“Sonuç olarak İngiliz dış politikasının temelini teşkil eden tez, antitez ve sentez mantığı şu anda Doğu Akdeniz’de Erdoğan rejimi üzerinden hayata geçiriliyor.”
İngiltere II. Dünya Savaşı’ndan sonra küresel liderliği ABD ve SSCB’ye bırakmak zorunda kaldı. 1956 yılında yaşanan Süveyş Kanalı krizinde sahada fiili olarak bizzat müşahede ettiği şekliyle İngiltere, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de tek başına politika izleyemeyeceğini gördü. Bu tarihten sonra İngiltere ABD ile hareket ederek kendi hak ve menfaatlerini koruma yolunu seçti. Çin’in yeni bir küresel güç olarak sahneye çıkması, ABD hegemonyasının tartışılır hale gelmesi, diğer bölgesel güçlere yeni alanlar açtığı gibi İngiltere için de yeni fırsatlar doğurdu.
İngiltere bir ada ülkesi. Jeopolitik olarak bir ada ülkesinin güvenliği komşu olduğu kıta ülkelerinin bir araya gelmemesine ve ortak hareket etmemesine bağlı. Tarihsel süreç içerisinde İngiltere, Avrupa Kıtası’nın tek bir gücün kontrolüne girmemesi için yoğun çaba sarf etti. Almanya’nın AB içerisinde ekonomik olarak merkezi güç haline gelmesi, İngiltere’nin birlik içerisinde harekât alanını daralttı. İngiltere, ABD’nin liderliğinin sorgulandığı bir zaman diliminde AB’den ayrılarak kurulacak yeni dünya düzeninde öncü bir rol oynamayı tercih etti.
Bu noktadan bakıldığında AB’nin kendi içerisinde sorunlar yaşaması, Fransa ve Almanya’nın liderlik yarışına girmesi, Rusya ve Almanya arasında askeri ve ekonomik iş birliğinin üst seviyeye çıkmaması, ABD’nin İngiltere’ye iş birliği için daha fazla ihtiyaç duyması, eski nüfuz alanlarında yeniden askeri ve ekonomik ilişkilerin canlandırılması, İngiltere’nin yeni dönemde izlediği politikanın ana hedefleri olarak özetlenebilir.
Son birkaç hafta içerisinde Rus basınında çokça tartışıldığı üzere, Rusya’nın enerjisinin Erdoğan eliyle Suriye’de tüketilmesi, mülteci sorunun sıcak tutulması, Libya’nın AB için yeni bir göç sorunu haline gelmesi, Doğu Akdeniz’de gerginliğin tırmandırılması, AB’nin alternatif enerji tedarik rotalarının kontrol altına alınması konularını İngiltere’den bağımsız düşünmek mümkün değil.
İngiliz Donanması İngiliz dış politikasının ana unsurlarından biridir. İngiltere’nin üzerinde güneş batmayan imparatorluk olarak anıldığı zamanlarda da 1982 yılında 9600 deniz mili uzaklıktaki Falkland Adaları’na yapılan müdahalede de İngiltere gücünü donanma ve amfibi gücünden alıyordu.
Son birkaç yıl içerisinde yapılan faaliyetlere ve yaşanan gelişmelere bakılırsa İngiltere’nin benzer bir stratejiyi tekrar hayata geçirdiği ortaya çıkıyor. İngiliz Savunma Bakanlığı tarafından 14 Eylül 2020 tarihinde yapılan açıklamaya göre, sancak gemisi HMS Albion da dahil olduğu üç gemi ve 1200 deniz piyadesinden oluşan deniz görev grubu, üç ay süre ile Akdeniz ve Karadeniz’de görev yapacak. Bölge ülkelerine yapılacak liman ziyaretleri ve icra edilecek ortak tatbikatlar ile ilişkiler geliştirilecek, Avrupa güvenliğine katkı sağlanacak, yeni geliştirilen taktikler denenecek.
İngiliz Deniz Görev Grubu ilk olarak 14 Ekim tarihinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) tarafından icra edilen Nemesis-2020 tatbikatına katıldı. Bu tatbikata İngiltere ile birlikte ABD, Fransa, İtalya, Yunanistan, Mısır, İsrail ‘de iştirak etti. Tatbikat senaryosu Münhasır Ekonomik Bölgede (MEB) sondaj yapan bir gemiye müdahaleyi ve faaliyetlerini engellenmeyi kapsıyordu. Daha önceki senelerde düşük katılımlı olarak iştirak edilen Nemesis tatbikatına, İngiltere’nin hem deniz görev grubu hem de Ada’da bulunan üstlerinden kalkan uçak ve helikopterler ile katılması, üzerinde durulması gereken bir konu. Zira, tatbikat senaryosu içerisinde müdahale edilen geminin Türk gemisini temsil ettiğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Öte yandan İngiliz Görev Grubu Limasol açıklarında bir Fransız fırkateyninin de katılımıyla şimdiye kadar Kıbrıs açıklarında yapılan en geniş katılımlı tatbikatı icra etti. Tatbikat senaryosuna göre; İngiliz deniz piyadeleri ve GKRY özel kuvvetleri, kaçırılan bir gemiye helikopterlerden indirilerek gemiyi kurtarıyor. İngiliz Donanma Komutan Yardımcısı tarafından yapılan açıklamaya göre; “Bu harekât Britanya’nın, NATO müttefikleri ve partnerleriyle iş birliği halinde Avrupa’nın savunması ve güvenliğine yönelik taahhüdüne bağlılığını” ortaya koyuyor.
Henüz askeri gücünü teşkil edemeyen ve içerisinde siyasi birliğini temin edemeyen AB’nin Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi caydıramadığı, Yunanistan ve GKRY’ye beklediği siyasi ve askeri desteği veremediği bir atmosferde İngiltere’nin hem amfibi hem de donanma gücünden teşkil edilen deniz görev grubu ile Doğu Akdeniz’de bulunması, askeri ve siyasi olarak İngiltere’ye avantaj sağlıyor. İngiltere’nin 1960 Kuruluş Anlaşmalarına göre Kıbrıs’ta egemen iki askeri üssü var.
Şu anda bu üslerde yeni alınan F-35’ler de konuşlandırılmış durumda. Bölgede askeri varlığını artıran İngiltere Doğu Akdeniz’de AB’nin dolduramadığı boşluğu doldurmayı hedefliyor. Yapılan açıklamada da bu husus açıkça ifade ediliyor.
Sonuç olarak İngiliz dış politikasının temelini teşkil eden tez, antitez ve sentez mantığı şu anda Doğu Akdeniz’de Erdoğan rejimi üzerinden hayata geçiriliyor. Erdoğan rejimi bölgede gerginliği tırmandırırken AB etkisiz kalıyor, ABD kendi iç gündemine yoğunlaşmış durumda, Doğu Akdeniz Çin için Deniz İpek Yolu projesi açısından önemli bir güzergâh. Bu nedenle bölgede bir batılı gücün etkin olması herkesin menfaatine olduğu için sorunu yaratan İngiltere birden herkes için çözüm merci haline geliyor. Osmanlı Devleti’nin son dönemine kadar toprak bütünlüğünü savunan İngiltere’nin daha sonra nasıl politika değişikliğine gidip Hasta Adamı ameliyat etmek için baş cerrah rolüne evrilmesi yakın vadede yaşanabilecekler hakkında yeterli ip uçlarına sahip. Bu açıdan İngiltere’nin GKRY’ye destek vermesi kimseyi şaşırtmamalı.
BOLDMEDYA / Fatih Yurtsever