Bugünkü tatlı tutkumuzun kökleri 7. ve 8. yüzyıllarda Arap dünyasında atıldı. Yeni kurulan Bağdat’ta halk şeker bazlı şerbetler, ballı lapalar, kızartılmış hamur tatlıları ve şekerlemelerle tatlının cazibesini keşfetti. Hatta İngilizce’deki “sugar” (şeker) kelimesi bile Arapça “sukkar”dan geliyor. Bu tatlı kültürü, 11. yüzyıldaki Haçlı Seferleri’nin ardından Avrupa’ya da taşındı. O dönemlerde şekerli yiyecekler nadir bulunan, öğleden sonra uyuklamalarına enerji sağlayan küçük ikramlardı.
Bugünse şeker hayatın her yerinde. ABD’de market raflarındaki gıda ve içeceklerin yüzde 60’ından fazlası ilave şeker içeriyor. Salata, çorba, granola gibi sağlıklı olarak görülen ürünlerde bile şeker bulunabiliyor.
Örneğin bir kutu kola yaklaşık 10 çay kaşığı şeker içeriyor. Domates çorbası ise 7–8 çay kaşığına kadar çıkabiliyor. Bu durum, ortalama bir Kuzey Amerikalı’nın günde yaklaşık 17 çay kaşığı ilave şeker tüketmesini açıklıyor.
Bu yaygınlık, modern beslenme alışkanlıklarının en büyük değişimlerinden biri olarak görülüyor. Sağlık uzmanları, fazla şeker tüketiminin diyabet ve obezite gibi birçok hastalıkla bağlantılı olduğunu söylüyor.
Şeker bağımlılığı: Gerçekten var mı?
Şekerin bağımlılık yarattığını kesinlikle hissedebiliriz. Tatlılara karşı yoğun istek, gizli gizli yeme alışkanlığı, yoksunluk hissi ve ardından gelen çöküş… Bunlar klasik bağımlılık belirtilerine benziyor. Nörobilim çalışmaları, kronik şeker tüketiminin beyindeki nöral yolları değiştirdiğini; dopamin sistemi ve stresle ilişkili bölgeler üzerinde etkili olduğunu ortaya koyuyor.
New York’taki Mount Sinai Morningside Hastanesi’nden gıda bağımlılığı uzmanı Nicole Avena, bu değişimlerin madde bağımlılıklarındaki etkilerle benzerlik gösterdiğini ve şekerin arzulanmasına yol açan döngüyü besleyebileceğini söylüyor.
Yine de şekerin bağımlılık yapan bir madde olup olmadığı tam olarak net değil. Nikotin veya kokain gibi maddeler beyin ödül sistemini doğrudan etkilerken, şeker bu sistemi dolaylı olarak harekete geçiriyor.
Carol Davila Üniversitesi’nden psikiyatrist Octavian Vasiliu’ya göre, bağımlılığı tetikleyen şey şekerin kendisi değil, tüketildiğinde yarattığı haz duygusu. Bu da şekerin, doğrudan kimyasal bağımlılığa yol açan maddelerden farklı değerlendirilmesine neden oluyor. Bu nedenle, şeker bağımlılığı çoğu zaman davranışsal bir bağımlılık olarak sınıflandırılıyor.
Şeker bağımlılığına tam olarak ne sebep oluyor?
Avustralya Queensland Teknoloji Üniversitesi’nden nörobilimciler Selena Bartlett ve Kerri Gillespie, şekerin beyin üzerinde etkili olarak sağlıksız alışkanlıklara yol açabileceğini söylüyor. Özellikle stres altında olan veya zor bir çocukluk geçirmiş bireylerin bu döngüye daha kolay girebildiği belirtiliyor. DW’ye yaptıkları açıklamada, “Şeker tüketimi, duygusal düzenlemeyle yakından bağlantılı” diyorlar.
Araştırmalar, duygusal stresin tatlı krizlerini tetikleyebildiğini, beynin bu şekilde depresif ruh halleriyle başa çıkmaya çalıştığını ortaya koyuyor. Depresyon ve anksiyete, şeker tüketimini artırarak zamanla bağımlılığa zemin hazırlayabiliyor. Bartlett ve Gillespie’ye göre, “Erken dönem stres yaşayan bireylerin beyni, şeker gibi yoğun lezzetli yiyeceklere karşı daha fazla istek geliştirebilecek şekilde programlanabiliyor.”
Zarar verene kadar sorun değil mi?
Bağımlılık, ancak zarara yol açtığında bir sorun haline gelir. Ancak uzmanlara göre, şeker tüketimi zarara yol açmaması neredeyse imkânsız. Vasiliu, kilo alıp almamaktan bağımsız olarak “Aşırı şekerin sağlığa ciddi zararları olduğu bilimsel olarak kanıtlandı” diyor.
Kadınlar için günde 6, erkekler için 9 çay kaşığını geçen şeker tüketimi; diş çürüklerinden kronik yorgunluğa, diyabetten kalp hastalıklarına kadar pek çok sağlık sorununu beraberinde getiriyor. Ayrıca yüksek şekerli diyetler bazı kanser türleri, nörolojik bozukluklar ve Alzheimer gibi demans hastalıklarıyla da ilişkilendiriliyor.
Uzmanlar Gillespie ve Bartlett, haftada dört ya da daha fazla şekerli içecek tüketen bireylerin depresif hissetme olasılığının, haftada birden az tüketenlere göre iki kat fazla olduğunu gösteren çalışmalara da dikkat çekiyor.
Çözüm ne olabilir?
Şeker bağımlılığından kurtulmak mümkün ama bu çok yönlü bir yaklaşım gerektiriyor. Davranışsal müdahalelerden biri olan Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), bireylerin şeker tüketimine yol açan alışkanlıklarını fark edip değiştirmelerine yardımcı olabiliyor. Avena’ya göre, şekeri yavaş yavaş azaltmak, protein ve lif alımını artırmak, yapılandırılmış öğün planlaması yapmak gibi stratejiler de etkili. Bu yöntemler, kan şekerini dengede tutarak yoksunluk belirtilerini hafifletebiliyor.
Ancak uzmanlar, çoğu kişinin tek başına bu bağımlılıktan kurtulmakta zorlandığını belirtiyor. Şeker, bazı uzmanlar tarafından “yeni tütün” olarak tanımlanıyor. Vasiliu, devletlerin devreye girerek sağlıklı gıdaların ulaşılabilirliğini artırması ve işlenmiş gıdaların yoğun reklamını sınırlandırması gerektiğini savunuyor.
Şeker vergileri de etkili bir yöntem olabilir. ABD’de dört farklı eyalette şekerli içeceklere getirilen yüzde 33’lük vergi, satışlarda aynı oranda düşüşe neden oldu. Ancak vergi politikaları zaman zaman başka şekilli ürünlere yönelmeyi tetikleyebiliyor. Örneğin Meksika’da gazlı içecekler vergilendirilince halk, vergiden muaf olan şekerli meyve sularına yöneldi.
Birleşik Krallık’ta 2018’de yürürlüğe giren kademeli şeker vergisi, içeceklerdeki şeker oranına göre farklı vergi oranları uygulayarak üreticilerin tarifleri değiştirmesine ve genel şeker tüketiminin azalmasına yol açtı.
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE