Andımız’ın Danıştay tarafından yeniden okullarda okutulmasına hükmetmesi etrafında dönen tartışmada, taraflar ikiye bölünmüş vaziyette.
Kimileri Andımız’ın toplumu Türklüğü övmeye itmediği görüşünü dillendirirken, kimileri de Andımız’ı ülkedeki farklı etnik yapılar üzerindeki Türkçü bir tahakküm olarak addediyor.
Bu tartışmayı köşesine taşıyan T24 yazarı Oya Baydar, “Vallahi yalan, hele de şu günlerde külliyen yalan. Türk olduğumuz veya Kürt olduğumuz için doğru ve çalışkan değiliz” satırlarının ardından, “Doğrumuz da var eğrimiz de, çalışkanımız da var tembelimiz de, iyimiz de var kötümüz de. Kötücüllüğün, acımasızlığın, gaddarlığın, yalanın, talanın, haksızlığın, adaletsizliğin tavan yaptığı; aklı başında, vicdanlı insanların ‘Bize ne oldu’ diye feryad ettiği; siyasetin kin ve nefret söylemi üzerine kurulduğu, insanların birbirinin boğazına sarılmak için fırsat kolladığı bir dönemde bu sözler ‘Anlat, anlat heyecanlı oluyor, kulağa hoş geliyor’ kıvamında kalıyor” eleştirisinde bulundu.
Baydar, yukarıdaki girişe rağmen temel sorunun bu olmadığını, Türkiye’de Türkler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Romanlar, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Araplar, Süryaniler ve daha da başka milletlerden, halklardan insanlar yaşadığını hatırlattı.
Andımız’ın 1930’lı yıllarda totaliter bir toplum mühendisliği ürünü olduğunu ancak 21. yüzyılda toplumların, halkların ve dolayısıyla taleplerin de değiştiğine işaret eden Baydar, yazısını şu satırlarla sürdürdü:
“Ulus devletlerin asimilasyonist baskılarına, etnik, dinsel, mezhepsel ayrımcılık politikalarına karşı bilinç oluştu. Kürt Kürtlüğünü, Ermeni Ermeniliğini, Alevî Alevîliğini eşit yurttaşlık temelinde özgürce yaşamak, özgürce dile getirmek, kimliğinden korkmamak, kimliğini yitirmemek istiyor artık.
‘Türküm’ diye başlayan, varlığını Türk varlığına armağan eden bir metin; Türkiye’yi vatanı bilen, gördüğü ayrımcılığa, baskıya, zulme rağmen (Hrant Dink’in katledilmesini, Roboski’yi, sadece Kürt oldukları, Kürtçe konuştukları için linç edilenleri, Dersim’de çoluk çocuk kırıma uğratılanları, vb,vb…hatırlayın) bu topraklara sizden benden fazla bağlı Kürtleri, Ermenileri, Rumları, bütün diğer kimlikleri yok sayan, asimile etmeye çalışan bir zihniyetin yansıması değil midir?”
“Okullarda Andımız’ı okuyan Ermeni, Yahudi, Rum çocuklar, ‘Türküm’ derken ne hissediyorlar acaba” sorusunu yönelten Baydar, 1930’larda belki çoğunluğun bu durumun farkında bile olmadığını ancak kimlik bilincinin bunca geliştiği, ülkenin en önemli sorunlarından birinin Kürt sorunu olduğu bir ortamda, ‘Türk, Kürdü de içerir’ sözünün kimseyi ikna edemeyeceğine dikkat çekti.
Baydar, Andımız’ın okullarda yeniden okutulmasını isteyenlere ise şöyle seslendi:
“Diyelim ki Almanya’da yaşayan bir Türksünüz. Alman okuluna giden çocuğunuzun “Almanım, doğruyum çalışkanım……varlığım Alman varlığına armağan olsun” diye ant içmesini nasıl karşılardınız? Oğlum Almanya’da ilkokula giderken, çok şükür ki Hitler döneminin benzer ritüelleri çoktan tarihe karışmıştı. Yoksa Türk milliyetçisi falan olmadığım halde şiddetle itiraz eder, çocuğumu okuldan alırdım. Çünkü kimsenin kimseye kimlik dayatma hakkı olmadığına inanırım: Ne etnik, ne dinsel, ne mezhepsel, ne de ideolojik.
Ya da, siyasal İslamcı iktidarın dindar ve kindar nesiller yetiştirme amacıyla okullarda dersten önce kurandan bir ayet okutmasını veya ‘Dindarım, Müslümanım……..varlığım İslam âlemine armağan olsun’ diye alternatif bir ant önermesini nasıl karşılardınız? Laik kesim sokaklara dökülürdü, ben de en başta giderdim. Çünkü çocuğuma inanç dayatılmasını, reşit olduğunda kendisinin özgürce seçmesi gereken inancı (veya inançsızlığı) iktidarın zorlamasıyla edinmesini kabul etmezdim.
Nüfusunun dörtte birinin kendini Kürt saydığı bir ülkede, hayır sen Türksün zorlamasının nasıl bir ruh hali yaratacağını anlayabilmek için yüz yıllık tarihe ve sonuçlarına bakmak yeter.”