“Eğer bir insan öfke-hırs-inadın da aralarında olduğu taşkınlığa açık bu ve benzeri özelliklerini disiplin altına alamazsa, kendisi ve bulunduğu toplum için ciddi tehdit haline gelebilir.”
Yüce yaratıcı insanı diğer varlıklardan farklı olarak irade gibi çok önemli bir kabiliyetle donatmış ve ona birçok konuda istediği yönde tercih hakkı vermiştir. O, günlük yaşam içinde şuuru, hisleri, gönül dünyası ve seçim yapma becerisi ile her şey olmaya müsait bir varlıktır. Kişisel önceliklerine göre karar verme yetisi, benlik duygusunu öne çıkarmaya açık bir özellik olarak her zaman insanı yanlışa itebilir, önemli bir ayrıcalıkken tuzağa dönüşebilir.
Vazedilen dünyevi kanun ve prensipler, insanları bir yere kadar yanlıştan korusa da tümden kötülükten uzak tutması zordur. Bireyler, kötü duyguların esaretinden kendini koruyacak şekilde bir terbiye sisteminden geçirilmemişse, kimsenin görmediği yerde her fenalığı işleyebilir. Bunlara şehvet-kin ve nefret gibi duyguların sürükleyebileceği karanlık düşünceler de eklenince, onlar hayatın farklı evrelerinde ahlaki çerçeve dışına çıkabilir.
Eğer bir insan öfke-hırs-inadın da aralarında olduğu taşkınlığa açık bu ve benzeri özelliklerini disiplin altına alamazsa, kendisi ve bulunduğu toplum için ciddi tehdit haline gelebilir. Bütün semavi dinlerin öğretilerinin arkasındaki temel saik de insanı eğiterek yanlışa iten duygulardan uzaklaştırmak, onları iyilikle buluşturmaktır.
Dinin prensipleri, insanın zaafları peşinden gidip çalıp çırpmasını, başkasına ait şeyleri zimmetine geçirmesini engelleyecek biçimde ona yeni bir fıtrat kazandırmaya çalışmakta, onun bulunduğu toplumda yanlıştan uzak durmasını cennet ya da ilahı rıza gibi büyük ödüllerle teşvik etmektedir. Çünkü ilahi prensipler insanın;
-İyi ve güzel duygularını öne çıkarmak,
-Sınır tanımaz istek ve arzulara set çekmek için gelmiştir. Her kötülüğü işlemeye açık bir varlık olan insan iradesini ortaya koyabilirse, iç dünyasından gelen yanlış telkinlere kapalı kalmayı başarabilir.
Üstelik insan tabiatının bir parçası olan bu türden kötülüğe açık duygular kontrol altına alınıp, faydalı hizmetlerde kullanırsa bunlar onun hayatını zenginleştiren bir yükselme rampasına da dönüşebilir.
Sağlıklı bir inanç sistemine sahip olanlar;
-Nefsin kötü istek ve dürtülerine karşı koyabilir,
-Şeytani duyguların esareti altına girmekten korunabilir, yanlışlara karşı kendilerini daha kolay frenleyebilirler. Bu yüzden, Türkiye’deki kötü örneklerle son dönemde kanaat değişimi olsa da, yakın zamana kadar halkın büyük çoğunluğu dindar birinden zarar gelmeyeceğine inanır, onun yanında kendini daha güvende hissederdi.
Mesela benlik duygusu, insanın kendi sınırlarını bilmesi, yüce yaratıcıya olan ihtiyacını görmesi için verilmiş bir dürbün gibidir. Bu duygunun, anlamakta zorlandığı birçok gizemli kapıyı açacak bir anahtar olduğunu fark edenler, yüce yaratıcı ile daha derin ilişki kurabilir. Gücünün sınırlarını bilenler olayları daha sağlıklı değerlendirebilir, çevresinde yaşanan en kötü olaylardan bile olumlu sonuçlar çıkarabilir.
Kendini benlik duygusunun esaretine kaptırmış, güç ve kuvvetlerine güvenerek her yanlışı işlemeye müsait hale gelmiş insanları ise frenlemek çok zordur. Onlar girdikleri bu girdaptan kurtulmak için ekstra çaba harcamazlarsa rüzgârın önündeki yaprak gibi her gün başka bir kötülüğü işlemeye yönelir, yaptıkları hak hukuk tanımaz işleriyle kazandıklarını zannederken yere çakıldıklarının farkına bile varamazlar.
Şehvet duygusu, meşru dairede neslin devamı için verilmiş önemli bir haslettir. Bu duygunun aşırılıktan uzak tutulmadığı yerlerde türlü hatalar işlenir. Siyasi muhalifleri bu zaafını bildikleri rakiplerini tuzağa düşürmek için farklı tezgâhlar kurabilir, otel odasındaki görüntülerini medyada dolaşıma sokarak alaşağı edebilirler.
Yanlışa açık duygulardan biri de, insanın doğru bildiği şeylerde ısrar etmesi ve hatadan uzak durması için verilmiş “inat” hissidir. Cephe savaşlarında korkup kaçanlar bir orduyu mağlubiyete sürüklerken, ülkesi için inatla hayatını ortaya koyanların dayanma gücü nice zaferler kazandırmıştır. Bu hissi iradesiyle doğru yerde kullanan insanlar her zaman haktan yana olur, makam-şöhret-rehavet gibi duyguların esaretinden kurtulur. Mağlup olanlar ise kuru bir inat yüzünden biri birine düşer, birlikte hareket etmesi gereken insanlar arasında mesafeler açılır, giderek ortak faaliyet yapma imkânı kaybolur.
Bir organizasyonda kendi görüşünüze uygun düşmese bile;
-Tarafların fikrinden yararlanılarak verilmiş,
-Katılanların hissiyatına dikkat edilerek alınmış,
-Doğru olduğuna herkesin iştirak ettiği kararlarda sebat etme dayanışmayı güçlendirir.
Aksine ortak tercihleri yok sayanlar, kendi kişisel düşüncesine göre tavır değiştirenler, kurulu düzeni bozar ve kargaşaya sebebiyet verirler.
-İnsanın her şart altında doğrunun yanında durmak için gayret göstermesi,
-Ortaya koyduğu fikre ters bile olsa, muhatabın haklı olduğunu gördüğünde kendini frenleyip onu desteklemesi,
-Öfkesine yenik düşüp yumruğunu kaldırdığı yerde duygularını gemleyip geri çekilmesi, onun irade gücünü gösterir. Hz Ömer’i yücelten şey onun cesaret ve kahramanlığı olduğu kadar, hutbede anlattığına itiraz eden yaşlı bir kadının uyarısı karşısında, halkın huzurunda sözünü geri alacak kadar hakperest olmasında aranmalıdır.
Bu gerçekler ortadayken, ülkede dindar olduğunu söyleyen ama kendilerini dinin men ettiği kuralların hiçbirine bağlı hissetmeyen, benliklerine yenik düşmüş bir suç örgütü tarafından esir alınmasını hep birlikte seyrediyoruz.
-Yalan söylemek dinin kesin hükümlerle yasakladığı bir davranış, onlar hedefleri için yalanı mubah sayıyorlar,
-Hırsızlık, başkasının malına göz dikme, hırsına mağlup olmuş bu insanların tabiatlarının parçası haline geliyor,
-İnsan hayatını hiçe sayıyor, iktidarlarını sağlamlaştırmak için masum kanı akıtmaktan sakınmıyorlar,
-Hak ve adalet kavramı onları hiç ilgilendirmiyor, suç ortaklığını reddedenleri hukuk sopasıyla sindiriyorlar,
-Toplumsal huzuru koruma kaygısı taşımıyor, rahatları için halkı fakirlikle boğuşmak zorunda bırakıyorlar,
-Dürüstlük anlayışını tamamen terk ediyor, her fırsatta hileli sahte yöntemlerle öne çıkmaya çalışıyorlar,
-Muhaliflerini kirli kurgularla alt etme planları yapıyor, aldıkları geçici görevi kötü emellerine alet ediyorlar.
Din adına ortaya çıktığını iddia edenler, yukarıda sayılan dinin temel prensiplerine uymayı, taşkınlığa açık duyguları kontrol altına almayı, kısa yoldan sonuca gitmelerine engel bir ayak bağı olarak gördükleri için, siyasi hedefleri uğruna her türlü kirli yola girmekten sakınmıyorlar. Yaklaşım bu olunca da:
-Kazandıkları imkânlarla şımarmış yöneticiler kolayca şehvet tuzaklarına yakalanıyor, onlarca partilinin otel odalarında çekilmiş şantaj görüntüleri piyasaya sürüleceği günü bekliyor,
-Namuslu görünmeyi kimseye kaptırmayan tepe yöneticilerin, elde ettiği güç karşısında başının döndüğü ve mafya örgütleri gibi varlıklı insanları haraca bağlamaya çalıştığı ortaya çıkıyor. (Gazeteci Cevheri Güven’in aktardığına göre) Ülkenin cumhurbaşkanı Naksan’dan 250 milyon dolar rüşvet ve iki üniversiteyi istediği, buna evet denilmeyince devlet aparatı kullanılarak mal varlıklarının yandaşlarla paylaşıldığı anlaşılıyor,
-Halkın dini duygularını istismar edip göreve geldikten sonra, haram helal demeden gözüne kestirdiği her şeyi kendi mülküne katmak isteyenlerin, para sarf etmeden ülkenin en saygın medya organlarını üzerlerine geçirmeye çalışırken çevirdikleri kirli dolaplar, telefon kayıtlarıyla ortaya dökülüyor,
-Hayatlarında yalana tenezzül etmemesi gerekenler, siyasi hedefleri uğruna halkın gözünün içine baka baka ekran karşında yalan söylüyor, kandırmak için hazırladıkları senaryoları utanmadan gerçek gibi sunuyorlar,
-İnsan hayatının kutsal olduğunu vurgulayan bir dine mensup olduklarını iddia ediyor, sırf siyasi ikballeri uğruna (Gazeteci Âdem Yavuz Aslan’ın tespitlerine göre Başbakan Binali Yıldırım’ın da aralarında olduğu 25.000 den fazla insanın ölümünün tasarlandığı) ölümlü darbe senaryoları üzerinden yönetimi gasp etme planı yapıyorlar,
-Din israfı haram saymışken halkın fakirlik içinde hayat sürmesi pahasına lüks ve debdebe içinde bir yaşamı tercih ediyor, kendi rahatları için merkez bankasını kasasını boşaltıyor, herkesten borç dileniyor, hazineye borç olarak gelmiş dövizleri tüketip ve ülkeyi borç batağına sürüklüyorlar,
-İnançları gereği en küçük bir hileye girmemesi, gayrı meşru yollara tevessül etmemesi gereken dindarlar, siyasi hedefleri uğruna her tür kirli işlere bulaşıyor, gücü elle geçirmişken keselerini doldurmanın yollarını arıyor, halkın varlıklarını yağmalıyor, uyuşturucu ticaretine karışıyor, rantı yüksek arazileri, İstanbul’un en gözde köşk yalı ve villalarını, ülkenin en seçkin sanayi kuruluşlarını kendi üzerlerine geçiriyorlar,
-Ülke ekonomik buhranlar içinde kıvranırken onlar, iktidarlarını kaybetmemek için toplumu biri birine düşürmek gibi dinin kesin emirlerle yasakladığı kirli planlar yapıyorlar. (Gazeteci Emre Uslu’nun tespitlerine göre ülkenin derin dehlizlerinde kurgulanmış düzmece senaryolarla) Halkı tahrik edip ülkedeki göçmenlerle karşı karşıya getirmeye, kargaşa ve ölümlerle OHAL ilan edip güçlerini artırmaya ve siyasi hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar.
Bencillik-hırs-kapris-inat gibi kötülüğe açık duygularını frenleme kaygısı taşımayanlar eliyle ülkede;
-Çok geniş kesimler birbirine düşürülüyor,
-Masum insanlar hakkında basit gerekçelerle suç üretiliyor,
-Devlet aparatı muhalifleri bölüp parçalamak ve sindirip yok etmek için kullanılıyor,
-Her şeyden habersiz insanların ölümü üzerinden güç devşirme hesapları yapılıyor,
Ülke karanlıklar içinde bocalayıp dururken, dindar olduğunu iddia edenler dinin tüm kurallarının yok ederek, hem inandıkları değerlere zarar veriyor, hem de en sıkıntılı anlarda köşe dönüp kaçmanın taşlarını döşüyorlar.
*Fethullah Gülen’in “Haset-hırs-inat” konulu yazılarından faydalanılmıştır.
İsmail S. Gülümser / Aktif Haber