“Hem ülkenin tapusunu kendi üzerine yap, dilediğini zindana at, hınç ve intikamla kan davası güt, hem de “Bize kabile devleti demeyin” de! Ne desin millet? Mahmut mu desin?”
Veysel Ayhan TR 724’teki son yazısında AKP ve Erdoğan’ın adalet anlayışını sorguluyor.
Bazen ne olduğunuzu saklayayım derken ne olduğunuzu açık edersiniz. Erdoğan erken seçim tartışmalarıyla ilgili “Dünyanın hangi gelişmiş ülkesinde belirlenen zamanın dışında seçime gidilir. Bunlar kabile devletlerinin yaptığı işlerdir,” dedi.
Oysa kendisi erken seçimle cumhurbaşkanı olmuştu. 3 Kasım 2019’da yapılması gereken genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimi öne alınmış 24 Haziran 2018’de yapılmıştı. Yerli ve yabancı herkes kabile devletinin farkında. Erdoğan da farkında ama öyle görülmesini istemiyor. “Bize kimse kabile devleti muamelesi yapamaz,” diyor.
Bu yazıda canını sıkan dönerciyi kapatmaya kalkan Denizli valisi gibi kabile valilerini; Saray’dan gelen telefonla veya rüşvet komisyoncusundan gelen mesajla karar veren kabile hakimlerini, uyuşturucu toptancılığı yapan askerleri ve diğer taciz ve tecavüzcüleri yazmayacağım.
AKP genetiğinin en önemli kodundan bahsedeceğim.
AKP’NİN EN ÖNEMLİ GENETİK KODU
Bu kod her kabile devletinin değişmez genetiği.
Tarih boyunca adına “kan davası” denmiş.
Veli, Ali’yi öldürür. Öldüren Veli’dir ama bunun önemi yoktur. Ali’nin karşılığında Veli’nin kabilesinden herhangi biri öldürülür. Halbuki adalet, öldürenin cezalandırılmasıdır. Ama bu uygulanmaz. Karşı kabileden masum da olsa biri öldürülerek “kabile adaleti” sağlanır.
Karşılıklı cinayetler böyle sürer gider. 80 yıl süren kan davaları vardır. Niçin başladığı bile unutulur.
Şöyle hikayeler duyarsınız: ‘‘Beyim, şimdi aslında köyde bir alacak verecek davasından bu iki adam birkaç kez atışmış. Bunun üzerine karşı tarafın dedesi bizim dedemizin üzerine atını sürmüş. Bizimki düşüp kolunu kırmış. O da atıyla üstünden geçmiş. Dava böyle başlamış.’’
İlkellik, bedevilik ve cehaletin bir araya gelmesi ile bu tür “kan davaları” ortaya çıkar.
Onlarca, yüzlerce masum boş yere ölür, çocuklar yetim kalır.
Erdoğan’ın ve AKP’nin adalet anlayışı, işte bu “kan davası” kültürüne dayanıyor.
O sebeple de suçlu sayılan koca bulunamayınca, karısı tutuklanıyor.
Polis müdürü babasına kızıp avukat kızı zindana atılıyor.
Darbe teşebbüsüne katılanlara kızıp, katılmayanlar yargılanıyor.
Askere kızıp öğretmen göz altına alınıyor.
Damat bulunamayınca kayınvalide hapse atılıyor.
Tüm bunlar sadece ilkel kabilelerde olabilecek “adalet” örnekleri.
Sadece “Gülen” soyadını taşıdığı için 50’den fazla insan tutuklandı.
Yüzden fazla üst rütbeli subay, general ve amiral tutuklu ve bunların pek çoğunun eşi de -maalesef- kocaları yüzünden tutuklu.
Türkiye öyle bir tımarhaneye döndü ki kimse de kalkıp “yahu bu kadının kocası darbecilikle yargılanıyor. Kendisi niye tutuklu?” diye sormuyor. Sormaktan korkuyor.
Yargıdaki son örnek 15 Temmuz’daki darbe girişimi sırasında Astsubay Ömer Halisdemir tarafından öldürülen General Semih Terzi.
O gece Diyarbakır’da olan Terzi’nin uçağına, hava sahası kapatılmasına rağmen ilginç bir şekilde kalkış izni verilip tuzağa çekiliyor. Özel Kuvvetlerin girişinde infaz ediliyor. Darbeci demek için doğru dürüst bir delil yok. Ama infaz ediliyor.
Kabile medyası, General Semih Terzi’yi o sabah “darbeci” olarak yaftalayınca emir gereği onu infaz eden Ömer Halisdemir “kahraman” ilan ediliyor.
Semih Terzi, 15 Temmuz akşamına kadar TSK’nın en başarılı generallerinden biri olarak biliniyor.
Varsayalım darbeye kalkıştı. Eşi Nazire Terzi’nin bunda ne suçu olabilir?
Kenan Evren, darbeci diye, eşi Sekine Evren’e darbeci diyen oldu mu?
Tabii ki olmadı.
Çoğu kabile devletinde bile kan davası tarih oldu.
Ama “Bize kabile devleti” demeyin diyen Reis Erdoğan’ın ülkesinde hükmünü devam ettiriyor.
Çiçek Abbas filminin meşhur repliğini hatırlayalım: Minibüsçü Çiçek Abbas’ı oynayan İlyas Salman, eski ustasına “abi” demeyi bırakıp adıyla hitap etmesine kızan “Şakir” rolündeki Şener Şen’e “Ne diyem Mahmut mu diyem?” diyordu.
Çağdaş demokrasilerde “Reis” yoktur. Geçici olarak bir makamda oturan başbakanlar, cumhurbaşkanları vardır. Ama artık Türkiye, tüm unsurlarıyla tam donanımlı bir kabile devleti oldu.
Kabilelerin başındaki insanlara ne denir?
“Kabile reisi” denir.
Hem ülkenin tapusunu kendi üzerine yap, dilediğini zindana at, hınç ve intikamla kan davası güt, hem de “Bize kabile devleti demeyin” de!
Ne desin millet? Mahmut mu desin?
Bak ne güzel, herkes “Reis” diyor.
“Hem ülkenin tapusunu kendi üzerine yap, dilediğini zindana at, hınç ve intikamla kan davası güt, hem de “Bize kabile devleti demeyin” de! Ne desin millet? Mahmut mu desin?”
Veysel Ayhan TR 724’teki son yazısında AKP ve Erdoğan’ın adalet anlayışını sorguluyor.
Bazen ne olduğunuzu saklayayım derken ne olduğunuzu açık edersiniz. Erdoğan erken seçim tartışmalarıyla ilgili “Dünyanın hangi gelişmiş ülkesinde belirlenen zamanın dışında seçime gidilir. Bunlar kabile devletlerinin yaptığı işlerdir,” dedi.
Oysa kendisi erken seçimle cumhurbaşkanı olmuştu. 3 Kasım 2019’da yapılması gereken genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimi öne alınmış 24 Haziran 2018’de yapılmıştı. Yerli ve yabancı herkes kabile devletinin farkında. Erdoğan da farkında ama öyle görülmesini istemiyor. “Bize kimse kabile devleti muamelesi yapamaz,” diyor.
Bu yazıda canını sıkan dönerciyi kapatmaya kalkan Denizli valisi gibi kabile valilerini; Saray’dan gelen telefonla veya rüşvet komisyoncusundan gelen mesajla karar veren kabile hakimlerini, uyuşturucu toptancılığı yapan askerleri ve diğer taciz ve tecavüzcüleri yazmayacağım.
AKP genetiğinin en önemli kodundan bahsedeceğim.
AKP’NİN EN ÖNEMLİ GENETİK KODU
Bu kod her kabile devletinin değişmez genetiği.
Tarih boyunca adına “kan davası” denmiş.
Veli, Ali’yi öldürür. Öldüren Veli’dir ama bunun önemi yoktur. Ali’nin karşılığında Veli’nin kabilesinden herhangi biri öldürülür. Halbuki adalet, öldürenin cezalandırılmasıdır. Ama bu uygulanmaz. Karşı kabileden masum da olsa biri öldürülerek “kabile adaleti” sağlanır.
Karşılıklı cinayetler böyle sürer gider. 80 yıl süren kan davaları vardır. Niçin başladığı bile unutulur.
Şöyle hikayeler duyarsınız: ‘‘Beyim, şimdi aslında köyde bir alacak verecek davasından bu iki adam birkaç kez atışmış. Bunun üzerine karşı tarafın dedesi bizim dedemizin üzerine atını sürmüş. Bizimki düşüp kolunu kırmış. O da atıyla üstünden geçmiş. Dava böyle başlamış.’’
İlkellik, bedevilik ve cehaletin bir araya gelmesi ile bu tür “kan davaları” ortaya çıkar.
Onlarca, yüzlerce masum boş yere ölür, çocuklar yetim kalır.
Erdoğan’ın ve AKP’nin adalet anlayışı, işte bu “kan davası” kültürüne dayanıyor.
O sebeple de suçlu sayılan koca bulunamayınca, karısı tutuklanıyor.
Polis müdürü babasına kızıp avukat kızı zindana atılıyor.
Darbe teşebbüsüne katılanlara kızıp, katılmayanlar yargılanıyor.
Askere kızıp öğretmen göz altına alınıyor.
Damat bulunamayınca kayınvalide hapse atılıyor.
Tüm bunlar sadece ilkel kabilelerde olabilecek “adalet” örnekleri.
Sadece “Gülen” soyadını taşıdığı için 50’den fazla insan tutuklandı.
Yüzden fazla üst rütbeli subay, general ve amiral tutuklu ve bunların pek çoğunun eşi de -maalesef- kocaları yüzünden tutuklu.
Türkiye öyle bir tımarhaneye döndü ki kimse de kalkıp “yahu bu kadının kocası darbecilikle yargılanıyor. Kendisi niye tutuklu?” diye sormuyor. Sormaktan korkuyor.
Yargıdaki son örnek 15 Temmuz’daki darbe girişimi sırasında Astsubay Ömer Halisdemir tarafından öldürülen General Semih Terzi.
O gece Diyarbakır’da olan Terzi’nin uçağına, hava sahası kapatılmasına rağmen ilginç bir şekilde kalkış izni verilip tuzağa çekiliyor. Özel Kuvvetlerin girişinde infaz ediliyor. Darbeci demek için doğru dürüst bir delil yok. Ama infaz ediliyor.
Kabile medyası, General Semih Terzi’yi o sabah “darbeci” olarak yaftalayınca emir gereği onu infaz eden Ömer Halisdemir “kahraman” ilan ediliyor.
Semih Terzi, 15 Temmuz akşamına kadar TSK’nın en başarılı generallerinden biri olarak biliniyor.
Varsayalım darbeye kalkıştı. Eşi Nazire Terzi’nin bunda ne suçu olabilir?
Kenan Evren, darbeci diye, eşi Sekine Evren’e darbeci diyen oldu mu?
Tabii ki olmadı.
Çoğu kabile devletinde bile kan davası tarih oldu.
Ama “Bize kabile devleti” demeyin diyen Reis Erdoğan’ın ülkesinde hükmünü devam ettiriyor.
Çiçek Abbas filminin meşhur repliğini hatırlayalım: Minibüsçü Çiçek Abbas’ı oynayan İlyas Salman, eski ustasına “abi” demeyi bırakıp adıyla hitap etmesine kızan “Şakir” rolündeki Şener Şen’e “Ne diyem Mahmut mu diyem?” diyordu.
Çağdaş demokrasilerde “Reis” yoktur. Geçici olarak bir makamda oturan başbakanlar, cumhurbaşkanları vardır. Ama artık Türkiye, tüm unsurlarıyla tam donanımlı bir kabile devleti oldu.
Kabilelerin başındaki insanlara ne denir?
“Kabile reisi” denir.
Hem ülkenin tapusunu kendi üzerine yap, dilediğini zindana at, hınç ve intikamla kan davası güt, hem de “Bize kabile devleti demeyin” de!
Ne desin millet? Mahmut mu desin?
Bak ne güzel, herkes “Reis” diyor.
“Hem ülkenin tapusunu kendi üzerine yap, dilediğini zindana at, hınç ve intikamla kan davası güt, hem de “Bize kabile devleti demeyin” de! Ne desin millet? Mahmut mu desin?”
Veysel Ayhan TR 724’teki son yazısında AKP ve Erdoğan’ın adalet anlayışını sorguluyor.
Bazen ne olduğunuzu saklayayım derken ne olduğunuzu açık edersiniz. Erdoğan erken seçim tartışmalarıyla ilgili “Dünyanın hangi gelişmiş ülkesinde belirlenen zamanın dışında seçime gidilir. Bunlar kabile devletlerinin yaptığı işlerdir,” dedi.
Oysa kendisi erken seçimle cumhurbaşkanı olmuştu. 3 Kasım 2019’da yapılması gereken genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimi öne alınmış 24 Haziran 2018’de yapılmıştı. Yerli ve yabancı herkes kabile devletinin farkında. Erdoğan da farkında ama öyle görülmesini istemiyor. “Bize kimse kabile devleti muamelesi yapamaz,” diyor.
Bu yazıda canını sıkan dönerciyi kapatmaya kalkan Denizli valisi gibi kabile valilerini; Saray’dan gelen telefonla veya rüşvet komisyoncusundan gelen mesajla karar veren kabile hakimlerini, uyuşturucu toptancılığı yapan askerleri ve diğer taciz ve tecavüzcüleri yazmayacağım.
AKP genetiğinin en önemli kodundan bahsedeceğim.
AKP’NİN EN ÖNEMLİ GENETİK KODU
Bu kod her kabile devletinin değişmez genetiği.
Tarih boyunca adına “kan davası” denmiş.
Veli, Ali’yi öldürür. Öldüren Veli’dir ama bunun önemi yoktur. Ali’nin karşılığında Veli’nin kabilesinden herhangi biri öldürülür. Halbuki adalet, öldürenin cezalandırılmasıdır. Ama bu uygulanmaz. Karşı kabileden masum da olsa biri öldürülerek “kabile adaleti” sağlanır.
Karşılıklı cinayetler böyle sürer gider. 80 yıl süren kan davaları vardır. Niçin başladığı bile unutulur.
Şöyle hikayeler duyarsınız: ‘‘Beyim, şimdi aslında köyde bir alacak verecek davasından bu iki adam birkaç kez atışmış. Bunun üzerine karşı tarafın dedesi bizim dedemizin üzerine atını sürmüş. Bizimki düşüp kolunu kırmış. O da atıyla üstünden geçmiş. Dava böyle başlamış.’’
İlkellik, bedevilik ve cehaletin bir araya gelmesi ile bu tür “kan davaları” ortaya çıkar.
Onlarca, yüzlerce masum boş yere ölür, çocuklar yetim kalır.
Erdoğan’ın ve AKP’nin adalet anlayışı, işte bu “kan davası” kültürüne dayanıyor.
O sebeple de suçlu sayılan koca bulunamayınca, karısı tutuklanıyor.
Polis müdürü babasına kızıp avukat kızı zindana atılıyor.
Darbe teşebbüsüne katılanlara kızıp, katılmayanlar yargılanıyor.
Askere kızıp öğretmen göz altına alınıyor.
Damat bulunamayınca kayınvalide hapse atılıyor.
Tüm bunlar sadece ilkel kabilelerde olabilecek “adalet” örnekleri.
Sadece “Gülen” soyadını taşıdığı için 50’den fazla insan tutuklandı.
Yüzden fazla üst rütbeli subay, general ve amiral tutuklu ve bunların pek çoğunun eşi de -maalesef- kocaları yüzünden tutuklu.
Türkiye öyle bir tımarhaneye döndü ki kimse de kalkıp “yahu bu kadının kocası darbecilikle yargılanıyor. Kendisi niye tutuklu?” diye sormuyor. Sormaktan korkuyor.
Yargıdaki son örnek 15 Temmuz’daki darbe girişimi sırasında Astsubay Ömer Halisdemir tarafından öldürülen General Semih Terzi.
O gece Diyarbakır’da olan Terzi’nin uçağına, hava sahası kapatılmasına rağmen ilginç bir şekilde kalkış izni verilip tuzağa çekiliyor. Özel Kuvvetlerin girişinde infaz ediliyor. Darbeci demek için doğru dürüst bir delil yok. Ama infaz ediliyor.
Kabile medyası, General Semih Terzi’yi o sabah “darbeci” olarak yaftalayınca emir gereği onu infaz eden Ömer Halisdemir “kahraman” ilan ediliyor.
Semih Terzi, 15 Temmuz akşamına kadar TSK’nın en başarılı generallerinden biri olarak biliniyor.
Varsayalım darbeye kalkıştı. Eşi Nazire Terzi’nin bunda ne suçu olabilir?
Kenan Evren, darbeci diye, eşi Sekine Evren’e darbeci diyen oldu mu?
Tabii ki olmadı.
Çoğu kabile devletinde bile kan davası tarih oldu.
Ama “Bize kabile devleti” demeyin diyen Reis Erdoğan’ın ülkesinde hükmünü devam ettiriyor.
Çiçek Abbas filminin meşhur repliğini hatırlayalım: Minibüsçü Çiçek Abbas’ı oynayan İlyas Salman, eski ustasına “abi” demeyi bırakıp adıyla hitap etmesine kızan “Şakir” rolündeki Şener Şen’e “Ne diyem Mahmut mu diyem?” diyordu.
Çağdaş demokrasilerde “Reis” yoktur. Geçici olarak bir makamda oturan başbakanlar, cumhurbaşkanları vardır. Ama artık Türkiye, tüm unsurlarıyla tam donanımlı bir kabile devleti oldu.
Kabilelerin başındaki insanlara ne denir?
“Kabile reisi” denir.
Hem ülkenin tapusunu kendi üzerine yap, dilediğini zindana at, hınç ve intikamla kan davası güt, hem de “Bize kabile devleti demeyin” de!
Ne desin millet? Mahmut mu desin?
Bak ne güzel, herkes “Reis” diyor.
“Hem ülkenin tapusunu kendi üzerine yap, dilediğini zindana at, hınç ve intikamla kan davası güt, hem de “Bize kabile devleti demeyin” de! Ne desin millet? Mahmut mu desin?”
Veysel Ayhan TR 724’teki son yazısında AKP ve Erdoğan’ın adalet anlayışını sorguluyor.
Bazen ne olduğunuzu saklayayım derken ne olduğunuzu açık edersiniz. Erdoğan erken seçim tartışmalarıyla ilgili “Dünyanın hangi gelişmiş ülkesinde belirlenen zamanın dışında seçime gidilir. Bunlar kabile devletlerinin yaptığı işlerdir,” dedi.
Oysa kendisi erken seçimle cumhurbaşkanı olmuştu. 3 Kasım 2019’da yapılması gereken genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimi öne alınmış 24 Haziran 2018’de yapılmıştı. Yerli ve yabancı herkes kabile devletinin farkında. Erdoğan da farkında ama öyle görülmesini istemiyor. “Bize kimse kabile devleti muamelesi yapamaz,” diyor.
Bu yazıda canını sıkan dönerciyi kapatmaya kalkan Denizli valisi gibi kabile valilerini; Saray’dan gelen telefonla veya rüşvet komisyoncusundan gelen mesajla karar veren kabile hakimlerini, uyuşturucu toptancılığı yapan askerleri ve diğer taciz ve tecavüzcüleri yazmayacağım.
AKP genetiğinin en önemli kodundan bahsedeceğim.
AKP’NİN EN ÖNEMLİ GENETİK KODU
Bu kod her kabile devletinin değişmez genetiği.
Tarih boyunca adına “kan davası” denmiş.
Veli, Ali’yi öldürür. Öldüren Veli’dir ama bunun önemi yoktur. Ali’nin karşılığında Veli’nin kabilesinden herhangi biri öldürülür. Halbuki adalet, öldürenin cezalandırılmasıdır. Ama bu uygulanmaz. Karşı kabileden masum da olsa biri öldürülerek “kabile adaleti” sağlanır.
Karşılıklı cinayetler böyle sürer gider. 80 yıl süren kan davaları vardır. Niçin başladığı bile unutulur.
Şöyle hikayeler duyarsınız: ‘‘Beyim, şimdi aslında köyde bir alacak verecek davasından bu iki adam birkaç kez atışmış. Bunun üzerine karşı tarafın dedesi bizim dedemizin üzerine atını sürmüş. Bizimki düşüp kolunu kırmış. O da atıyla üstünden geçmiş. Dava böyle başlamış.’’
İlkellik, bedevilik ve cehaletin bir araya gelmesi ile bu tür “kan davaları” ortaya çıkar.
Onlarca, yüzlerce masum boş yere ölür, çocuklar yetim kalır.
Erdoğan’ın ve AKP’nin adalet anlayışı, işte bu “kan davası” kültürüne dayanıyor.
O sebeple de suçlu sayılan koca bulunamayınca, karısı tutuklanıyor.
Polis müdürü babasına kızıp avukat kızı zindana atılıyor.
Darbe teşebbüsüne katılanlara kızıp, katılmayanlar yargılanıyor.
Askere kızıp öğretmen göz altına alınıyor.
Damat bulunamayınca kayınvalide hapse atılıyor.
Tüm bunlar sadece ilkel kabilelerde olabilecek “adalet” örnekleri.
Sadece “Gülen” soyadını taşıdığı için 50’den fazla insan tutuklandı.
Yüzden fazla üst rütbeli subay, general ve amiral tutuklu ve bunların pek çoğunun eşi de -maalesef- kocaları yüzünden tutuklu.
Türkiye öyle bir tımarhaneye döndü ki kimse de kalkıp “yahu bu kadının kocası darbecilikle yargılanıyor. Kendisi niye tutuklu?” diye sormuyor. Sormaktan korkuyor.
Yargıdaki son örnek 15 Temmuz’daki darbe girişimi sırasında Astsubay Ömer Halisdemir tarafından öldürülen General Semih Terzi.
O gece Diyarbakır’da olan Terzi’nin uçağına, hava sahası kapatılmasına rağmen ilginç bir şekilde kalkış izni verilip tuzağa çekiliyor. Özel Kuvvetlerin girişinde infaz ediliyor. Darbeci demek için doğru dürüst bir delil yok. Ama infaz ediliyor.
Kabile medyası, General Semih Terzi’yi o sabah “darbeci” olarak yaftalayınca emir gereği onu infaz eden Ömer Halisdemir “kahraman” ilan ediliyor.
Semih Terzi, 15 Temmuz akşamına kadar TSK’nın en başarılı generallerinden biri olarak biliniyor.
Varsayalım darbeye kalkıştı. Eşi Nazire Terzi’nin bunda ne suçu olabilir?
Kenan Evren, darbeci diye, eşi Sekine Evren’e darbeci diyen oldu mu?
Tabii ki olmadı.
Çoğu kabile devletinde bile kan davası tarih oldu.
Ama “Bize kabile devleti” demeyin diyen Reis Erdoğan’ın ülkesinde hükmünü devam ettiriyor.
Çiçek Abbas filminin meşhur repliğini hatırlayalım: Minibüsçü Çiçek Abbas’ı oynayan İlyas Salman, eski ustasına “abi” demeyi bırakıp adıyla hitap etmesine kızan “Şakir” rolündeki Şener Şen’e “Ne diyem Mahmut mu diyem?” diyordu.
Çağdaş demokrasilerde “Reis” yoktur. Geçici olarak bir makamda oturan başbakanlar, cumhurbaşkanları vardır. Ama artık Türkiye, tüm unsurlarıyla tam donanımlı bir kabile devleti oldu.
Kabilelerin başındaki insanlara ne denir?
“Kabile reisi” denir.
Hem ülkenin tapusunu kendi üzerine yap, dilediğini zindana at, hınç ve intikamla kan davası güt, hem de “Bize kabile devleti demeyin” de!
Ne desin millet? Mahmut mu desin?
Bak ne güzel, herkes “Reis” diyor.