“İktidar partisi ülkeyi komünist ülkeler ve baas rejimlerindeki gibi hızla baskıcı totaliter bir yapıya dönüştürüyor. Önüne engel olarak gördüğü tüm kişi ve grupları adalet sopasıyla hizaya getirmek için bahaneler bulup hapse tıkıyor.”
İsmail S. Gülümser/Aktif Haber
15 Temmuz darbe girişimine katıldıkları gerekçesiyle önceden hazırlanmış listeler üzerinden görevden alınan 3 bine yakın hukukçulardan biri olan daha sonra da tutuklanıp cezaevine gönderilen Hasan Dursun hâkim ve savcıların bulunduğu koğuşa onları tıraş etmek üzere gelen Ferhat isimli bir mahkûmdan dinlediklerini “Hukuk penceresi” isimli internet sayfasında değerlendirmiş. Ferhat belki hukukçular yardımcı olur umuduyla kendisi hakkındaki dosyaları göstererek yargı eliyle zulme uğradığını anlatmaya çalışmış.
Koğuştakiler gerçeğin ne olduğunu bilmeseler bile mahkeme tutanaklarına göre; olayın şahidi mağdurlar polisin kendilerine gösterdiği resimde tereddütlerini ifade etmiş, duruşmada yüzleştiklerinde hiçbiri onu teşhis edememiş. Buna rağmen hakkında başka delil olmayan 16 yaşında bir çocuğa hâkimler en temel hukuk prensibi olan “şüpheden sanık yararlanır” ilkesini de bir kenara bırakarak 5 ayrı olaydan her birinden 10 ar yıl toplamda 50 yıl mahkûmiyet cezası vermişler. Adalet dağıtması gereken yargı sistemi zayıfların haklarını yok sayan bu vb örneklerle dolu.
Her ne kadar cemaat üyesi olmakla suçlanıp 15 Temmuzda ihraç edilen ya da tutuklanan 3 bin civarında savcı-hâkim ellerinden geldiğince dikkat edenlerden oluşsa kendileri ölümü bekleyen binlerce denizyıldızının olduğu sahilde hiç olmazsa bazılarını kurtarmaktan sorumlu tutsalar bile. Doğmatik yapısı ve kurumsal yargı kültüründen dolayı bazen hak-adalet dağıtma görevini unutup gurur- kibir-kin-nefret-düşmanlık kokan kararlara imza atan organize zulüm çetesi gibi çalışan yargı sisteminin parçası olmaktan kendilerini kurtaramadıklarını görmüşler.
Uluslararası hukuk normları olan insan hak-özgürlüklerini özümsememiş, birey yerine devleti tercih eden, kamu gücünü adalet yerine zulüm üretmede kullanan, hukukun ilkeleri yerine çıkarlarını düşünüp güce göre kendine rol biçen, hukuki dayanaktan yoksun gerekçesiz kararlara imza atan hukuk adamlarıyla dar ve yanlı olarak çıkarılmış yasalarla adalet dağıtmaktan çok uzak bir sistem işliyor.
Yargı bir kısır döngü içinde cesaretle kirlenmeden husumet oluşturmadan adaletin güzelliklerini sergilemekten bu erdemleri halka tattırmaktan çok uzak, bazen verdiği kararlarla zulüm işlediğinin farkında bile değil, adil olmaya davet edenleri cezalandırma yetkisini kendinde görüyor. Zalim yargı sistemindeki bu zehirlenmeden herkes etkileniyor, zulüm ve haksızlık toplumun geneline sirayet ediyor. İşlenen hukuksuzluk karşısında harekete geçmesi gereken toplum sağduyusu uyuşturulduğu için sorumlular sistemden ayıklanamıyor.
İKTİDARDAKİLERİN YANLI MÜDAHELESİ SORUNLARI DAHA DA BÜYÜTÜYOR
Özellikle düşünce suçları gibi siyasi davalarda hukuk sistemi o günün muktedirlerinin ağzının içine bakıyor. Bazen her yere çekilebilecek muğlâk ifadeli kanun hükümlerini kullanarak bazen kanuni dayanak arama gereği bile duymadan yasaların en temel prensiplerini çiğneyerek güçlülerin zulüm aracı haline dönüşebiliyor. Döneme göre değişse de hukuk sitemindeki kirlilikten uzak kalarak yasaların gereğini uygulamaya kalkan güçlülerin iradesine boyun eğmeden adaletle hükmetmeye çalışanlar yukarıdan aşağıya o günün iktidarının sopası haline gelmiş üst adalet birimlerince adil verdiği kararlar yüzünden sorgulanıyor, değiştirmeye zorlanıyor, olmazsa kararları bozularak hükümler güçlülere göre yeniden düzenleniyor.
İktidarlar ya da arka planda gücü elinde bulunduranlar kendi düşüncelerine muhalif olanları devlet düşmanı ilan ediyor, hukuk sistemini muhaliflerinden kurtulmanın aracı olarak kullanıp devlet sitemini dünya görüşüne göre yeniden dizayn etmeye çalışıyor. Her dönemin mağdurları oluyor, bu mağdurlar bir şekilde iktidar gücünü ellerine geçirirlerse aynı şeyi onlar da kendi muhalifleri için yapmaya çalışıyor hukuk sistemini iktidarlarını güçlendirmek için kullanmaya kalkıyorlar. Hukukun üstünlüğü ilkesini bir kenara bırakarak kişileri kanunda yeri olmayan suçlarla suçluyorlar. Bazen Anayasaya aykırı düzenlemeler yapıp muhaliflerini cezalandırmaya seçimle sürdüremedikleri iktidarlarının baskıyla adaletsizlikle sürdürmeye yöneliyorlar.
Ülkede adalet sisteminden mağdur olmuş kesimlerin temsilcisi olarak iktidara gelmiş olan Erdoğan yönetimi uzun süreden beri geçmişte mağdur oldukları şeyleri onlar da kendi muhalifleri için yapmaya başladı, aynı adaletsizlikleri uygulayıp zulümle bir daha gitmemek üzere iktidarda kalmanın yollarını geliştiriyorlar. Geçmiştekilerin yaptığı gibi onlar da halkın daha fazla demokrasi beklentilerini görmezden gelip kendi hazırladıkları gün geçtikçe daha net ortaya çıkan bir senaryoyu kullanarak ülkede hukuku nizamını ortadan kaldırdılar. Demokrasinin tüm kanun ve kurallarını yok ettikleri bu dönemde bir daha iktidardan gitmemek üzere anayasaya aykırı birçok düzenleme yaptılar. Onlarda muhaliflerini delilsiz terör örgütü üyesi olmakla suçladıktan sonra orada tutacak yollar buldular.
Aziz Kamil Can iktidarın yapığı hukuksuzlukları anlattığı yazısında; hiçbir hukuk normuna dayanmayan keyfi kararlarla kendi vatandaşları arasında on binlerce mağdur oluşturan, kanunilik unsurlarından yoksun olarak yürütülen örgüt suçlamalarında kullanılan düzenlemeleri AHİM in bir kararından alıntılar yaparak yorumluyor.
AHİM, şu dönemde alınan kararların hukukun üstünlüğü ilkesi ile bağdaşmadığını, kişilere davranışlarını nasıl düzenleyeceklerini kanunda yeri olan net ifadelerle açıklanmadan onların öngöremeyecekleri şeylerle suçlandığını aktarıyor. Adalet sisteminde takdir yetkisinin kişilerin en temel haklarını sınırlandıracak şekilde kullanıldığını, kişilerin iç hukukta suç olmayan eylemlerinden dolayı örgüt üyeliği ile suçlandığını, kamu makamlarına karşı vatandaşları korumasız bırakacak keyfi müdahaleye imkân verecek şekilde yalnız yardım gerekçesiyle kişilerin silahlı örgüt üyeliği ile suçlandığını belirtiyor.
Örgüt soruşturmalarında sanıklar suç işlemeseler bile hiçbir kanıt ortaya koymadan sadece üyelik ile cezalandırılmaktadır. Kişilerin geçmişte yaptıkları sohbete katılma, derneğe para yatırma vb yasal eylemlerinden dolayı suçlanması hukuki değildir. Kanun olabildiğince geniş yorumlanarak kapsamı içine suçlu suçsuz herkesin sokulması meşru değildir. PKK davalarında barışçıl gösteri yapanla suç işleyen arasında hiçbir ayrım gözetmeden hepsi somut delil olmadan terör örgütü üyesi gösterilmektedir.
Cemaat davalarında darbede rolü olduğu iddia edilen onlarca kişinin ölümünden sorumlu tutulanlarla hastanede doğum yapan bebekli bir ev hanımının, yıllarca hiç suça karışmamış, darbede hiçbir rolü olmayan kamu görevlileri ya da esnafların bir tutulması, aynı maddelerle cezalandırılması kanunun keyfi yorumlanmasıdır. Demokratik toplumlardaki en temel haklardan biri olan barışçıl örgütlenme özgürlüğü suç gibi gösterilip, ortada işlenmiş bir suç olmadan kişiler sadece mensubiyetlerinden dolayı suçlanarak orantısız cezalar verilmiştir.
Ortada kanunilik unsurlarına sahip bir düzenleme olmadığından kişiler keyfi şekilde yargılanıp cezalandırılmaktadır. Örgüt tanımı olmadan, öngörülebilir yasaları olmadan, evrensel ceza kurallarına dayanmadan yoruma açık keyfi geniş kapsamlı esnek düzenlemelerle insanları işlemediği suçtan sorumlu tutup cezalandıran terör suçlusu olarak göstererek yapılan yargılamalar hukuksuzdur. İnfaz siteminde yapılan son düzenlemelerle adam öldürenler salınırken kermes yapan kadınların bile terörle suçlanıp kapsam dışında bırakılması iktidarın muhaliflerini hukuk sistemini suiistimal ederek cezalandırmasının bir göstergesidir.
İNFAZ DÜZENLEMELERİ İKTİDARIN MUHALİFLERİNİ CEZALANDIRMA ARACINA DÖNÜŞTÜ
Neval Oğan Balkız son infaz düzenlemelerinin düşman ceza hukuku olarak kayda gireceğini anlatıyor. İktidarın yönetimde toplumu kendi ideolojik görüşü doğrultusunda dizayn etme gibi bir anlayışla hareket ettiğini, muhalif gördüklerini ise adalet sistemini bir sopa gibi kullanıp cezalandırarak hizaya getirmeye çalıştığına yer veriyor.
İktidarın masumiyet karinesi, adil yargılanma hakkı gibi en temel hukuk kurallarını bile yok sayıp gerçekten işlenmiş bir suç ortaya koymadan sadece suç şüphesi ile on binlerce insanı hapse attığını, cezaevlerini kapasitesinin çok üstünde doldurduktan sonra korona bahanesiyle getirilecek afta ayrımcılık yapacak yollar geliştirdiğini aktarıyor. Aslında getirilen yasa sonuçları itibarıyla bir af yasası olmasına rağmen mecliste 3/5 lik çoğunluk şartından sıyrılmak düzenlemeyi muhaliflerini cezalandırmada kullanmak için hukuku dolanıyor ve infaz düzenlemesi gibi sunuyorlar diyor.
Çıkarılan yasa içeriği hazırlanma şekli, yasalaşma süreci adalet ilkelerine aykırı olarak gerçekleşiyor. Düzenlemeler en temel Anayasa ilkeleri olan kanun önünde eşitlik ilkesi, kişi hak ve özgürlüklerinin korunması ilkesi, hukuk devleti ilkelerini ihlal edecek toplumsal barışı bozacak şekilde çıkarılıyor. Düzenlemede ceza ve güvenlik tedbirlerinde ayrımcılık yapılmaması kimseye ayrıcalık tanımaması gerektiğini ifade eden kanun hükümleri ve uluslararası sözleşmeler göz ardı ediliyor. Anayasa, Ceza ve infaz kanunlarındaki kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet ve diğer siyasal felsefi inançlar… yönünden ayrım yapılamayacağını öngören maddeler yok sayılıyor.
Salgın tehdidine karşı tutukluların yaşam hakkını korumak amacıyla yapılan düzenlemelerde tutuklu ve hükümlüler arasında ayrımcılık yapılarak bazıları salgına karşı korumasız ortamda bırakılmak kanunda olmayan bir yöntemle cezalandırılmak isteniyor. Cezası kesinleşmiş olanlar bile salınırken henüz suç işlediği ispat edilememiş tedbiren içerde tutulan iktidar muhaliflerinden oluşan kalabalıklar kapsam dışında bırakılıyor.
İktidar suçluları ya da zanlıları virüsten kurtarılacaklar virüse teslim edilecekler diyerek kendi içinde ikiye ayırıyor ve muhaliflerine düşman hukuku uyguluyor. Toplum huzurunu bozan toplum sağlığı için tehlike oluşturan adam öldürenleri, dolandırıcıları virüsten öncelikli korunacaklar olarak görürken, hiç şiddete bulaşmamış, sadece yasal hakkı olan düşüncelerini yazmış ifade etmişlerden oluşan hakkında kesinleşmiş hüküm olmayan avukat-hukukçu-gazeteci-siyasetçi-bilim adamı ve aydınlardan oluşan muhaliflerin virüsten kurtarmaya değer olmadıklarını düşünüyor onları ölümcül virüse teslim edilecekler olarak görüyor. Yani sıradan vatandaşların hatta gerçek suçluların yararlandığı haklardan mahrum ederek onlara düşman hukuku ile cezalandırıyor.
Adaletsizlik virüsü iktidarın her icraatına sirayet ediyor, muhalif düşünce üreten tüm kesimleri mücadele edilmesi telef edilmesi gereken tehlikeli bir düşman olarak görüp ülke yönetme gücünü kullanarak sırayla normal yurttaşlık haklarından yararlanmasını engelliyor.
Veysel Ayhan 12 Eylül’den sonra ülkede işkence olmayacağını, 28 Şubatların bir daha tekrarlanmayacağını düşünmüş yanıldığını itiraf ediyor onlardan daha kötüsünü dindar görünenler yaptı diyor. Yaşar Nuri Hocanın anlattığı Barabbas hikâyesindeki gibi yapılan reklamlarla efsunlanarak ölçüsünü kaybetmiş kalabalıkların mafya babaları gibi suçluları affederken hikâyedeki Hz İsa gibi hayatında suça bulaşmamış insanların idamına onay verdiğini. Barabbas’ın hapisten çıktıktan sonra yine suç işlediği gibi mafya babalarının da suç işlemede kullanılmak üzere salınma ihtimalinin olduğunu anlatıyor.
DEMOKRASİLERDE DEVLETİN GÖREVİ
Ramazan Güzel, salgın hastalıklar karşısında cezaevindekiler hakkında neler yapması gerektiğini anlattığı yazısında devletin anayasa ile tanımlanan görevlerine atıfta bulunuyor. Devletin görevi “… kişilerin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde sınırlandıran siyasal ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak insanın maddi manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır” diyor.
Türkiye’nin taraf olduğu AHİM içtihatlarında devletin bireyi yaşama yönelik risklere karşı koruması gerekir, devletin egemenlik alanındakilerin yaşamını koruma noktasında pozitif yükümlülüğü vardır, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her durumda devlet bu sorumluluğunu yerine getirmelidir. AİHS, devlete bireyin yaşamını koruma yükümlülüğü getirmektedir.
AHİM cezaevlerindeki bireylerin yaşama yükümlülüğünü, sağlıklarını koruma yükümlülüğünü devlete yüklemektedir. Bireylerin yaşamsal riskler karşısında sağlık hizmetlerine erişim sorunlarını devletlerin çözmesi gerekmektedir. Özgürlüğünden yoksun bırakılmış kişilerin sağlıklarının korunmasından devlet sorumludur. Devlet cezaevlerinde halka sağlanan sağlık hizmetleriyle ölçülü düzeyde sağlık ve tedavi hizmetleri sağlamalıdır. Tehlikeli bir olay nedeniyle oluşacak risklerin farkında olmasına rağmen bunu bertaraf etmek için gerekli önlemlerin alınmaması yaşam hakkının ihlalidir.
Türkiye’de herkesin insan hakkı ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ayılmayacağına söz vermiş iktidar milletvekilleri en temel haklardan biri olan yaşam hakkı üzerinde adeta kumar oynamaktadır. Hâlbuki Anayasamız ve taraf olduğumuz uluslararası hukuk normları yanında tüm semavi dinlerde olduğu gibi inandıkları Kuran’da iktidar milletvekillerine “… Bir kavme kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin..” demektedir.
Dünya görüşüne göre ayrımcılık içeren yasanın uygulamasından dolayı ileride ortaya çıkacak ölümlerden bugün payı olan herkes yargılanacaktır. Hukukçular yasanın kapsamına girmese bile herkesin tahliye için dilekçe vermesini, eğer hâkimler reddederse bundan sorumlu olacakları belirtilmeli diyorlar.
Orhan Uğuroğlu, Anayasa profesörü ve meclis Anayasa komisyonu üyesi İbrahim Kaboğlu’nun infaz yasasının aslında bir kısım kimseleri kapsayan af yasası olduğunu, AKP ve MHP nin siyasi amaçlarına hizmet etmek üzere hazırlandığını, yaşam hakkına karşı ayrımcılık içerdiği için eşitlik-adalet-hakkaniyet gibi hukukun en genel ilkeleriyle çeliştiğini, AHİM ve AYM kararlarına aykırı bulduğunu aktarıyor. Tutuklulara öncelik verilmesi gerekirken en temel bir kuralın bile yok sayılıp henüz hakkında hüküm verilmemiş olanlar içerde bırakılırken cezası kesinleşmişlerin salındığını, yöneticilerin kendilerine karşı eleştiri yapmış her düşünceyi şiddete bulaşmamış olsa bile terör torbasına doldurup içerde tutarken topluma karşı işlenmiş suçları affettiğini, yaşam hakkını tehdit eden bir virüse karşı devletin cezaevlerindekileri koruma sorumluluğunu yok saydığı için Anayasaya aykırı bulduğunu açıklıyor.
CEZAEVLERİNE DOLDURDUKLARININ YAŞAM HAKKI
İktidar partisi ülkeyi komünist ülkeler ve baas rejimlerindeki gibi hızla baskıcı toliter bir yapıya dönüştürüyor. Önüne engel olarak gördüğü tüm kişi ve grupları adalet sopasıyla hizaya getirmek için bahaneler bulup hapse tıkıyor. Her dönem cezaevlerindeki doluluk problemliydi ancak bu dönemde iktidarın toplumu doymayan bir iştahla cezaevlerine doldurma gibi özel gayreti ortada, en masum insanlar en basit gerekçelerle evinden alınıp hapse atılıyor, dava dosyası bile hazırlanmadan aylarca tutuklu olarak cezaevinde kalıyorlar.
Devleti adaletle yönetmek üzere yola çıkmış bir parti büyük bir telaşla muhaliflerini hapsetmenin yollarını arıyor, 126 milyon nüfuslu Japonya’da cezaevlerinde 50 bin kişi varken (1/2.500) iktidarın vatandaşları hapsetme gayretleri sayesinde, 83 milyonluk Türkiye’de bunun nerdeyse 10 katı kadar(nufusuna oranla) 300 bin (1/350) tutuklu ve hükümlü var bu konuda İran’ın darbe rejimiyle yarışıyor. Aynı şekilde nüfusu bize yakın Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında da Türkiye oran bakımından onların 4-5 katına denk sayıda vatandaşını cezaevlerine doldurmuş. Cezası kesinleşmişler yanında ülkenin en değerli varlıkları olan aydınlardan oluşan on binlerce insan sırf muhalefet ettiği için düşüncesinden dolayı terörle suçlanıp suçu sabit olmadan hürriyeti elinden alınmış ve hapsedilmiş ezerek boyun eğdirmeye çalışıyorlar.
İktidarın siyasi hedefleri için araç olarak kullandığı yargı sistemi cezaevlerindeki mahpusların yaşam haklarını ve beden ve ruh bütünlüklerini koruması gerekirken bugüne kadar buna hiç önem vermediği adeta hasta ve yaşlıların sağlık hizmetlerine erişimini engelleyerek ölümlerine zemin hazırladığı yönünde birçok olay yaşandı. Şimdi infaz düzenlemesiyle yaşam hakkını tamamen yok sayacak yeni adımlar atılıyor.
Korona virüs nedeniyle tüm dünya alarma geçti ülkeler ekonomilerinin batmasını bile göze alarak çalışma hayatını durdurdu, okulları kapattı, spor müsabakaları dâhil sosyal mesafenin korunmasına engel olacak tüm hayat etkinliklerine son vererek yaşam hakkını korumaya yöneldiler. Özellikle riskli gruplarla ilgili olarak daha ciddi tedbirler alıyor, salgın ihtimali olan cezaevlerini boşaltıyorlar. Türkiye ise her konuda olduğu gibi Korona tedbirlerini bile siyasi çıkar amaçlı kullanacak kadar yaşam hakkını önemsemeyen bir iktidar tarafından yönetiliyor. Çakıcı gibi mafya babalarının bankaları soyanların yaşam hakkı var ancak onları eleştiren kendileriyle pazarlık masasına oturmayan gazetecilerin aydınların siyasilerin yaşam hakkı olmadığına inanıyorlar.
Çıkardıkları infaz düzenlemesinde hasta-engelli-hamile yeni doğum yapmış bayanlar arasında ayrımcılık yapmış kermes yaptığı için terörle suçlayıp içeri attıklarının haklardan yararlanmasını engellemişler. Açık cezaevlerinden ev hapsinden denetimli serbestlikten yararlanma hakkından bile örgütçülükle suçladıkları çocuklu bayanları mahrum etmişler. Çıkardıkları af ve esnekliklerden sadece iktidarın sopasına dönüşmüş hâkim ve savcıların onay verdiklerine imkân tanıyıp mahkûmları hizaya getirmeye çalışmışlar.
İnfaz düzenlemesi Korona bahanesiyle çıkarılsa bile aslında 2 yıldan beri AKP ve MHP arasında pazarlık konusu olan Çakıcı gibi mafya babalarını kurtarmak için MHP hazırladığı af kanununa dayanıyor. Daha sonra metnin hazırlanmasında rolü olan MHP milletvekilinin bir dönem Çakıcı’nın avukatlığını yaptığı da ortaya çıktı. Yasa çıkar çıkmaz Bahçeli’nin özel gayreti ile Çakıcı gibi mafya babaları tahliye edilmeye başladı. Ardından yasa kapsamına giren herkes birer birer tahliye edildi.
Kazanılmış hak şekline dönüşen bu uygulamadan sonra AYM yasayı iptal etse bile tahliye edilmişlerin geri dönmeleri mümkün değil. Ramazan Güzel iktidarın her işte olduğu gibi bu işte de hile ve sahteciliğe soyunduğunu şu sözlerle anlatıyor; eşitlik ilkesine aykırı bu yasa iptal edilse bile iktidar “geçmiş olsun yasa iptal edildi ama çıkanları geri döndürme şansımız yok deyip”, yeni düzenlemeden kaçınacak böylece sadece kurtarmak istedikleri mafya babaları salınırken siyasi tutuklular içeride kalmaya devam edecek.
Sonuçları itibarıyla bir af niteliği taşıyan kanun 3/5 oranındaki nitelikli çoğunluk şartını dolanmak için infaz düzenlemesi olarak meclise getirildi. Üstelik ileride başkaları için af talebi olmasın diye ceza indirimi yerine infaz şekli üzerinde oynamış bazıları için tutukluk süresini değiştirmiş, denetimli serbestlik getirmişler.
İNFAZ YASASI AYM YE GÖTÜRÜLMELİ
Yasanın çok sayıda problemi var ancak AYM de itiraza konu olabilecek en önemli yanı aynı durumda olanlar arasında ayrımcılık içermesi. Yasa kapsamına girmese de herkesin tahliye başvurusunda bulunması red kararı verilirse bunun sıralı işlemle AYM ye, 2 haftada karar vermezse AHİM e götürülmesi ya da Korona tehdidi altında zamanı kısaltmak için AHİM e Rule 39 başvurusu yapılması öneriliyor. İç hukuk yollarıyla uğraşmadan BM-İHK ve WGAD gibi uluslararası kuruluşları harekete geçirmek gerekiyor.
Erdoğan’ın partiden ayrılmasını istediği yeni DEVA partili Mustafa Yeneroğlu; infaz yasasının Anayasa ve AİHS deki ayrımcılık yasağına aykırı olduğunu açıklıyor. Toplumsal sorunlara kafa yoran herkesi düşman ilan edip içeri tıkan bir iktidara karşısında toplumun en temel demokratik ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak sadece iktidar ve ortağının bazı suçluları içerden çıkarmak amacıyla hazırladığı bu yasanın hukuk devleti ve eşitlik ilkeleriyle çeliştiğini ve iptal edilmesi gerektiğini anlatıyor. Salgın hastalıklar karşısında ağır tehdit altına olan hükümlü ve tutuklular hakkında ayrımcılık içeren düşünce suçlularının herkesin kullandığı haklardan yararlanmasını engelleyen infaz kanunun adil ve eşit olmaktan uzak Anayasa ve evrensel hukuka aykırı, meşruiyet açısından sorunludur olduğunu söylüyor.
Suçluyu birey olarak görmeyen onun durumunu dikkate alacağına suç türüne göre kişilerin insan haklarından yararlanmasına imkân veren yolsuzluk yapanları, devlet malını zimmetine geçirenleri, çete ve mafya liderlerini hırsızlar ve gaspçıları tahliye edip şiddete bulaşmadan düşüncelerini ifade eden basın mensupları dâhil birçok masumu insanı terör suçlamasıyla haksız yere cezaevinde tutan bir yasa olduğunu belirtiyor. Afta hata cezada hatadan dahi iyidir prensibi ortadayken ülkenin gelişmesi için yanlışları eleştiren aydınların haksız yere cezaevinde tutulması ayrımcılıktır, AYM yasayı iptal etmelidir diyor.
Hukuk profesörlerinden İzzet Özgenç, mecliste görüşme aşamasında iken hiçbir eleştiriyi dikkate almadan çıkarılmak istenen, suçlunun durumunu dikkate almadan suç çeşidine göre insanlar arasında ayrımcılık yapan bu yasanın geri çekilmesini istiyor. AYM iptal eder mi? sorusuna ihtiyatla yaklaşıyor. AYM nin her zaman hukuki hassasiyetle hareket etmediğini siyasi mülahazalarla kararlar verebildiğini söyleyerek konun oraya havale edilmeden mecliste sorunun çözülmesini arzu ediyor ama başarılı olamıyor. Ceza hukukçusu Prof Adem Sözüer hazırlık aşamasında kendilerinden görüş sorulmadığını, korona tehdidine karşı en çok sorun yaşayabileceklerden oluşan riskli grupların dikkate alınmadığını, çocuklu annelere varıncaya kadar her konuda bir ölçütünün olmadığını çok fahiş ayrımcılıklar içerdiği için AYM ye gideceğini açıklıyor.
Yargı sistemindeki boşluklar devlet gücünü kendinde görenler tarafından daima suistimal ediliyor. 15 Temmuzdan sonra kararlarında evrensel hukuk normlarını dikkate alacak hukuk adamları daha henüz darbe devam ederken önceden hazırlanmış listeye göre hepsi birden görevden alınıyor. Adaletten şaşmayacağı vaadiyle gelen iktidar partisi darbeyle ele geçirdiği OHAL yetkisini kullanarak tüm yargı sistemini yukarıdan aşağıya yandaşlarla dolduruyor.
Ardından yargı sistemini kullanarak kendine muhalif gördüğü herkesi hizaya getirmeye çalışıyor. Şimdi ülkede yandaşlar için ayrı muhalif gördükleri için ayrı hukuk kuralları uygulanıyor. Cezaevlerinde bulunan mahkûmların yüz binden fazlası henüz hakkında hüküm verilmemiş tedbiren içerde tutulanlardan oluşuyor. 30 bini cemaat mensubu olmak üzere yaklaşık 50 bin tutuklunun iktidarın kendine muhalif olarak gördüğü aydın kesimlerden olduğu biliniyor.
Cezaevlerinden virüs haberlerinin gelmeye başladığı şu günlerde ülkenin en riski grubu arasında iktidar ayrımcılık yapıyor. 80 bin uyuşturucu, 35 bin cinayet, 20 bin cinsel suçlardan olanların çoğu hariç topluma karşı işlenen suçlar arasında sayılan 45 bin hırsızlık, 10 bin dolandırıcılık, 30 bin yaralama, 25 bin gasp, 5 bin çıkar amaçlı örgüt kurma suçlusunun önemli bölümünün af kapsamına alındığı düşünen yazan çizen eleştirenlerin ise içerde tutulmak istendiği görülüyor.
Çıkan yasanın toplumsal kaygıdan çok Çakıcı gibileri kurtarmak iktidar muhaliflerini cezalandırmak için hazırlandığı konusunda genel kanaat oluştu. Kenan Evren’in devlet düşmanı ilan ettiği gencecik insanları ölümle cezalandırmayı seçtiği gibi iktidar partisi de muhaliflerin zindanda soykırımı için adeta zemin hazırlıyor. İnfaz yasasının her maddesine koydukları istisnalara baktığınızda toplumsal dayanışmaya ihtiyaç duyulduğu şu günlerde iktidarın hastalıklı bir ruh hali içinde terör başlığı altında her kesimden düşünce suçlusunu doldurup onları yaşam hakkıyla tehdit ederek intikam almaya çalıştığı görülüyor. Sezgin Tanrıkulu, yasanın darbe mantığı ile hazırlanmış kişilere özel af yasası olduğunu, adaletin en temel prensiplerini yok sayarak cezaevlerindeki mahkûmlardan bazılarının yaşam hakkını ellerinden almayı hedefleyen ölüme mahkûm etmeye çalışan 12 Eylülcülerin mantığıyla düzenlenmiş bir yasa olduğunu. Rüşvetçi gaspçı, kaçakçı vb benzerlerine yaşam hakkı tanırken düşünce suçlularını ölüme mahkûm ettiğini anlatıyor. CHP yasayı AYM ye götüreceğini açıklıyor.