Her ne kadar Türkiye’de büyüyen ekonomik kriz en büyük sorun gibi görünse de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan aslında başka ciddi bir sorunla karşı karşıya: ülkedeki demokratik muhalefet.
Üniversitesinde toplumda inovasyonun geleceği kürsüsünde direktör olan Gary M. Grossman’ın Pacific Standard’da kaleme aldığı analizi şöyle:
“Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Türk lirasının yabancı para birimleri karşısında değer kaybına uğradığı bu dönemde cumhurbaşkanı olarak görevde. Ülke, Erdoğan iktidara geldiğinden beri karşılaştığı en büyük krizle
karşı karşıya.
Erdoğan, neredeyse yirmi yıldır Türk siyasetindeki en egemen figür. Ancak o ve partisi bu zorlu süreçte politik kontrolü sürdürebilecek mi?
Amerikalı bir akademisyen olarak Türkiye’ye ilgim 1990’larda orada çeşitli bakanlıklarda çalışmamla başladı. Bu sayede siyaset ve politika oluşturulması arasındaki bağlantıları izleyebilme şansı buldum.
Türkiye’de yürüttüğüm çalışmalar, Türk siyasetinin karmaşıklığında bir netlik bulmaya odaklanıyordu. Örneğin, Türkiye’deki parti kimliğinin, bir kişinin eğitim düzeyi, sosyal sınıfı, dindarlığı ve mali kaderi hakkında çok şeyi belirlediği
bilinirdi.
Ancak, tahmin edilebilir siyasi gerçeklikler büyük ölçüde Erdoğan’ın ve Adalet ve Kalkınma Partisi olarak bilinen AKP’sinin ortaya çıkmasıyla son 16 yılda paramparça oldu. Bugün mali kriz görünümüne sahip olan bu kriz aslında Erdoğan ve Türkiye için çok daha büyük bir sorunun göstergesi.
Türkiye 20. yüzyılın sonunda politik, sosyal ve ekonomik bir kargaşa içindeydi. 2001’de Türk lirası bir gecede ABD doları karşısında yüzde 50 değer kaybetti. Erdoğan’ın seçilmesinden önceki on yılda Türkiye’yi dokuz farklı başbakanı ve üç
cumhurbaşkanı altında 12 ayrı hükümeti yönetti. Yolsuzluk yaygındı. Kasım 2002’deki parlamento seçimleri , müesses nizamın siyasi ve askeri öğelerine şok dalgaları gönderdi.
1923’te laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana, Türkiye’de hükümetin anayasal bir direği , din ve devletin ayrılığı olmuştur. Ancak bu ayrım birçok Türkiye vatandaşının güçlü dini aidiyeti göz önüne alındığında, giderek artan bir çatışmanın kaynağı haline gelmişti. 2002 yılında Erdoğan’ın partisi AKP, eski İslamcı Refah Partisi merkezli bir tür koalisyon haline geldi. Parti seçmeninin çoğunluğunu dindarlığını uzun zamandır laik Türk devleti tarafından reddedildiğini düşünen muhafazakar bir kitle oluşturuyordu.
2007 ve 2011’de yapılan seçimler AKP’nin siyasal egemenliğini ve Erdoğan’ın merkeziyetini daha da sağlamlaştırdı. Erdoğan’ın sert yönetimi yıllar geçtikçe, Erdoğan sosyal medya sitelerine erişimi engellemek ve merkez bankası gibi ekonomik kurumlar üzerindeki denetimini artırmak da dahil olmak üzere giderek baskıcı bir hal alan birçok adım attı.
2003’ten beri eski siyasi müttefiklerini de tasfiye ederek gücünü daha da pekiştirdi. 2017’de sembolik görevleri olan cumhurbaşkanının hem hükümetin hem de devletin başı olarak görev yapmasını içeren geniş kapsamlı anayasal değişiklikler önerdi. Bu değişiklikler seçmen tarafından sandıkta onaylandı.
Erdoğan ayrıca, din temelli okulları attırdı, “dindar bir nesil” yetiştirmeyi
vurguladı ve Türkiye’de artan İslamlaşmayı destekledi. 2016’da başarısız bir darbe girişimi Erdoğan’ı devirmeyi amaçladı. Sonrasında ilan edilen Olağanüstü Hal, Türkiye Anayasası tarafından güvence altına alınan özgürlüklerin mahkemelere bile başvurmaksızın yok sayılabileceği anlamına geliyordu. Binlerce kişi tutuklandi; sadece Erdoğan’a muhalif olduğu düşünüldüğü için binlerce kişi de işlerini kaybettiler.
Erdoğan’ın karşı karşıya olduğu güçlük Haziran ayında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri, Erdoğan’ın seçmen üzerindeki iktidarının yanı sıra Türkiye’nin demokratik kurumlarının hayatta kalabilirliğini de ölçen bir test oldu.
Siyasi partiler arasında olası adayların sayısını azaltan koalisyonlar kuruldu. Erdoğan’ın daha dindar ve muhafazakar “Yeni Türkiye”sini kucaklayanlar ile Erdoğan’ın yönetimine aktif olarak direnen daha laik, liberal seçmenler arasında
daha açık bir seçmen tercihi ortaya koydu.
Ancak Erdoğan, oyların yüzde 52.5’ini aldı. Fakat AKP, ilk defa Meclis’te çoğunluk elde etmekte başarısız oldu.
Seçim kampanyası sırasında Erdoğan, Merkez Bankası üzerinde baskıyı devam ettirerek ve faiz oranlarını yapay olarak düşük tutarak Türk Lirasında değer kaybını geçici olarak önlemek için her yolu kullandı. Bu ise Türk Lirasının seçimlerden sonra daha da zayıflamasına yol açtı ve aşırı yüksek enflasyon tehdidini doğurdu. Son zamanlarda Türk Lirasında küçük bir artış olmasına rağmen, finansal kriz sona ermiş değil. Liranın alım gücü sene başıyla karşılaştırmalı olarak yüzde 70 oranında düşme potansiyeline sahip.
Çare demokrasi olabilir mi?
Türk Lirasındaki kriz problemin kendisi değil, Türkiye’de yanlış olan durumun bir belirtisidir. Erdoğan’ın ülke kurumlarını demir yumrukla yönetmesi ve ekonomiyi kendi başına yönetme isteği sonucu ortaya çıkmıştır.
Mali krizin ardında yatan gücün anti-demokratik bir şekilde başkanda yoğunlaşması ve Erdoğan’ın denetlenemeyen yanlış yönetimidir. Fakat Erdoğan’ın hedefi otokratik bir rejim kurmaksa, bunun için demokratik yollardı kullanması onun sonunu da getirebilir. Son 16 yıldaki en büyük ironi buradadır.
Geçmişte bazı partilerin seçimlere katılımının yasaklandığı oldu. Ancak 2002–18 arasında yapılan seçimler Türkiye tarihinin en demokratik ve en yüksek katılımlı seçimleri oldu.
Erdoğan, mutlak bir güç elde etmek için demokrasiyi kullanmış olsa da siyaset bilimci Ersin Şenel’in dediği gibi “Bu böyle devam edemez.”
Türkiye’nin mecliste dört aktif partisi var. Erdoğan seçim sonrasında OHAL’i kaldırdı. Muharrem İnce , Türkiye’de son derece popüler bir siyasi figür olmaya devam ediyor.
Liranın düşüşüyle kışkırtılan mali kriz, bugün Türkiye’deki gerçek dramı maskeliyor: Erdoğan’ı yenmek için demokratik yollar mevcut. Mali yönden ve geçim sıkıntısı anlamında Erdoğan’ın kötü yönetiminin acısını çeken seçmen
elindeki güçle bundan sonra ne yapmayı seçecek?