Türkiye, ateşe benzinle gidercesine Libya’da iç savaşın bir tarafı olmayı tercih ediyor. Erdoğan rejiminin dış politikası ile Türkiye’nin hak ve menfaatleri uyuşmuyor.
BOLD MEDYA’dan FATİH YURTSEVEN’in haberine göre, Beklendiği şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) Trablus Hükumeti’ne destek için Libya’ya gönderilmesine izin veren tezkere, Meclis Genel Kurul’undaki oylamada kabul edildi. Tezkere bir yıl süreyle geçerli olacak.
Tezkere metnini ayrıntılı incelemeden önce bir konuyu açıklığa kavuşturmak gerekiyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) 2259 sayılı kararı ile 17 Aralık 2015 tarihinde Libya’da mücadele eden taraflar arasında imzalanan Süheyrat Anlaşması’nı temel metin kabul ederek, anlaşmada düzenlenen esaslar doğrultusunda Libya Başkanlık Konseyini ve 30 gün içerisinde kurulacak Ulusal Mutabakat Hükumeti’ni meşru temsilci olarak tanıdı.
GÜÇ DAĞILIMI VE YETKİ PAYLAŞIMI
Süheyrat Anlaşması aynı zamanda Libya’da yetkili organlar arasındaki güç dağılımı ve yetki paylaşımını da düzenledi.
Anlaşma’nın 4’uncü maddesi, Ulusal Mutabakat Hükumeti’nin görev süresini, Temsilciler Meclisi tarafından güven oyu verildiği tarihten itibaren bir yıl olarak düzenliyor. Şu an görevde olan Sarraç Hükumeti, Temsilciler Meclisi’nden güven oyu almadı.
Bu haliyle Ulusal Mutabakat Hükumeti’nin meşruiyeti oldukça tartışmalı. Velev ki bu hükumet meşru olsa bile, Erdoğan ile Sarraç arasında imzalanan hem deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşmasının hem de askeri ve güvenlik iş birliği anlaşmasının hukuken geçerliliği de sakat.
“ANLAŞMALAR GEÇERSİZ”
Zira, anlaşmaların geçerli olabilmesi için Süheyrat Anlaşmasının madde 8 bölüm 2f hükmü gereğince, Temsilciler Meclisi’nin onayı gerekiyor. Temsilciler Meclisi Başkanı 12 Aralık’ta yaptığı açıklama da anlaşmaların geçersiz olduğunu ifade etti. Sonuç itibariyle Türkiye; ülke genelinde büyük oranda kontrolünü kaybetmiş, uluslararası desteği her geçen gün azalan, meşruiyeti tartışmalı bir hükumet ile hukuken geçerliliği sakat olan iki anlaşma imzalamış durumda.
Ayrıca, BMGK tarafından alınan kararlar doğrultusunda Libya’ya uygulanan silah ambargosu devam ediyor. 1970 sayılı karar göre; Libya’da savaşan taraflara doğrudan veya dolaylı yollardan silah satışı, askeri konularda eğitim ve teknik yardım yapılması, paralı silahlı asker gönderilmesi yasaklanmış durumda.
BMGK’nin 1973 sayılı kararı uyarınca Libya’ya uygulanan silah ambargosuna yönelik alınan tedbirleri izlemek için BM Libya Uzmanlar Komisyonu kuruldu. Bu komisyon tarafından geçen ay içerisinde sunulan raporda Türkiye’nin ambargoya rağmen Ulusal Mutabakat Hükumeti’ne silah desteğinde bulunduğu ifade edildi.
YASAL DAYANAK
Uygulanan silah ambargosuna rağmen Türkiye, TBMM’de kabul edilen tezkere doğrultusunda yeri, zamanı ve kapsamı Cumhurbaşkanlığınca belirlenecek şekilde Libya’ya veya tezkerede ifade edildiği şekilde bölgeye asker göndermeye hazırlanıyor. Barış Pınarı Harekâtı da dahil olmak üzere, daha önce yapılan tüm sınır ötesi operasyonlarda uluslararası hukuka uygunluk, harekatın gerekçesi olarak ön plana çıkarılmıştı. BM Anlaşması’nın meşru müdafaa hakkını düzenleyen 51’inci maddesi yasal dayanak olarak kabul edilmişti.
DİPLOMATİK ÇABALARA RAĞMEN…
Bu bakış açısıyla tezkere metnini yakından incelediğimizde şöyle deniliyor: “Libya’da çatışmaların sona erdirilmesi, ateşkes sağlanması ve siyasi sürece geri dönülmesi amacıyla yürütülen diplomatik çabalara rağmen, sözde Libya Ulusal Ordusu, dış güçlerden de aldığı destekle saldırılarını sürdürmektedir. Sivilleri ve sivil altyapıyı da hedef alan bu saldırılar nedeniyle Libya’da insani durum giderek kötüleşmektedir. Çatışmalar DEAŞ ve El-Kaide gibi terör örgütlerinin eylemleri için uygun ortam oluşmasına da sebebiyet vermektedir. Diğer taraftan, Libya toprakları ve karasuları Akdeniz üzerinden gerçekleştirilen uluslararası insan ve göçmen kaçakçılığında da kullanılmaktadır. Bu gelişmeler, Libya’ya ilaveten Türkiye dâhil tüm bölge için de tehdit oluşturmaktadır. Sözde Libya Ulusal Ordusuna bağlı unsurlar, Libya’da faaliyet gösteren Türk şirketleri, Libya’da ikamet eden Türk vatandaşları ile Akdeniz’de seyreden Türk bandıralı gemiler gibi Türk çıkarlarının hedef alınacağı yönünde açıklamalarda bulunmaktadır. Sözde Libya Ulusal Ordusunun saldırılarının durdurulmaması ve çatışmaların yoğun bir iç savaşa dönüşmesi halinde Türkiye’nin gerek Akdeniz havzasındaki gerek Kuzey Afrika’daki çıkarları da olumsuz yönde etkilenecektir.”
“SORUMLU GENERAL HAFTER”
Tezkere metninden de anlaşılacağı üzere, şu an Libya’da yaşanan iç çatışmanın istikrarsızlığa neden olduğu, bundan dolayı da terör ve yasa dışı göç faaliyetlerinin meydana geldiği iddia ediliyor. Bunun da sorumlusunun General Hafter komutasındaki Libya Ulusal Ordusu ifade ediliyor. BMGK’nin 2259 sayılı kararında belirtilen meşru hükumete IŞID ve düzensiz göç ile mücadele konusunda BM üyesi ülkeler tarafından yardım edilmesi çağrısının, Sarraç Hükumeti’ne yapılacak askeri yardıma gerekçe olarak gösterilmeye çalışıldığı anlaşılıyor.
Ancak Erdoğan rejimi aksini iddia etse de General Hafter Tobruk’ta bulunan Temsilciler Meclisi tarafından görevlendirilmiş, barış görüşmelerine katılan ve her geçen gün uluslararası desteği artan bir lider. Hafter güçlerine karşı verilecek bir askeri mücadeleyi terörle mücadele kapsamında değerlendirmek zorlama bir yorum olacağı için uluslararası toplum tarafında da destek görmeyecektir.
MENFAATLERİN KORUNMASI
Öte yandan belirtilen bir diğer gerekçe de Libya’daki hak ve menfaatlerimizin korunması vatandaşlarımızın ve Türk bandıralı gemilerin güvenliğinin sağlanması olarak gösteriliyor. Türk bandıralı ticaret gemilerinin korunması için askeri gemilerin Libya karasularına girmesi, Türk vatandaşlarını korumak askerlerimizin için Libya topraklarında konuşlanması bu gerekçe ile BM Anlaşmasının 51’inci maddesi kapsamında meşru müdafaa hakkına dayandırılmaya çalışılıyor. Ancak uluslararası toplumun da yakından takip ettiği gibi, General Hafter Türk gemilerini ambargoyu deldikleri için, Türk vatandaşlarını da iç savaşın bir parçası olma yolunda Sarraç Hükumeti’ne verilen destekten dolayı hedef alıyor.
Türkiye Suriye’de, Esad rejimi BM temsil edilmesine rağmen, Esad’ın meşruiyetini kabul etmez ve Esad’ı devirmeye çalışırken, aynı mantıkla Libya’da tam tersine meşruiyeti tartışmalı Sarraç Hükumeti’ne askeri destek vererek otoritesini hükumetin otoritesini tesis etmesine yardımcı olmaya çalışıyor ve bunu da uluslararası hukuk açısından kabulü oldukça zor olan gerekçelere dayandırmaya çalışıyor. Neresinden bakarsanız bakın tam bir tutarsızlık, tam bir zorlama örneği.
KAYBEDİLEN DESTEĞİ GERİ KAZANMAK İÇİN…
Kitabın ortasından konuşmak gerekirse, Türkiye’nin mevcut dış politikası, iç politikada yaşanan ekonomik kriz, enflasyon, işsizlik, alternatif yeni parti oluşumları gibi sorunlar nedeniyle AKP iktidarının, kaybetmeye devam ettiği kamuoyu desteğini bir şekilde ayakta tutmaya yönelik adımlar çerçevesinde şekillendiriliyor. Cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay, Libya’ya asker gönderme meselesi için “zaten sonunu çok aşırı düşünen kahraman olamaz” diyerek açıklamaya çalışıyor.
Erdoğan rejimi Kurtlar Vadisi tadında bir anlayışla, Türk halkında bulunan milliyetçilik damarını, hamasi bir söylem ile körükleyerek Türkiye’nin yüzleşmek zorunda olduğu asıl sorunları perdelemeye çalışıyor.
ASKERİ HEZİMET OSMANLI’NIN SONUNU GETİRDİ
Maalesef Türkiye şu anda, Erdoğan rejimi sayesinde 1. Dünya Savaşı ve Balkan Harpleri öncesinde Osmanlı Devleti’nin içerisinde bulunduğu şartlar ile benzer bir durum içerisinde bulunuyor. Trablusgarp Savaşı, sonrasında girilen Balkan Savaşları ve yaşanan askeri hezimet Osmanlı Devleti’nin sonunu getirmişti.
Askeri güç ve yeteneklerin farkında varmadan girilecek her türlü macera bugün de aynı sonucu verecektir. Üstelik Türkiye her geçen gün yaptığı revizyonist hareketlerle uluslararası hukuku hiçe sayan bir devlet olarak algılanmaya devam ettikçe bu süreç daha da hızlanacaktır. Muammer Kaddafi’nin devrilmesi ile birlikte iç savaş sarmalına giren; Mısır, Fransa, Rusya, İtalya ve Suudi Arabistan gibi ülkelerinde bir şekilde müdahil olarak çatışmaları körüklediği Libya’da, tarihsel ve kültürel bağlarını da kullanarak yapıcı bir dış politika izlemesi gereken Türkiye, ateşe benzinle gidercesine asker göndermek suretiyle iç savaşın bir tarafı olmayı tercih ediyor. Çünkü Erdoğan rejiminin dış politikası ile Türkiye’nin hak ve menfaatleri uyuşmuyor. Türkiye Libya’da koşar adım ateşe ilerliyor.
KAYNAK: BOLD MEDYA