Neden bazı ülkeler gelişmiş, neden bazıları gelişen diye adlandırılıyor ? Belki de gelişen ülkelerin kafayı sadece büyümeye takmalarından olabilir.
Aklıma şu soru geliyor: Acaba gelişenlerin hiçbiri gelişmiş olamayacak mı ? Uluslararası kuruluşların, özellikle IMF’nin raporları bana pek ümit vermiyor.
Doktora derslerinden kalkınma ile ilgili teorileri ve tezleri de paylaştığım için, bu konuda iki ayrı görüş oluştuğunu görebiliyorum:
– Kalkınma ve Büyüme arasında ciddi bir fark var. Yapısal Reformlar olmadan kalkınma olmaz
– Kalkınamamış Ülkeler kalkınamazlar, çünkü kalkınamazlar.
İkinci önerme sanki baştan savma gibi gözükse de, bu konudaki ümitsizliği de ortaya koyuyor gibi. Bazı ülkelerin sadece büyümeye odaklı kalmaları ve “insan” meselesini en üste koymamasını geleneksel bir yaklaşım olarak nitelendiren uzmanlar var. Özetle, gelenekleri değiştirmek zor diyorlar.
Son IMF raporu gösteriyor ki, gelişmiş ülkelerin Milli Gelir üretmede gelişen ülkelerin gerisinde kaldığı görülüyor. Ancak gelişen ülkelerin büyüme merakı ihracatta etkili olamıyor. Gelişmiş ülkelerin ihracatta aslan payını aldığı ve gelişen ülkeleri gözle görülür şekilde geride bıraktığı anlaşılıyor.
Çin’in ihracattan aldığı pay ABD’yi geride bırakıyor ancak, AB’nin payı Çin’in iki katı. Bu durum gelişen ülkelerin kalite/fiyat rekabetinde kaldığını, gelişmiş ülkelerin ise teknoloji ve bilgi rekabetinde “bilinmeyeni önceden keşfeden ve bundan fayda sağlayan” konumlarını giderek pekiştirdiklerini gösteriyor.
Dijital Dönüşüm sayesinde gelişmişler ve gelişenler arasındaki farkların giderek kapanacağına dair ümitlerim yavaş yavaş azalıyor diyebilirim. Dijital ekonomi üzerinde hükümranlık kurmuş olan şirketlerin, yeni bir “kolonizasyon” faaliyeti başlattıkları, cirolarının ciddi bir kısmını başka ülkelerden sağladıkları göz ününe alınırsa, bu gidişle “güç değişimi” ekonomik değil ama “siyasal kutuplaşma” süreciyle ortaya çıkacak gibi gözüküyor. S-400 ve F-35 meselesine bu pencereden bakmak gerek.
Yani, gelişen ve gelişmişlerin arasındaki farkın Milli Gelir büyüklüğü açısından kapanırken, kalkınma açısından da açılacağını düşünmek yanlış olmaz. En azından elimizde böyle bir ihtimal var.
Sonuç olarak yapısal reformların, büyüme/kalkınma arasındaki tartışmayı, her ikisinin arasındaki tarifi keskin bir şekilde ayıracak bir unsur olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor desem yanlış olmaz.