlığın ıstırabıyla inlemesi, gönüllerin dua ile çağlaması, peygamberane çile ve mihnetler, sahabi gibi seyr-ü seferler, hicretler ve herkesin kendini sıfırlaması…
Şimdi geriye dönüp baktığımda bu duaların eksizsiz kabul edildiğini görüyorum.
Tüm makam ve mansıplar gitti.
Mal ve menaller gitti.
Güç ve kuvvet gitti.
Kibir gitti, gurur gitti.
Riya ve ucup gitti.
Bunlara badi bir şey kalmadı.
Yani “Kendinizi sıfırlayın” çağrısı cebren karşılık buldu. Ve bugünlere geldik.
Bir esnaf ağabeyim var. Hadsiz varlık sahibiydi. O varlık ve şaşaa içinde mesela ben onu Hz. Ebubekir gibi cömert olsa bile onun yanına oturtmaya imtina edebilirdim. Şimdi dünya namına her şeyini kaybetti. Bu fani varlıkların bedeline artık kalbi hep Allah Rızasıyla çarpıyor. Şimdi baktığımda onu sahabi ve tabiin ile aynı sofrada çok rahat ümit edebiliyorum.
Kadınlar var. Yaşadıklarıyla Hz. Hatice ile yan yanalar. Hz. Meryem gibi çilelerle onlarla aynı bahçeleri paylaşıyorlar.
Eski yıllarda sorulsa bulamayacağım “veli”ler şimdi lâ-yuadd velâ yuhsâ.
Ahirete gitmeyi bir oda değiştirme olarak görmeyenler için bu söylediklerim bir ümniye olabilir. Onlar için süreç tam bir matemhane-i umumi. Sözüm onlara değil.
Ben diğer odadan buraya bakmayı tercih ediyorum.
Bu fani odanın kriterleriyle bâki olan kazanılmıyor.
Zindanda yıllarını geçirenlerle konuşuyorum. Hücrelerde işkence görenleri görüyorum.
Onları dinliyorum. Siz de görüşün. Beni teyid edeceksiniz.
Ve onların Allah’tan gelen, Allah’tan dolayı gelen bu bela ve musibetler karşısındaki boyun eğişlerini ve rızaları görünce her biri gözümde o kadar büyüyor ki… Onlar büyüyor ben cüceleşiyorum. Ağzım açık kalıyor. “Allah’ım bu insanlar nasıl bu kadar yükseldi!” diyorum.
Cenâb-ı Hakk’ın recül-ü facirler eliyle hadiseleri örgülemesi ve Rububiyet sanatıyla bu muhteşem neticeyi halk etmesi karşısında hayrete düşüyorum.
Süreç nasıl sihirli bir iksirmiş ki sonucunda kadın-erkek binlerce sahabi keyfiyetinde insan yetişti diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Alvar İmamı Muhammed Lütfi Efendi (ra) bayram şiirinde şöyle diyordu:
“Can bula cânânını
Bayram o bayram ola”
Evet, binlerce yüz binlerce insan Cânânını buldu. Yaşadıklarına razı olup ümid ediyoruz Rıza makamına erişti.
Şimdi sorayım.
Daha güzel hangi bayram olabilir?
Eski bayramlar şimdiyle kıyas edilebilir mi?
Eskiden kurban kesmek kolaydı.
Zor olan tüm varlığı Allah yoluna kurban etmek. Fiilen yaşanan bu oldu. Bu anlamda hemen herkes mal ve varlığını Allah’a kurban etti. Hz. İbrahimî (as) imtihanlar verildi. Eşinden, çoluk çocuğundan ayrılanlar, İsmail emsal evlatlarından ayrı düşenler… Allah hatırına firaklar, gurbetler…
Bugün muhtemelen pek çok kimse şu mesajı atacak:
“Hakiki bayramlara erişmek dileğiyle…”
Ben de diyorum ki ahiretteki gufran bayramı bir yana…
Dünyadaki en hakiki bayramlar bizim şu süreçte yaşadığımız bayramlardır.
O’nun rızası için O’ndan gelen her şeye katlandığımız, meleklerin ve ruhanilerin takdirini ve gölgesini üzerimizde hissettiğimiz ve Cenab-ı Hakk’ın rızasının bir nur olarak içimizi aydınlattığı bu günler, en eşsiz bayramlardır. Varsın zor ve ağır olsun. Allah’ın takdirine razı olmaktan daha büyük bayram olabilir mi? Bu şartlarda bir bayram değil mi ki O’nun takdiri…
O halde en güzel bayram bu bayramdır.
Allah mübarek etsin.