Analiz / Doç. Dr. Osman TEK
Tarih, sadece olup bitenlerin değil, nasıl ve neden olup bittiğinin de kaydını tutar. Ama biz tarihi, çoğu zaman sadece başlıklarıyla, sloganlarıyla, kolaycı yorumlarla okur geçeriz. Oysa hakikati görmek isteyenin olaylara değil, o olayların arka planına bakması gerekir.
Konu din ve diyanette büyüklerimizle ilgili olunca hassasiyetimiz bir değil bin kat daha artar; konuşmaktan çekinir, eleştiriyi vefasızlık sayarız. Oysa yapılması gereken tarihi bir ibret aynası görüp ondan bugüne ışık tutacak dersler çıkarmaktır.
Hz. Osman’ın (ra) hilafetinin ikinci yarısı, İslam tarihinde önemli kırılma noktalarından biridir. Dönemin en büyük şehirleri olan Basra, Kufe ve Mısır’dan gelen şikayetler, bir inanç krizinden ziyade açık bir adalet krizine işaret ediyordu. Halk, Halife’nin şahsına değil; akrabalarına verdiği yetkilere, devlet malının dağıtımında gözettiği ayrımcılığa ve yönetimde liyakatin yerine sadakatin hâkim olmasına “nepotizme” karşı ses yükseltiyordu.
Devlet, ümmetin malıydı; Halife, onun sahibi değil, emanetçisiydi. Ne var ki bu emanete gölge düşüren şey, Halife’nin iyi niyetini ve merhametini suistimal eden akraba çevresiydi. Yönetim kadroları akraba çevresi ile dolmuş, halkla yönetim arasına etten bir duvar örülmüştü. Ne halkın feryadı Halife’ye ulaşabiliyordu ne de Halife’nin iradesi halka. Bürokrasi ise tüm suçu halka yıkıp, şikayet edenleri “rahata ermiş, şımarıklar” ilan ediyordu. Hatta kimi öneriler, halkı savaşa sürüp muhalefet edecek vakit bırakmamaktan ibaretti.
Peki sonra ne oldu? Adalet duygusu incinen, sesi duyulmayan, bürokrasi tarafından küçümsenen halk isyan etti. Halife’yi değil; onu çevreleyen adaletsiz düzeni sorguladı. Ama biz bu süreci neredeyse tamamen “fitne”, “dış mihrak” ve “ihanet” gibi parantezlerle okuduk. Hz. Osman’ı (ra) olayların merkezine yerleştirdik; sosyopolitik bir olgu olarak değil, bir algı olarak okumaya devam ettik. Böylece ibret alınacak bir tecrübe yerine, tekrarlanan bir hata doğdu.
Bugün Türkiye’de benzer bir tabloya yabancı değiliz. İktidarın etrafında oluşan çıkar çemberi, liyakatin değil sadakatin esas alınması, kamunun değil akrabanın gözetilmesi, halkın değil yandaşın korunması… Tıpkı o gün olduğu gibi bugün de nepotizm, adalet terazisinin dengesini bozuyor. Ve tıpkı o gün olduğu gibi, şikayet eden halka “nankör” damgası vuruluyor.
Halbuki adalet mülkün temeli değil midir? O temelin harcı eşitlik ve ehliyetse, nepotizm onun altına dinamit koymaktır. Tarih bize, adaletin ihmal edildiği her yerde huzursuzluk büyür, çatlak derinleşir diyor. Ama biz duymak istemiyoruz.
Unutmayalım ki Hz. Osman (ra) insaniyet ve İslamiyet noktayı nazarından erişilmesi zor bir ufuktu. Efendimiz’in (sav) cennetle müjdelediği güzide sahabelerdendi ancak, yönetimin salahat kadar maharetle de ilgili olduğunu unutmamalıyız. Hatta bu nedenle Allah Resulü (sav) çok sayıda sahabeyi bu tür görevlerden uzak tutmuştur.
Akrabalık, liyakatin önüne geçtiğinde, halk iradesini bastıran bürokrasi kurumsallaştığında, düzen çöker. Dünü doğru okumadan bugünü inşa edemeyiz. Ve tarih, ibret alınmadığında, hataların sessiz tanığı olmaya devam edecek; bizler de bizimle ilgili olayların öznesi değil manipülasyona açık nesneleri olmaya mahkum olacağız.