Derneğin Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Ulaş, Tr 724 için kaleme aldığı yazıda rapordan detaylar paylaştı. Ulaş, ”Yargı makamlarına duyulan güven ve adalete olan inanç, uzunca bir süredir iktidara hâkim olan keyfî ve hukuk tanımaz bir idare anlayışı tarafından yok ediliyor.’ ifadelerini kullandı.
”Bundan tam 46 yıl önce yine bir 24 Ocak günü, İspanya’da dört avukat acımasızca katledildi. Faşist Franco yanlısı bir grup tarafından gerçekleştirilen katliam, işçi hakları için mücadele veren maktul avukatların nezdinde, yalnızca görevlerini ifa etmelerinden dolayı tehdit ve tehlike altındaki tüm avukatlara ithaf olunan tarihî bir saygı duruşuna dönüştü. Bu elim olayın anısına 2010 yılından beri “Tehlikedeki Avukatlar Günü” olarak idrak edilen ve bu yıl Afganistan’daki avukatlara adanan 24 Ocak günü, bakışları -çoğunlukla devlet mekanizması tarafından baskıya uğrayan- savunma kurumuna çevirmek açısından bir fırsat teşkil ediyor.
Yargının en önemli sacayaklarından biri konumundaki savunma müessesesi, hukuk devleti olma idealinden giderek ve hızla uzaklaşan Türkiye’de de ‘tehlike’ altında. Nitekim 2012 ve 2019 yıllarında bu hususî gün, Türkiye’deki avukatlara adandı. Bunun sebeplerini fark etmek zor değil. Çünkü yargı makamlarına duyulan güven ve adalete olan inanç, uzunca bir süredir iktidara hâkim olan keyfî ve hukuk tanımaz bir idare anlayışı tarafından yok ediliyor. Hukukun; muhalefetin ağzına vurulan bir kilide, mevcut gücü daha da pekiştiren bir kararlar silsilesine ve yüz yaşının arefesinde dönüp dolaşıp mutlâkiyete evrilen bir rejimin noterine dönüştüğü bu tuhaf sistemde, savunmanın yaralanmış olması kulağa pek de ilginç gelmiyor. Zira ister mahkeme salonunda isterse idare sahasında olsun, kendisine tanınan karar verme yetkisinden güç devşiren herhangi bir erkin hoşlanmadığı tek olgu ‘itiraz’dır. İşte, hak ve adalet çizgisinde yaşanan her sapmaya itiraz refleksiyle istikamet vermenin mücadelesini yürüten avukatlar için, ne yazık ki Türkiye’nin hâlihazırdaki ortamı emniyetli olmaktan fersah fersah uzakta bulunuyor.
15 Temmuz’la birlikte şiddetini artıran ve neredeyse her gün artçılarıyla karşılaştığımız hukuksuzluk depremi, iki milyona bâliğ kişinin mesnetsiz iddialarla, hukuka aykırı yöntemlerle, Anayasa ve uluslararası sözleşmeler hiçe sayılarak ‘silahlı terör örgütü’ soruşturmasına dâhil edilmesini netice verdi. Bu sebeple binlerce insanın haksız yere işleri ellerinden alındı, mal ve mülklerine el konuldu, yılları cezaevi parmaklıklarının ardına hapsedildi. Esef vericidir ki aynı hukuk katliamları hızını bir an olsun kesmeden manşetleri karartmaya devam ediyor. Böyle isli bir atmosferde, görevleri gereği hakları müdafaa etme, ihlâllere mâni olma çabasındaki avukatların da sesi soluğu kesilmeye çalışılıyor. Siyasî baskıyla bağımsız hareket edemez konuma sokulan karar ve iddia makamlarına paralel, savunma makamı da soruşturma ve kovuşturma tehditleriyle korkutulmaya çalışılarak yargı Türkiye’de sadece bir ‘dizi’ adı hâline getiriliyor.
Tasvirine gayret edilen iklim, avukatların meslekî sorumluluklarının yanında karşı karşıya bulundukları en ciddî konu ve bu ciddiyetin boyutu katlanarak artıyor. Almanya merkezli Weltanwälte Derneği’nin 24 Ocak 2022 tarihinde yayımlanan “Türkiye’de Avukatlara ve Savunmaya Saldırılar” adlı raporunda 2016’dan belirtilen tarihe kadar 1638 avukat hakkında soruşturma açıldığı, 665 avukatın tutuklandığı, 586 avukat hakkında mahkûmiyet hükmü verildiği ve 181 avukatın da cezaevinde bulunduğu tespiti yer alıyor. Avukat-müvekkil ilişkisinden zorlama irtibat oluşturma çabaları ya da avukatı müvekkiliyle özdeşleştirerek ‘suçlu’ yaratma gayretleri ne kadar gülünç dursa da neredeyse her sabah güneşin ilk ışıklarıyla beraber gündeme gölgesi düşen yeni operasyonlarda, bu gerekçelere istinaden koluna kelepçe vurulanların kahramanı oldukları tablolar, karanlık bir zulüm döneminin eserleri olarak kayıtlara ve hafızalara kazınıyor. Bu tablolara daha yakından bakıldığında; 7 yıldır cezaevinde olup cezasının infazını tamamladığı hâlde serbest bırakılmayan Turan Canpolat’ın yıllarını geçirdiği hücreyi, adil yargılanma talebiyle cezaevinde başladığı açlık grevi neticesinde yaşamını yitiren Ebru Timtik’in kuruyan dudaklarını, 3 aylık bebeğiyle cezaevine giren Özge Elif Hendekçi’nin özgürlüğe kendisiyle birlikte kavuşan beş buçuk yaşındaki kızını, Ankara’da kaçırılan Mustafa Özben’e 92 gün boyunca çektirilen işkencelere şahit olan 3 m2’lik hücreyi, kanser hastasıyken gözaltına alınıp 9 yıl hapis cezasına mahkûm edilen ve 2019’da hayatını kaybeden Melek Sarı’yı, Düzce Cezaevi’nde vefat eden Metin Yücel’i ve nicelerini görmek mümkün.
Gerek avukatların gerekse hukuka duyarlı her insanın boğazına bir yumru gibi oturan o haksızlığa karşı haykıramama, haykırsa da duyuramama, duyursa da anlaşılamama duygusu; Türkiye’nin gerçeklerinden biri olduğunu durmaksızın hatırlatsa da hak ve adaletin elbet tecelli edeceğine olan inanç, bütün engellere rağmen mücadeleyi sürdürmenin temelini oluşturuyor. Bu vesileyle, Türkiye’de ve dünyada hukukun asil mevkiini temsil ederken baskı ve yıldırmalarla karşılaşan, bu uğurda kayıplar yaşayan, yine de cübbesini sorumluluk bilinciyle bir deri gibi ruhuna geçiren bütün avukatları anmak ve onlarla dayanışma duygularını paylaşmak şükran ifadesinin de ötesinde bir görev.”