Fransız hukuk profesörü Thomas Hochmann, European Human Rights Law Review dergisinde yayımlanan makalesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hakimi Saadet Yüksel’in bazı davalardaki muhalif görüşlerinin, otoriter rejimlerin AİHM denetiminden kaçınmasına zemin hazırlayabileceğini öne sürdü.
Fransa’daki Strasbourg Üniversitesi’nde görev yapan Prof. Dr. Thomas Hochmann, “Judge Yüksel’s Way: Bad-Faith Regimes and the Dangers of Subsidiarity” (Yargıç Yüksel’in Yolu: Kötü Niyetli Rejimler ve İkincillik İlkesinin Tehlikeleri) başlıklı makalesinde, AİHM’in “ikincillik ilkesi”nin (subsidiarity) bazı durumlarda kötüye kullanılabileceğini savundu.
Hochmann’a göre, Yargıç Saadet Yüksel’in Türkiye’ye ilişkin dosyalarda yazdığı çok sayıdaki muhalif görüş, ulusal mahkemelerin biçimsel olarak AİHM içtihadına atıf yaparak esas ihlalleri gizlemesine imkân tanıyabiliyor.
Makale, ikincillik ilkesinin “devletlerin kendi yargı sistemlerine öncelik tanınması” amacından saparak, “hak ihlallerinden kaçış mekanizması” haline dönüşebileceği uyarısında bulunuyor.
“Yanlış uygulanan ikincillik ilkesi, hakların kalkanı değil; onlardan kaçış için bir rampadır” diyor Hochmann.
Yüksel’in muhalif görüşleri üzerine odaklanma
Hukukçu Ufuk Yeşil’in ayrıntılarını paylaştığı makale, Saadet Yüksel’in 2019’da AİHM’e seçilmesinden bu yana özellikle Türkiye’ye ilişkin davalarda yazdığı 33 muhalif görüşe dikkat çekiyor.
Hochmann’a göre bu görüşlerin büyük kısmı, gazeteciler veya siyasi muhaliflerle ilgili tutukluluk davalarında verildi ve çoğu kez tek başına karşı oy olarak kayda geçti.
Yazar, bu tutumun bireysel bir tercih değil, “yerleşik bir metodoloji”nin yansıması olduğunu savunuyor:
“Yargıç Yüksel’in görüşleri, otoriter rejimler tarafından Mahkeme’ye seçilen diğer yargıçların da kullanabileceği argümanlar üretiyor. Bu görüşler, kötü niyetli uygulamalar için bir tür ‘içtihat dili kılavuzu’ işlevi görebilir.”
“Usule uyum kisvesi altında özde ihlaller gizleniyor”
Makale, AİHM’in kararlarında maddi ihlalin değil, usule ilişkin gerekçelendirme tekniklerinin ön plana çıkmasının riskine dikkat çekiyor. Hochmann, ulusal mahkemelerin AİHM içtihadına atıf yaparak “usulen uyumlu” görünseler de, özdeki hak ihlallerini gizleyebildiğini belirtiyor.
Bu durumun özellikle uzun tutukluluk, ifade özgürlüğü ve adil yargılanma davalarında görüldüğünü, bazı kararların “küçük tazminatlarla” meşrulaştırıldığını ifade ediyor.
Hochmann, örnek olarak Selahattin Demirtaş davasına atıfta bulunarak, AİHM ihlal kararlarının pratik sonuçlarının “yeni yargı dosyaları” üzerinden etkisiz hale getirilebildiğini belirtiyor.
Yargıç Yüksel’in yaklaşımına ilişkin değerlendirme
Makale, Yüksel’in görüşlerinin “otoriter rejimlerde ikincillik ilkesinin nasıl ters etki yaratabileceğini” gösterdiğini vurguluyor:
“Kötü niyetli bir rejim, AİHM’in denetiminden kaçınmak için biçimsel uyum görüntüsü yaratabilir. Bu durumda ikincillik ilkesi, koruma değil korumasızlık sağlar.”
Hochmann, AİHM’in devletlere tanıdığı takdir alanının sınırsız olmadığını, mahkemenin “hakların nihai hakemi” olarak ulusal kararların gerekçelerini daha açık biçimde incelemesi gerektiğini savunuyor.























