Analiz / Doç. Dr. Osman Tek
İnsan yalnızca dış dünyayı değil, kendini de merak eder. Kendini bilmek, tanımak ve anlamak ister. Nereden geldiğini, kim olduğunu, neye dönüşmekte olduğunu…
Bu arayış, aslında insanın varoluşuna yönelttiği en kadim sorulardan biridir:
“Ben kimim?”
Fakat insanın kendini doğrudan görmesi zordur. Göz, kendini göremez.
Kalp, kendi atışını dışarıdan duymaz.
İnsan da kendi benliğini ancak başkaları üzerinden fark etmek ister. Bu nedenle çevresindeki insanları, olayları, ilişkileri bir ayna gibi kullanır. Anne, baba, arkadaş, öğretmen, düşman… Hepsi birer yansıtıcıdır aslında.
Bu yüzdendir ki, sufiler “insan insanın aynasıdır” demiştir.
Çünkü insan, başka bir insanın bakışında kendi suretini arar. İlk çocukluk döneminden itibaren, “görüldüğümüz kadar” bir kimlik inşa ederiz. Sevilmişsek değerli, dışlanmışsak kusurlu, övülmüşsek başarılı olduğumuzu sanırız.
Ne var ki…
Zamanla anlarız:
Her ayna gerçeği yansıtmaz.
Bazı aynalar buğuludur. Bazıları kırıktır. Bazıları eğridir. Ve bazıları, içinde sadece kendini gösterir.
İşte burada “ayna ben’in iflası” başlar.
Yani insanın, kendisini tanımak için baktığı aynaların artık onu yanıltıyor olması.
Modern psikoloji bu durumu özellikle narsistik çöküş, öz-değer bozulması, yansıtmalı kimliklendirme gibi kavramlarla açıklar.
İnsan başkalarının gözündeki aksine çok fazla bağlanırsa, kendi benliğini değil, onların arzusunu yaşamaya başlar.
Örneğin kıskanç bir annenin çocuğa baktığı göz, çocuğun potansiyelini değil kendi yoksunluğunu yansıtır. Yani çocuk, kendi yeterliliğini değil, annenin eksikliğini görür.
Ve büyüdüğünde kendine şu soruyu sormaya başlar:
Sufiler bu konuda daha köklü bir farkındalık geliştirirler. Derler ki:
“Her ayna bir şeyi yansıtır, ama her yansıma hakikat değildir.”
Kur’an’da Hz. Musa’nın (as) karşısında duran sihirbazlar, halüsinatif bir yanılsama üretirler:
“İpleri ve değnekleri, kendisine koşuyor gibi göründü.” (Tâhâ, 66)
Musa korkar. Ama Rabb’i ona der ki:
“Korkma, üstün gelecek olan sensin.” (Tâhâ, 68)
Buradaki mesaj şudur:
Zihin, dışarıdan gelen görüntüyle kandırılabilir. Ama kalp, Allah’ın sesiyle ayırt eder.
Aynaya baktığında korku görüyorsan, o ayna değil yanılsamadır. Sana acizlik aşılayan bir bakış, seni tanımıyor; seni kullanıyor olabilir.
Bu noktada, kişinin en büyük sorumluluğu şu hale gelir:
“Hangi aynaya bakıyorum?”
Ve daha önemlisi:
“Bu aynayı hakikat mi tutuyor, yoksa arzu mu, korku mu, kibir mi?”
Dini kaynaklar aynanın sembol değerine özellikle önem verir. Hadislerde “mü’min, mü’minin aynasıdır” buyurulur. (Ebû Dâvûd, Edeb 49) Bu, yalnızca dostça bir yansıma değil, saf bir hakikatin taşınmasıdır.
Seni öven biri, sana ayna tutmuyor olabilir.
Sana kızan biri, seni gerçekten tanımıyor olabilir.
Bazen senin ne olmadığını bilen biri, senin ne olduğunu hiç bilmiyordur. Burada “bozuk aynalar” kavramı önem kazanır.
Kibirli insanlar seni kendilerinden eksik görür.
Kıskanç insanlar seni kendilerinden fazla…
Taraftar insanlar seni sadece kendi çizgilerine uygun oldukça severler. İşte tüm bu aynalar, senin kim olduğunu değil, kim olmaman gerektiğini gösterir.
Bu yüzden Hz. Ali (kv) şöyle der:s “Kendini tanıyan, Rabbini tanır.” Yani, insan benliğini, yaratılış gayesini, sınırlarını ve değerini içsel bir farkındalıkla tanımalı. Bu da dış aynalara değil, gönül aynasına bakmakla mümkündür. Peki gönül aynası nedir? Kalp, arındıkça yansıtıcı hale gelir. Hasetten, kinden, kibirden, gösterişten arınan bir kalp, kendini ve karşısındakini olduğu gibi gösterir.
İşte bu yüzden sufiler “kalp aynası” derler.
Kalbini cilala. Kalbine bak. Orada Allah’tan başka bir şey görmüyorsan, artık hakikate yaklaşıyorsun demektir.
İnsan, kendisini tanımak için aynalara bakar.
Ama her ayna hakikati değil, bazen başkasının kırık hikâyesini gösterir.
O aynalarda kaybolmamak gerekir.
İnsanın en büyük yanılgısı, kendini “gördüğüne” inandığı yerde başlar.
Oysa hakikat, çoğu zaman görünenden saklanır. Bu nedenle şu soruyu her insan kendine sormalı:
“Ben, hangi aynada kendimi arıyorum?”
Ayna metaforu üzerinden kişinin kendini tanıması hususunda iki farklı epistemolojik yönelim kendini gösterir:
1. İçine Bak (İçsel Yansıma)
Bu çizgideki düşünürler şunu savunur:
Gerçek benlik, dışarıdan değil içeriden bilinir.
Sokrates: “Kendini bil.”
Mevlânâ: “Sen kendini küçük bir cisim sanırsın ama en büyük âlem sensin.”
Jung: “Dışa bakan hayal görür, içe bakan uyanır.”
Gazâlî: “Marifetullah, kişinin kalbindeki perdeleri aralamasıyla başlar.”
İnsan, Allah’ın ruhundan bir nefha taşıdığı için (Kur’an, Hicr 29), hakikat kendisinde, özünde, kalbinde mevcuttur. Dış aynalar aldatıcı olabilir ama kalbin aynası, tecelliyle hakikate ulaşabilir.
2. Dışına Bak Ayna Benlik Kuramı (Dışsal Yansıma)
Bu görüşe göre, insan kendini ancak başkasının gözünde tanıyabilir.
André Gide: “Kendini ancak yabancının gözünde tanırsın.”
Shakespeare: “Ayna sana yüzünü gösterir, hislerini değil.”
George Herbert Mead (sosyolog): “Benlik, başkasının seni nasıl gördüğüne dair algından oluşur.”
Oscar Wilde: “Toplumun aynası olmak için kendi yüzünü silmen gerekir.”
İnsan sosyal bir varlıktır. Kendilik, yalnızca içsel değil, etkileşimle, toplumsal geri bildirimle inşa olur. “Ayna benlik” kuramına göre benlik, başkalarının bize yüklediği anlamların yansımasıdır. İlk bakışta bu iki yaklaşım çelişiyor gibi görünür.
Biri der ki: “İçe dön.”
Diğeri der ki: “Başkalarında gör.”
Ama aslında bu iki bakış tamamlayıcıdır.
Hakikat şudur: İnsan ne sadece başkasının gözünde var olur, ne de yalnızca kendi içine kapanarak benliğini bulabilir.
Benlik, içsel özle dışsal yansımanın çarpıştığı noktada doğar.
Konuya dini açıdan bakarsak iki yaklaşıma da referans bulmak mümkündür.
“Kendi nefislerinizde de deliller vardır. Görmüyor musunuz?” (Zâriyât, 21)
“Geçmiş kavimlerin haberlerinde akıl sahipleri için ibret vardır.” (Yûsuf, 111)
Bu iki yaklaşımı şöyle bağlayabiliriz:
Dış aynalar seni tanımana yardımcı olabilir, ama gerçek kendiliği sadece iç aynanda doğrulayabilirsin.