Türk Lirası’nda görülen sert düşüş, gelişmekte olan ülke varlıkları başta olmak üzere küresel piyasalarda satış dalgasına yol açtı.
Ancak yine de küresel piyasalarda TL’nin değer kaybının bulaşıcı bir etki yaratıp yaratmayacağı son birkaç günün en çok tartışılan konularının başında.
BBC Türkçe’nin haberine göre; ekonomistler ve analistler ise uzun zamandır küresel piyasa koşullarındaki gelişmelerin gelişmekte olan ülkeler için bir risk olduğu uyarısında bulunuyordu.
Ekonomist Özlem Derici Şengül, piyasaları bugünkü koşullara getiren dönüm noktası olarak Ben Bernanke’nin 2013’teki konuşmasını gösteriyor.
Dönemin Amerikan Merkez Bankası (Fed) başkanı olan Bernanke, o dönem yaptığı konuşmada parasal genişlemenin sonuna gelindiğini aktarmıştı.
2008 finansal krizinin ardından Fed başta olmak üzere dünyanın büyük merkez bankaları trilyonlarca dolar değerinde devlet tahvili satın alarak ekonominin tekrar sağlıklı bir hale gelmesi için para pompaladı. Bu sürece de genel olarak “parasal genişleme” adı verildi.
Bernanke o dönem yaptığı konuşmada parasal genişlemenin sona ereceğinin ve Fed’in faizleri artırmaya başlayacağının sinyalini vermişti.
‘Arka bahçelerini temizlemek için süre tanındı’
Özlem Derici Şengül, Bernanke’nin bu açıklamasıyla beraber gelişmekte olan ülkelere parasal genişleme programından çıkmak için bir süre verildiğini, hatta bu sürenin tahmin edildiğinden uzun sürdüğünü anlatıyor:
“Hem merkez bankaları hem de ülkelerin kendi maliye ve kalkınma politikalarını düzenlemeleri, arka bahçelerini temizlemeleri için vakit tanınmış oldu. Biliyorduk ki likidite küresel olarak azalacak, faizler ve borçlanma maliyetleri artacak, kendilerini hazırlamış gelişmekte olan ülkeler bu rüzgardan sağ salim çıkacak.”
Bilkent Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Refet Gürkaynak, hikayeyi biraz daha geriye giderek anlatıyor. 1998-2002 yılları arasında gelişmekte olan ülkelerin iktisat politikası reformları yaptığını, Türkiye’nin de 2001 yılı itibariyle bunu uygulamanın faydasını gördüğünü söylüyor.
Gürkaynak, 2008 küresel krizi patlak verdiğinde ise gelişmekte olan ülkelerin borç alabilecek bir yapıya gelmiş olduğunu açıklıyor:
“2008’de fark edildi ki bu ülkelerin artık mali sektörleri kuvvetli, bankaları kuvvetli, devletlerinin borcu yüksek değil; o yüzden borç alabilir, iyi iktisat politikası yapabilir bir haldeler.
“Diğer yandan gelişmiş olan ülkeler eskinin gelişmekte olan ülkeleri gibi rezil bir haldeler, onun için gelişmiş olan ülkelerde mali genişleme ve parasal genişleme başladı.”
Bunun sonucu olarak da dünyanın büyük ekonomilerinin merkez bankaları faizlerini ya sıfıra ya da negatife çekti.
‘Kendimizi krize açık hale getirdik’
Borcun kolay alınabildiği bu dönemde bütün gelişmekte olan ülkelerin borçlandığını vurgulayan Gürkaynak, Türkiye’nin şu şekilde ayrıştığını aktarıyor:
“Bu dönemde kendi ekonomisi standardında en çok borçlanan, bunu da en fazla ölü yatırım olarak gömen bir Türkiye var. Dünyada yavaş yavaş likidite bolluğu ortadan kalkmaya başladı, paranın artık gidebileceği başka yerler var, ABD, Avrupa, Japonya’da işler fena gitmiyor.
“Böyle olunca da kapasitesinin üstünde borçlanan ülkelerde sorun olacağı çok aşikar. Biz hem kapasitemizin çok üstünde borçlandık hem de bu borcu çok kötü bir şekilde kullanmayı siyasi olarak tercih ettik. Dolayısıyla kendimizi krize çok açık bir hale getirdik.”
Ekonomist Özlem Derici Şengül de küresel piyasa koşulları bir yana, Türkiye’nin kendi hikayesinin TL’de bu kadar yüksek oranda değer kaybı yaşanmasına yol açtığını düşünüyor:
“Bizim şu an yaşadığımız politik tansiyon olmasaydı bile Türkiye’nin daha düşük bir enflasyon, daha düşük bir faiz, daha düşük bir cari açık, daha sıkı bir maliye politikası, daha düşük bir bütçe açığı ile girmesi gerekiyordu bu döneme.
“Tabii ki bizim kontrolümüz dışında da bir sürü şey oldu, darbe girişimi, Suriye gibi ekonomik olarak kontrol edemeyeceğimiz dışsal riskler yaşadık. O yüzden bir kısmı elimizde değildi.
“Ama elimizde olan neydi? Bizim bu seneler içerisinde sıkı para politikası ve sıkı maliye politikasıyla yeterince tasarruf etmek – bu günlere hazırlanmak adına söylüyorum- enflasyonu kontrol altına almak ve piyasalara verilen güvenle ülke risk primi aşağı çekmek.”
Derici Şengül’e göre küresel piyasaların kısa ve orta vadede seyrini belirleyecek iki faktör ise şöyle:
ABD’nin küresel ticaret savaşlarını nereye kadar götüreceği.
Başta Fed olmak üzere Avrupa, Japonya, İngiltere gibi gelişmiş ülke merkez bankalarının faiz artırımı açısından nasıl bir yol izleyeceği.