Anayasa Mahkemesi eski başkanı Sayın Haşim Kılıç, Karar gazetesinden Elif Çakır’a konuştu:
“Meclis bu belirsizliği ortadan kaldırsaydı bugün bu sorunlar ortaya çıkmayacaktı
TBMM’ne çağrı yaparak, Anayasanın 83. Maddesiyle 14. Maddeye yapılan yollamanın yasayla açıklığa kavuşturularak milletvekillerinin hangi suçlarının dokunulmazlık kapsamı dışında tutulacağının açıklığa kavuşturulmasını istemiştir. Bu çağrı TBMM’ce herhangi bir işlem yapılmayarak sonuçsuz kalmıştır. Meclis bu belirsizliği ortadan kaldırmış olsaydı bugün yaşanan sorunlar ortaya çıkmayacaktı.
Can Atalay kararını veren 13. Ceza Dairesine de AYM ihlal kararını yollayarak; yargılamanın yenilenmesini, kişinin tahliye edilmesini, ihlalin giderilmesini AYM Kuruluş Kanunun 50. Maddesi gereğince belirterek mahkemeden gereğinin yapılmasını istemiştir. Ancak, cezayı veren ve ihlale neden olan mahkeme AYM’nin bu kararını hiçbir işlem yapmadan Yargıtay Başkanlığına yollamıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da AYM’nin kararında yetkisini aştığını Yargıtay’ın görev alanına müdahale edildiğini, yerindelik denetimi yaptığını belirterek takdiri 3. Ceza Dairesine bırakmıştır.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi de AYM kararını adeta “Temyizen” inceleyerek ihlalin giderilmemesine karar vermiş, daha da ileri giderek AYM’de kararı veren üyeler hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Umarım Başsavcılık bu bunu yerine getirmez.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararında Anayasanın 83 ve 14. Maddelerinde herhangi bir belirsizliğin olmadığını, suç tanımı yapılmadığını genel kurallar konulduktan sonra kalan boşlukların yargı içtihatlarıyla doldurulacağını, suç ve cezalarda ki yasallık ilkesinin düşünülemeyeceğini, dokunulmazlık istisnası olan suçların yasa ve içtihatlarla belirli olduğunu, Anayasa Mahkemesinin kendilerinin temyiz görevine el attığını, kendisini süper temyiz mercii olarak gördüğünü, işin esasına girdiğini oysa Anayasanın 148/4 fıkrası gereğince böyle bir denetimin yapılamayacağını belirterek AYM kararına uymayacaklarına karar vermiştir.
Anayasa hükümlerini yorumlamak, kapsamının ne olduğunu belirlemek Anayasa Mahkemesinin TEKELİNDEDİR. Kuşkusuz AYM bu yorumu yaparken Anayasa koyucunun iradesini saptırmadan yapmak durumundadır. Yargıtay 3. Ceza Dairesi Anayasa’yı yorumlayarak 14. maddenin belirsiz olmadığını söylemekle esasen AYM’nin görevine kendisi el atmıştır. Ceza ya da istisnaları yargı içtihatlarina bırakılmayacak kadar hayati öneme sahiptir. Meclisin kanunla takdir edeceği bu konunun yargının inisiyatifine bırakılmasına “suç ve cezalarda yasallık” ilkesi kesinlikle engeldir. Hele hele milletvekillerine yüzbinlerce insanın sorunlarını özgürce dile getirmeleri için tanınan dokunulmazlık imkanının sınırlarının tespiti yargı kararlarının insafına ve keyfine bırakılamaz.
AYM’nin kararı Yargıtay ceza dairesince temyizen incelenerek etkisiz hale getirilmiştir. Anayasanın 153/1 ve son fıkraları AYM kararlarının kesinliğini ve bağlayıcılığını açıkça ifade eder. Yani AYM kararlarına karşı itiraz, temyiz veya karar düzeltmesi gibi yollar öngörülmemiştir. Ceza Dairesinin durumdan vazife çıkararak adeta temyiz görevi niteliğinde karar vermesi Anayasanın 153. maddesinin yok sayılması anlamını taşır.
Bir an için, AYM ile Yargıtay ceza dairesinin kararları görev ve yetki uyuşmazlığı kapsamında düşünülse bile, Anayasanın 158. maddesinin son fıkrası “Diğer mahkemelerle Anayasa mahkemesinin görev uyuşmazlıklarında AYM kararları esas alınır” hükmüne yer verdiği için AYM’nin kararının 153. ve 158. maddeler kapsamında kesinliği tartışılamaz.
Yargıtay Ceza Dairesinin kararı ilgili milletvekilinin ikinci kez hak ihlaline uğramasına sebep olmuştur.
Anayasa Mahkemeleri üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunma kararını “Akıl tutulması” olarak niteliyorum. Mahkemenin çoğunluğunu hedef alan suç duyurularının yasal olarak uygulama kabiliyeti yoktur. Abesle iştigaldir. Umarım Yargıtay Başsavcılığı böyle bir duyuruyu hayata geçirmez. Yargıtay Ceza Dairesinin kararının altında “birikmiş bir öfkenin” varlığı kendini açıkça hissettiriyor. Dünyanın her yerinde AYM’ler ile diğer mahkemeler arasında bireysel başvuru davalarında bu tür anlaşmazlıklar ve çatışmalar olagelmektedir. Bu kurumlar konuşarak diyalog kurarak sorunlarını çözmektedir. Sükûnetle olayları tartışarak çözüm bulmak zor değildir.
Mevcut iktidara buradan bir çağrıda bulunmak isterim. 2004 yılında Anayasanın 90. Maddesinin son fıkrasına ek yaparak hak ve özgürlükler konusunda uluslararası andlaşmalarla milli kanunların farklı hüküm içermesi halinde genişletici yorumları içeren andlaşmaların uygulanmasını öngörmesi; yine Anayasanın 148. Maddesiyle bireysel başvuru yolunu açması, her zaman devrim niteliğinde yapılan değişiklikler olarak alkışlanmıştır. Hukuk dünyamıza kazandırdığımız bu değişikliklerin getirdiği kazanımlara sahip çıkma zamanıdır. Her bireyin ya da kurumun yapılan bu evrensel değişikliklere ve kazanımlara gün gelecek ihtiyacı olacaktır. Hukukun üstünlüğü, hukuk devleti ve hukuk güvenliği 3. Ceza Dairesi’nin bu kararıyla ciddi yara almıştır. Yargı kurumları arasında çatışma görüntüsü ve kararların uygulanmaması en yıkıcı etkisini şüphesiz ki ekonomik alanda hissettirecektir. Hukuk güvenliğinin yok olduğu bir ortamda yaşanan ekonomik olumsuzlukların çözülme şansı oldukça zayıftır. Yargı kararlarının uygulanmasının kamu vicdanını sakinleştirmek gibi bir sonucu vardır. Adaletin ve hukukun üstünlüğünün sorunları çözme gücünden faydalanmalıyız. Sonuçta hukuk vicdandır, adalettir ve ahlaktır.”