Türkiye, bulunduğu konum itibarıyla Suriye merkezli yaşanan bölgedeki krizden en çok nasibini alan ülke. İkili ilişkilerdeki çatlaklar Suriye politikası konusunda yaşanan anlaşmazlıklardan kaynaklanıyor.
“Türkiye’nin son dönemlerde sahiplendiği olaylara, kefil olduğu ülkelere, kalkan olduğu örgütlere bir bakın; hepsi sorunlu” diyor Orta Doğu uzmanı Fehim Taştekin de ve ekliyor:
“Bu tablo Türkiye’nin üzerine yapışan kötücül etiketin iyice oturmasına hizmet ediyor.”
Her ne kadar sonradan düzeltme yapılsa da, Aralık 2017’de, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Herbert Raymond McMaster’ın “Türkiye ve Katar radikal ideolojilerin yeni sponsorları” sözleri hafızalarda tazeliğini koruyor.
Türkiye bu etiketi, Suriye’de selefi-cihatçı örgütlere sürdürdüğü destekle kazandı. Ve tabii her koşulda Mısır’dan Suriye’ye, Tunus’tan Libya’ya kadar geniş bir alanda Müslüman Kardeşler’in hamisi kesilmesinin payı da büyük.
İktidara yakın en büyük medya olarak bilinen Sabah gazetesinin başyazarı Mehmet Barlas, biraz daha ileri giderek “Suriye’de ‘Muhalif gruplar’ diye terör örgütlerine verdiğimiz destekle hata yaptık” demişti yakın zamanda.
Taştekin, son dönemde Pakistan’la yakınlaşmaya da dikkat çekerek, “Pakistan bugün Türkiye’nin Suriye’de yaptığına benzer şekilde Afganistan’da yıllarca CIA’in aklı ve Suud’un parasıyla ‘cihatçı alternatifi’ destekledi” ifadesini kullanıyor.
Ancak şimdi gelinen noktada ABD’nin Pakistan’a yardımları kesme tehditleri savurması ve terörle ilişkilendirmesini hatırlatıyor Taştekin ve “Bu örnekler Türkiye için neden önemli?” sorusuna cevap arıyor:
“Aynı ahlaksız senaryo Suriye’de tekrarlanıyor. ABD, IŞİD ve Nusra gibi örgütleri palazlandıran sürecin ana kumandasındayken şimdi faturayı yeni Osmanlı hayalleriyle ‘yataklık’ misyonunu büyük bir hararetle üslenmiş olan Türkiye’ye kesmeye çalışıyor. Sanırım Erdoğan, Pakistan’a bakıp Türkiye’nin geleceğini, Beşir’e bakıp kendi kaderini görüyor. O yüzden çekilmek ya da sıkı bir muhasebeyle hatalardan dönmek yerine yaklaşmakta olan son sahneye savaşarak gitmeye çalışıyor. Elbette bunun içerideki seçim hesaplarıyla da doğrudan ilgisi var.”
Ve son haftaların en büyük problemi İdlib…
Ankara, Nusra Cephesi’nin (Şam’ın Fethi) diğer selefi örgütlerle birlikte kurduğu Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) kontrol ettiği İdlib’de farklı bir gündemle hareket edebileceğini düşündü ilk başlarda.
Çatışmasızlık bölgesi oluşturma projesi, Astana sürecine katılanların siyasi çözümün birer parçası, katılmayanların terörle mücadelenin hedefi olmasını öngörüyor. Bu oldukça net bir hedef.
HTŞ açısından Türk askerine İdlib’te yeşil ışık yakılmasının iki koşulu vardı: Hedef Kürtler yani Afrin olacaktı, İdlib’i elinde tutan güçlere yönelik operasyon yapılmayacaktı.
Halbuki HTŞ, Astana sürecini reddeden El Kaide bağlantılı bir yapı olarak garantör ülkelerin güvencesi altında değil.
“Rusya ve İran Türkiye’yi kendi çizgilerinde tutabilmek için İdlib sahnesindeki bu numarayı yutmuş gibi yapabilir” görüşünü dile getiren Taştekin, “Ama günün sonunda o sahne karışacaktır” diyor ve Suriye ordusunun 24 saatte İdlib civarında 12 yeri HTŞ’den alıp Ebu Zuhur üssüne yaklaşmasını, Rusya ve İran büyükelçilerinin Dışişleri’ne çağrılarak Astana mutabakatının ihlal edildiğinin ikazının yapıldığını hatırlatıyor ve ekliyor:
“Bunun yaklaşan ‘kıyamet günü’ne bir faydasının olacağını sanmıyorum.”
0700
loading…