“Türkiye, çok kirli, kirli olduğu kadar da tehlikeli bir oyun masasında, kumar oynuyor. Bu kumarın Jöntürklerin Birinci Dünya Savaşı’nda oynadığı kumar gibi, çok ciddi risklerle dolu olduğunu söylememize gerek var mı?”
Tr724 Yazarı Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman’ın ‘Türkiye’nin Suriye’de işi ne?’ başlıklı yazısı şöyle;
Genlerinde Milli Görüş virüsü taşıyan İslamcılar, Arap Baharı’ndan pragmatik nedenlerle yararlanmak istediler. Diktatörlükler devrilirken, Ortadoğu’da İslamcı yönetimler iktidara gelecekti. Sünnici dış politika böyle doğdu. Tıpkı yirminci yüzyılın başındaki Türkçü dış politika gibi, maceracı bir ideolojiye dayanıyordu. Ortadoğu’daki Müslümanların ümmet gibi bir dini üst kimlikle alakaları yoktu. Ondan çok daha güçlü olan Arap milliyetçiliği dahi Arapları birleştiremiyorken, aralarında kültürel, sosyolojik ve coğrafi farklılıkları çok derin olan dünya Müslümanları nasıl birleşecekti? Fakat Milli Görüş (MG) kökeninden gelen AKP ve Erdoğan, daha çok mistik ve gerçeklikten kopuk masallarla yetiştirilmiş bir nesildi. Onlar, ne Osmanlı’yı ne de İslam tarihini nesnel olarak kavrayamamış bir ekolden gelmekteydiler. İdealize ettikleri bu iki kültürel temelin sentezlenmiş şeklinin şiirsel ve Polyanna’cı bir versiyonuyla, olaylara ve olgulara son derece sübjektif bakıyorlardı.
Böylece “kardeşim Esad” yaklaşımından “diktatör Esed” yaklaşımına yelken açıldı. Suriye’de demokratik güçler denen çapulcuların esasında cihatçı manyaklar olduğu bilerek ve isteyerek görmezden gelinerek, sahada bu unsurlarla içli dışlı bir Suriye politikası izlenmeye başlandı. Amaç, bu grupların iktidarını sağlamaktı. Esad gidince bunlar Türkiye’nin himayesine girecek, Suriye bir tür Osmanlı eyaleti gibi, Ankara ne istiyorsa onu yapacaktı. Böylece Osmanlı sınırları bir başka formatta restore edilecek, Türkler doğu Akdeniz’de yine başat bölgesel güç olacaklardı. Erdoğan’a birileri devamlı hilafet gazı verirken, diğer tarafta alengirli işlerin patlattığı leş gibi kokan kanalizasyon, Erdoğan ve çevresini tabana daha fazla gaz vermeye itti. Türk toprakları cihatçılara açıldı. Yabancı ve Türk cihatçıların Suriye’ye geçişini Türkiye sağlamaya başladı. İslamcılar onlara mahallenin yaramaz çocukları gibi yaklaşıyordu. Bu arada El Kaide’den türemiş El Nusra gibi yapılar nedeniyle ABD Özgür Suriye Ordusu’na verdiği yardımı (Eğit Donat Programı) sonlandırdı. Fakat NATO üyesi Türkiye, girdiği yoldan geri dönmedi. Suriye’de saha IŞİD tarafından işgal edilirken, ısrarla IŞİD ile mücadeleyi düşük frekanstan götürdü ve el altından onlarla petrol ticareti yaptı. Dahası, ambulans, sağlık hizmeti, ilaç yanında, lojistik, istihbari ve askeri destek verdi. Sahada cihatçıların hamisi “laik Türkiye Cumhuriyeti”, gittikçe otoriterleşirken dış politikasında rasyonel temelleri terk ediyor, Ortadoğu bataklığının bilinmez ve tehlikeli gerçekliğinde körlemesine önüne çıkan her fırsatta neo-emperyal tutumunu ilerletmeye çalışıyordu.
15 Temmuz sonrası Rusya, Türkiye’deki Avrasyacılar üzerinden Türk dış politikası üzerinde etkin olmaya başladı. Derken AB ile ilişkiler Suriyeli göçmenlere indirgendi, NATO üyeliği kâğıt üzerinde bir aidiyete dönüştü. ABD 15 Temmuz’un planlayıcısı, Gülen Cemaati düşman ABD’nin enstrümanı olarak lanse edildi. Bu tür düşünceleri sadece birkaç meczup havuz yazarı gündeme getirmedi. En üst seviyeden isimler, ABD’nin ve Batı’nın düşman olduğu anlatısını topluma benimsetmeye gayret etti. Hatta muhalefette bile NATO üyeliğini savunan kalmadı. Sanki Soğuk Savaş boyunca Türkiye Varşova Paktı üyesiydi!
Böylece Suriye’de sahada Rus güdümüne girmek dış politikanın merkezi düşüncesini oluşturdu. 15 Temmuz’da NATO ve Batı ittifakına bağlı, iyi eğitimli ve birinci takım TSK kadroları tasfiye edildi, yerlerine ne kadar Avrasyacı-Ergenekoncu hizip ve fraksiyon varsa onlar geçirildi. Türkiye Esad ile mücadele sevdasından artık vazgeçmişti. Bunun yerine hedef küçülterek kuzey Suriye’deki Kürtler hedef haline getirildi. Bu Kürtlerle (YPG) daha önce diplomatik ilişkiler içinde olan Ankara, Esad ve Ruslara Suriye sahasını bıraktı. IŞİD’i ABD ile beraber yenen Kürtler, Trump yönetimi tarafından satıldıktan sonra, Esad ve Moskova’nın kucağına düştü. Türklere karşı koyabilmek için Moskova ile anlaşarak, ABD’den boşalan hâkimiyet alanına Esad birliklerinin girmesine göz yumdu. Karşılığında kısmi bir otonomi sözü aldı. ABD, böylece Türklerin “siz bizim düşmanımız PKK’nın uzantısı olan YPG’ye destek oluyorsunuz” eleştirisinden kurtuldu. “Alın ne haliniz varsa görün!” diyen ABD, böylece Ankara’yı Rusya-Esad ikilisinin inisiyatifine terk etti.
Türkiye ortak devriye falan derken Suriye’nin kuzeyinden dışlandı. Esad bu bölgeye geçerek hâkimiyetini kuvvetlendirdi. Artık Suriye toprak bütünlüğünü yüzde doksan sağlamıştı. Düzenli ordusu, hava kuvvetleri, Rusya tarafından kontrol edilen hava sahası, desteklenen ekonomisi, yenilenen askeri envanterleri ile güçlenmiş, palazlanmıştı. İdlib bölgesinde kalan eski IŞİD-El Nusra profilindeki cihatçıları temizlemek istiyordu. Onlarla arasındaki tek engel artık bölgedeki Türk askeri varlığıydı.
Ankara bu bölgeyi Rusya’nın baskısına karşın terk etmemekte ısrar ediyordu. Oysa Putin çömezi Erdoğan’a ciddi uyarılar yapmıştı. Fakat Erdoğan görünen o ki bunun bir fırsat olduğunu, Avrasyacıları tasfiye edebileceğini değerlendirmişti. ABD ve Batı, Erdoğan’ın bir şekilde Türkiye’yi yine Batı’nın istediği bir jeopolitik çizgiye getirebileceği olasılığı ile İdlib’de TSK varlığına destek veriyordu. Avrasyacı kadrolar içeriden, Moskova dışarıdan Erdoğan’ı defalarca uyardı. Gözlemciler Erdoğan pazarlık mı yapıyor yoksa cidden Rusya-Avrasyacı cephe ile restleşiyor mu, analizlerinde bunu tartışırken, Erdoğan tansiyonu arttırarak Şubat sonuna kadar TSK gözlem noktalarının yakınındaki Esad (ve Rus) güçlerinin çekilmesi ültimatomunu verdi. Bu arada Washington Erdoğan ve yakın çevresini markaja aldı ve onlara “siz devam edin, arkanızdayız” mesajı verdi. TSK yığınağı Rusya’yı rahatsız edici bir orana ulaştı. Fakat Moskova hava sahasını kontrol ettiğinden ve Türk uçaklarına kapattığından, Türklerin bir çılgınlık yapmayacağını düşünüyordu. Oysa Erdoğan tam da Rusya’nın düşünmek istemediğini yaptı. Hava gücü olmaksızın, TSK birliklerini ateş hattına sürdü. Cihatçılar arasında kalan TSK birlikleri, düzensiz ordu güçleri gibi, amaçsız ve programsız bir durumda, şuursuzca bölgede Esad-Moskova güçlerini tacize katıldı. Türklerin üniforma, teçhizat, silah ve mühimmat sağladığı cihatçı ortaklar, Esad ve Rus birlikleriyle kıyasıya çatışırken, TSK gözlem noktalarında “olayları gözlemekle” yetinmedi, birçok yerde bu cihatçılarla beraber göründü, aktif muharebeye karıştı.
27 Şubat’ta Esad hava unsurları, Rusların desteği ile, havadan Türk askerlerine saldırı düzenledi ve onlarca kayıp vermelerine neden oldu. Sayısı tam bilinmemekle beraber, 79 askerin hayatını kaybettiğini üzüntüyle öğrendik. Hava desteği olmadan o askerlere kim harekât emri verdi? Sahada neden korunmasız şekilde Esad ordusunun ve Rus birliklerinin inisiyatifine terk edildiler? TSK unsurları neden cihatçılarla beraber askeri harekât yapıyor? Daha da önemlisi, Türkiye’nin Suriye’deki amacı nedir? Neden TSK unsurlarının Suriye’nin İdlib bölgesinde kalmasında bu kadar ısrarcı rejim?
Görünen o ki bu sorulara mantıklı bir yanıt verebilecek bir rejim karar alıcısı yok. Erdoğan zaten son yirmi dört saat içinde bir açıklama yapmadı. Avrasyacı kanat Erdoğan’la pazarlığın sürdüğü izlenimini veriyor. Henüz doğrudan muhalefete başlamamış olmalarından bunu anlıyoruz. Fakat bu kriz, içeride Erdoğan ile Avrasyacılar arasında kopacak fırtınanın en somut işaretlerini veriyor. Eğer Avrasyacılar TSK’yı kontrol edebiliyorlarsa, Erdoğan’ı devirebilirler. Eğer Erdoğan bilek gücüne güvenip Avrasyacıları tasfiye edebilirse, otoriter rejimde gerçekten orduyu da kontrol ederek tek adam haline gelebilir. Yani şu anki rejimin geleceğini Erdoğan Avrasyacı mücadelesi belirleyecek.
Erdoğan diğer taraftan sınır kontrollerini gevşeterek ve AB’ye gitmek isteyen sığınmacıları teşvik, hatta organize ederek Batı üzerinde baskı kurmaya çalışıyor. Suriye’de Rusya’ya karşı destek arıyor. Dahası, Avrasyacıların tasfiyesi gerçekleşirse, Türkiye’deki otoriter rejimine dokunmasınlar diye uyarı mesajları gönderiyor. ABD ve AB Erdoğan’ın Atlantik jeopolitik ve güvenlik konseptine geri dönmesi karşılığında Erdoğan’a bu istediğini verebilir mi? Kanımca bu mümkün. Batı (özellikle ABD) için Türkiye’nin Rusya yörüngesinden uzaklaştırılması çok değerli bir hamle olur.
Türkiye, çok kirli, kirli olduğu kadar da tehlikeli bir oyun masasında, kumar oynuyor. Bu kumarın Jöntürklerin Birinci Dünya Savaşı’nda oynadığı kumar gibi, çok ciddi risklerle dolu olduğunu söylememize gerek var mı? Bu oyunun kaybedilmesi, sadece bazı çıkarların yitirilmesi anlamına gelmeyecek. Türkiye için varlık sorunu ortadadır. Moskova-Washington arasında bu zafiyetlerin kullanılmayacağını düşünenler ya saftır, ya da dünya uluslararası ilişkiler tarihini bilmiyordur. Türkiye tarihinin en zayıf dönemini yaşıyor. Ve başında tarihinin en kifayetsiz karar alıcıları var. Anadolu coğrafyasının jeopolitik gerçekliği zafiyet kabul etmez. Yakın gelecek çok daha ciddi ve yıkıcı olaylara gebe. Bir an evvel aklı selimin hakim olmasını diliyorum.
Kaynak: Tr724