Dr. Ergün Çapan: Gülen’in bu tarz ifadelerini hakiki manaya hamledip ondan bir dalalet çıkarmaya çalışmak, cımbızlama mühendisliği ile çok vebal taşıyan bir algı yönetimidir ve bir çifte standarttır.
Bir önceki yazımızda Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in bir insanın görüşlerinin, cımbızlama mühendisliği ile ele alınarak tekfîr ve tadlil edilmemesi yönündeki açıklamalarıyla, kendilerinin başkanlığı döneminde Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında hazırlattığı “Kendi dilinden fe.ö” adlı raporda takip ettikleri metodu bir örnek üzerinden maddeler halinde analiz etmeye başlamıştık. Bu yazımızda kaldığımız yerden devam ediyoruz.
2. Kur’an ve Sünnet’te pek çok mecazi anlatım vardır. Mesela, Allah’ın, Hz. Musa’yı Firavun zulmünden koruması, özel lütuf ve inayetine mazhar kılması anlatılırken şu şekilde mecazi bir ifade kullanılmıştır: “Sana karşı (Ey Musa) gözümün önünde yetiştirilmen için kendimden bir sevgi bırakmıştım.” (Taha, 20/39) Ayette koruma ve muhafaza etmeyi ifade etmek için mecazın bir çeşidi olan istiare-i temsiliye kullanılmıştır. Zira muhafaza altına alınan şey göz önünde bulundurulur ve ona lütuf ve ihsanda bulunulur. (Âlûsi, (1994) Şihabuddin, Ruhu’l-meânî fi tefsiri’l-Kur’ani’l-azîm, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, 8/503)
Müfessirler ayette geçen “gözümün önünde yetiştirilmen” ifadesinin mecaz olduğuna vurgu yapmış ve bunun “ilim, hıfz, görüp gözetmek” gibi manalara geldiğini, Hz. Musa’ya gösterilen özel ihtimamı, hıfzı, riayeti ifade ettiğine dikkatleri çekmişlerdir. (Râzî, Fahreddin, (1999) Mefâtihu’l-gayb, Dâru ihyâi’t-turâsi’l-arabî, Beyrut, 22/48; el-Maverdî, Ali b. Muhammed, en-Nüket ve’l-uyûn, Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut, Lübnan, 3/402; Nesefi, Ebu’l-Berekât, (1998) Medâriku’t-tenzîl ve hakâiku’t-tevîl, Dâru’l-kelimi’t-tayyib, Beyrut, 2/464)
Nitekim Kur’an’da geçen Allah Teâlâ’nın, “Sen bizim gözümüzün önündesin.” (Taha suresi , 20/39; Tur, 52/48; Kamer, 54/14) ifadesi, müfessirlerce zâhirî manasına alınmayıp “ilmimiz, muhafazamız, görüp gözetmemiz, nezaretimiz” şeklinde mecazî anlamda kabul edilmiştir. (Zemahşerî, Mahmud b. Ömer, (1998) el-Keşşâf an hakâik-i gavâmizi’t-tenzîl ve uyûni’l-ekâvîl fi vücûhi’t-te’vîl, Mektebetü ubeykan, Riyad, 4/81-82; Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, 14/386; el-Maverdî, en-Nüket ve’l-uyûn, 5/387; Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Yay. Yayınları, s.4566; İbn-i Âşur Tahir, (1984) et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, Dâru’t-Tunûsiyye, Tunus, 16/219)
Yine Kur’an’da, “Siz nerede olursanız olun O, (Allah) sizinle beraberdir.” (Hadîd, 57/4; Tevbe, 9/40 ayetinde bildirilen beraberlik Allah ile fiziksel beraberlik anlamında değildir. Bu, insanların nerede olursa olsun halinin Yüce Yaratıcı tarafından bilindiğini, O’nun ilminin herşeyi kuşattığını ve hiç bir kimsenin bunun dışına çıkamayacağını bildiren, temsilî ve tasvirî bir anlatımdır. (Ebu’s-Suud, Muhammed b. Muhammed, İrşâdu akli’s-selîm ilâ mezâyâ’l-Kur’ani’l-Kerîm, Dâru ihyâi’t-turâsi’l-arabî, Beyrut, 8/204)
Raporda takip edilen usulün bu ayetlerdeki mecazî ifadelere uygulandığında nasıl bir sonuç çıkacağını birinci örnek üzerinden ele alırsak şöyle bir neticeye varılır: Haşa!“Allah Teâlâ, firavunun sarayında yaşayan insana benzetilmekte ve ona mekan isnat edilmektedir.” denilecek, ardından da Allah’ın (cc) hiçbir şeye benzemediği ve ona mekan isnat edilemeyeceği ile ilgili ayet ve hadisler zikredilerek burada “itikadî açıdan ciddi bir sapma görülmektedir.” denilecekti.
Hadislerde de Allah’ın görüp-gözetmesi mecazî ifadelerle anlatılmaktadır. Mesela, Peygamber Efendimiz, Abdullah İbn Abbas (r.a)’a: “Evladım! Sen Allah’ı koru ki, O da seni korusun. Sen Allah’ı korursan, O’nu önünde bulursun.” buyurmuştur. (Tirmizî, Kıyame, 59; İmam Ahmed, Müsned 1, 307).”
Bu hadis en vecîz (özlü) ve en beliğ mecaz örneklerinden biri olarak kabul edilmiştir. Allah Teâlâ, zaman ve mekandan münezzeh, yön ve cihetten mukaddes olduğu için hadisteki bu mecazi anlatım şu manaya gelmektedir: Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ederek O’nun hukukunu yerine getirir ve ihmal etmezsen O da dünyada ve ahirette seni korur, muhafaza eder. Böylelikle de O’nun himaye ve desteğini nerede olursan ol yanında bulursun. (Suyûtî Celaleddin, (2003) Kûtu’l-Muğtezî alâ câmii’t-Tirmizî, Câmiatü ümmi’l-kurâ, Mekke, 2/604; Aliyyü’l-Kâri, (2002) Mirkâtü’l-mefâtih şerhu mişkâti’l-mesâbih, Dâru’l-fikr, Beyrut, 8/3323)
Rapordaki yöntem yukardaki hadis-i şerife uygulansaydı şöyle demeleri gerekirdi: Hâşâ Hz. Peygamber Allah Teâlâ’yı kendini koruyamayan aciz bir insan gibi tasvir etmekte ve Abdullah b. Abbas’tan O’nu korumasını istemektedir. Sonra Allah Teâlâ’nın her şeye kadir olduğu ve “ol” demesi ile her şeyin bir anda olacağına dair ayetleri delil göstererek hadis-i şerifteki ifadeyi itikadi açıdan açık ve net bir sapma olarak tescil edeceklerdi. Ardından da -hâşâ- Hz. Peygamber’in (sas) insanların şuuraltına yönelik olarak hadislerinin içine Allah hakkında asla düşünülmemesi gereken fikirleri zerk ettiğini iddia etmek zorunda kalacaklardır.
3. Mecazî ve müteşabih ifadeleri zahirine göre anlamak ve ona göre yorumlamak bir kayma ve sapma sebebi olmuştur. İslam inanç esaslarını tespit eden Kelam alimleri, Kur’an ve Sünnet’teki mecazî anlatımların insanların yüce hakikatleri daha iyi anlamalarına yardımcı olmak için seçildiğine dikkat çekmiş ve onları zahirî-lafzî manada anlamanın dalalete düşme sebeplerinden biri olduğuna vurgu yapmışlardır. (Taftazani, Sadeddin, (1981) Şerhu’l-Makâsıd, Dâru’l-meârifi’n-Numaniye, Pakistan, 2/110; al-Îcî, Abdurrahman, (1997), el-Mevâkıf, Dâru’l-cîyl, Lübnan, 3/153; el-Fûde Saîd Abdullatîf, eş-Şerhu’l-kebîr ala akîdeti’t-Tahaviyye, Dâru’z-zehâir, Lübnan, 1/345)
4. Diyanetin kendi eserlerinde de mecazi anlatımların bir üslup özelliği olmasının önemi üzerinde durulmuştur. Nitekim, Görmez’in Diyanet İşleri Başkanlığı Dönemi’nde ve bizzat kendilerinin bilim kurulunun başında olduğu bir heyet tarafından hazırlanan “Hadislerle İslam” adlı eserde hadislerin doğru anlaşılabilmesi için bazı dil özelliklerinin bilinmesine vurgu yapılmış ve mecazî anlatım yönteminin Peygamber Efendimiz tarafından kullanıldığı belirtilmiştir. Yaklaşımlarını kendi ifadeleri ile aynen naklediyoruz: “Hz. Peygamber insanları dine davet ederken Arap dilinin bütün anlatım özelliklerine başvurmuştur. İslam’ın temel hakikatlerini açık ve yalın cümlelerle ifade edebilmek için dolaysız anlatım tarzına başvurduğu gibi, Arap dilindeki teşbih, istiare, mecaz, kinaye gibi anlatım tarzlarından da yararlanmıştır. Anlatmak istediklerini bazen canlı tasvirlerle belleklere yerleştirmeye çalışmış, bazen de her dil ve gelenekte olduğu gibi kıssalarve temsilt hikayeler nakletmiştir. Ayrıca bütün dillerde soyut mefhumları anlatabilmek için somutlaştırma yoluyla anlam aktarmalarına başvurulduğu da bir gerçektir. Somutlaştırma, anlatım gücünü artırmak için yapılan bir deyim aktarmasıdır. Bu, anlatılması güç düşünce ve duyguların, soyut kavramların, somut kavramlar aracılığıyla anlatılmasıdır. Hz. Peygamber de bilhassa tasavvur alanımızın dışında kalan soyut hakikatleri anlatmak için bu yola başvurmuştur. (Diyanet İşleri Başkanlığı, (2014) Hadislerle İslam, Dini Yayınlar, Ankara, 2014, 1/105)
Nitekim, ilgili hadisleri bu bakış açısı ile değerlendirmişlerdir. Bir tane örnek zikredebiliriz: ”Allah Teala şöyle buyurmuştur: ‘Her kim benim veli bir kuluma düşmanlık ederse ona harp ilan ederim. Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha hoş olan bir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Sonunda onu severim. İşte o zaman onun işiten kulağı, gören gözü, sımsıkı tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum. Benden bir şey isterse bunu ona mutlaka veririm. Bana sığınırsa onu mutlaka korurum …”(Buhari, Rikak, 38.)
Bu hadis, Rabbiyle ilişkisini güçlendiren inanmış insanın kazandığı feraset ve basiret melekesinin hangi boyutlara ulaşabileceğini ve onu hangi derecelere yükselteceğini göstermektedir. Bu mertebede kul ile Allah arasındaki perdeler adeta kalkmaktadır. Allah’ın, velim (dostum) diyerek ve sevgisini bahşederek iltifat ettiği kul, bu sevgi bağı sayesinde tüm eşyaya ve kainata ilahi maksatlar muvacehesinde bakmaya başlar. Ayrıca Allah Teala, “Ben kulumu sevince de artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı mesabesinde olurum.” derken, temsili bir ifadeyle, sevgisine mazhar olmuş kuluna yakınlaştığını belirtmek suretiyle ona büyük bir ikramda bulunmaktadır. (Diyanet İşleri Başkanlığı, Hadislerle İslam, 1/461-462) altı çizilen yerde görüldüğü üzere hadisteki anlatım şekli lafzî ve zahiri manasında değerlendirilmemiş mecazi bir anlatım şekli olduğu kabul edilerek ona göre yorumlanmıştır.
Yine Diyanet İslam Ansiklopedisi “Mücessime” ve “Müşebbihe” maddelerinde de ayet ve hadislerdeki mecazî, müteşabih anlatımları hakikat-mecaz ayırımına gitmeksizin lafzî-zâhirî manada anlayıp, yorumlamanın dalalete düşme sebebi olduğuna vurgu yapılmıştır.
Netice itibariyle Kur’an ve Sünnet’te bile pek çok mecazî ifade olduğu alimlerin çoğunluğu tarafından hatta Diyanet’in kendi eserlerinde de kabul edildiği, bunların kullanılmasının dilin bir özelliği ve zenginliği olduğu bilindiği halde Gülen’in bu tarz ifadelerini hakiki manaya hamledip ondan bir dalalet çıkarmaya çalışmak, cımbızlama mühendisliği ile çok vebal taşıyan bir algı yönetimidir ve bir çifte standarttır.
Bir sonraki yazımıza, Gülen’in Türkçe olarak basılan 80 kitabını inceleyerek, 40 bin dakikayı bulan (yaklaşık 670 saat) sesli ve görüntülü konuşmasını dinleyerek ilgili raporu hazırladıklarını öne sürenlerin; Hocaefendi’nin, Allah’ın teşbîh ve tecsîmden uzak olduğunu bildiren ifadelerini nasıl görmezlikten geldiklerini kaynaklarıyla ortaya koyarak ve İslam âlimlerinin rapor hakkındaki görüşlerine yer vererek devam
Dr. Ergün Çapan / Samanyolu Haber