Türkiye, bu yıl 1 Mayıs İşçi Bayramı’na yüksek enflasyon, alım gücü kaybı, örgütsüzlük ve iş güvencesizliği gibi derinleşen emek sorunlarıyla giriyor.
Çalışma koşulları her geçen gün ağırlaşırken, iş kazaları artıyor, sendikalaşma oranları düşük kalıyor, kadınlar ve göçmen işçiler en güvencesiz kesimler olarak öne çıkıyor. Bu tabloyu sendikaların ve CHP’nin güncel raporları ortaya koyuyor.
DW Türkçe‘ye konuşan Çalışma Ekonomisi Uzmanı Özgür Müftüoğlu bu tabloyu şöyle değerlendiriyor: “Asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı, emeklilerin sefalet maaşlarıyla yaşamaya mahkûm edildiği, çalışma yaşamının kuralsızlığa ve güvencesizliğe sürüklendiği bir dönemdeyiz.”
Ekonomik programın yükü emekçilerin sırtında
2023 seçimlerinden bu yana uygulanan ekonomik program, yıllardır süren toplum karşıtı politikaların yükünü yeniden halka, özellikle de emekçilere yüklüyor. Enflasyonu düşürmek, büyümeyi sağlamak gibi makro hedeflerin bedeli doğrudan çalışanlar üzerinden ödeniyor.
Özgür Müftüoğlu, uygulanan ekonomi politikalarının en büyük yükünü ücretlilerin taşıdığını ifade ediyor.
Müftüoğlu, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yurt dışında yatırım çekme adına ucuz emek ve kamu kaynaklarını teşvik olarak sunmasına da dikkat çekiyor: “Bizden topladıkları vergilerden, kaynaklardan oluşacak teşvikleri esas alıyor. Yani bu doğrudan toplumun sırtına binmiş oluyor.”
“Cumhuriyet tarihi içerisinde böylesine bir dönemin yaşandığını bilmiyorum” diyen Müftüoğlu, ocak ayında belirlenen asgari ücretin daha yılın başında açlık sınırının altında kaldığını, emeklilerin ve milyonlarca çalışanın açlık sınırı altındaki maaşlarla yaşamaya zorlandığını söylüyor.
Temel ihtiyaçları bile karşılamıyor
DİSK-AR’ın “Ücret Kayıpları İzleme Raporu”na göre asgari ücret, yılın üç ayında daha cebe girmeden enflasyon karşısında 2 bin 224 TL eridi. Aynı dönemde asgari ücretin 1,5 katı düzeyindeki ücretlerin kaybı 3 bin 159 TL’yi buldu. Asgari ücretin 2,5 katı ücreti olan bir çalışanın Mart 2025’te ücretinin yüzde 37,5’i vergi ve kesinti ile enflasyona gitti. Mart 2025’te enflasyon kaybı emeklilerde 1456 TL, memurlarda 6 bin 215 TL oldu.
TÜRK-İŞ’in Nisan 2025 verilerine göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 24 bin 35 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 78 bin 292 TL’ye çıktı. Birleşik Metal-İş Sendikası Araştırma Merkezi’nin (BİSAM) Nisan 2025 raporuna göre ise dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 23 bin TL’yi aşarken, yoksulluk sınırı 79 bin 734 TL olarak belirlendi.
Bu rakamlar, 22 bin 104 TL olan net asgari ücretin temel ihtiyaçları bile karşılamadığını ortaya koyuyor.
Eğitim-İş Sendikası’nın açıklamasına göre ise büyükşehirlerde ev kiraları ortalama asgari ücrete denk hale geldi. Öğretmenler ve kamu çalışanları ya şehir merkezlerinden uzaklaşıyor ya da ortak evde yaşamak zorunda kalıyor. Düşük gelirli işçiler için barınma krizi artık geçici bir sorun değil, kalıcı bir yoksulluk göstergesi haline geldi.
Sosyal kriz baskılanıyor
Müftüoğlu’na göre temel ihtiyaçlara erişim zayıflarken, barınma ve beslenme hakkı ortadan kalkarken iş hayatı da güvencesizlik ve geleceksizlikle şekilleniyor. Bu şartlara karşı yükselen toplumsal itirazlar ise bastırılıyor. Gaziantep, Kayseri gibi illerde işçilerin gerçekleştirdiği eylemlere yönelik sert müdahaleleri ve sendikacıların ev hapsine alınmasını buna örnek gösteriyor. Ayrıca 19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik operasyonun, demokrasiye doğrudan bir müdahale olduğunu belirtiyor.
Müftüoğlu, toplumsal mücadelede bir yükselişin yaşandığını belirterek işçi sınıfının buna katılmasının önemine işaret ediyor:
“İşçi sınıfı toplumsal mücadelenin en etkili olan kısmıdır. Üretimi durdurma gücü her zaman işverenleri ve siyasi liderleri endişelendirir.”
Ancak bu potansiyelin, mevcut sendikal yapılar ve konfederasyonların pasif, uzlaşmacı tavırları nedeniyle açığa çıkamadığını savunuyor. “Biz çiftçilerden, öğrencilerden gördüğümüz mücadeleyi işçilerden henüz göremiyoruz” diyor.
1 Mayıs’a baskı gölgesi
1 Mayıs’a günler kala ev baskınları ve gözaltılarla başlayan süreci değerlendiren Müftüoğlu, bunun iktidarın emekçilerin örgütlenmesinden ve meydanlara çıkmasından duyduğu kaygıyı gösterdiğini söylüyor. “Taksim’in kapalı olması, 1 Mayıs’ın orada kutlanmasının engellenmesi bile başlı başına bu korkunun göstergesi” diye ekliyor.
Özgür Müftüoğlu, toplumun farklı kesimlerinden gelen mücadelelerin — kadın hareketi, gençlik mücadelesi, çevre ve ekoloji mücadeleleri, tarım krizine karşı çiftçilerin tepkileri — giderek ortaklaştığını vurguluyor. Bu dönemin en önemli özelliğinin, “herkesin kendi alanındaki sorunun aslında ortak bir adaletsizlik rejiminin sonucu olduğunu fark etmesi” olduğunu belirtiyor. 1 Mayıs’ın da bu ortaklaşan adaletsizliklere karşı birleşik mücadelenin ifadesi olması gerektiğini söylüyor.
Ağır çalışma koşulları ve güvencesizlik
2025 yılı itibarıyla Türkiye’de emekçiler sadece düşük ücretlerle değil, aynı zamanda ağır çalışma koşulları, güvencesizlikle de mücadele ediyor.
Toplu iş sözleşmesine tabi işçi oranı yüzde 7 civarında seyrediyor. Bu düşük sendikalaşma oranı, işçilerin haklarını savunmada ve yaşam koşullarını iyileştirmede önemli bir engel teşkil ediyor
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) 2025 ilk çeyrek raporuna göre yılın ilk üç ayında en az 447 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Bu da her gün ortalama 5 işçinin çalışırken yaşamını yitirdiğini gösteriyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba’nın 2025 başında açıkladığı rapora göre, Türkiye’de 1 milyona yakın kayıt dışı Suriyeli ve diğer uyruklardan göçmen işçi, başta tarım, inşaat ve tekstil olmak üzere birçok sektörde sigortasız ve düşük ücretlerle çalıştırılıyor. Bu durum, hem işçilerin güvenliğini tehlikeye atıyor hem de ücretleri aşağıya çekiyor.
DİSK-AR ise geniş tanımlı işsizlik oranının yüzde 28,8’e ulaşarak son 11 yılın en yüksek seviyelerine çıktığını açıkladı. Kadınlarda bu oran yüzde 38,2’ye kadar yükseldi. Kadınların sendikalaşma oranı yüzde 11,4 iken erkeklerde bu oran yüzde 16,3. Kadınların istihdama katılım oranı hala yüzde 35’in altında.
Haberin kaynağına buradan ulaşabilirsiniz