O kadar süre bir Allahın kulu, yaptığı işlere tek laf edemedi. Zaten savcı da edememiş ki iddianamede kendisiyle ilgili suçlamalar; yazdığı 15 ve rt’lediği 3 tweet’ten ibaret!
Fakat kader, kısmet; bir gün, okumayı öğrendiğim günden beri elimden düşürmediğim Zaman gazetesinde çalışmaya başladım. Aslında önce sadece üç haftalık bir seminerdi, sonra bir aylık stajdı, sonra bir aylık daha stajdı… İşte o günlerde tanıştım; yüreği, göbeğinden büyük olan Ufuk Şanlı’yla. (Aslında onu en iyi anlatacak kişi, aynı zamanda üniversiteden arkadaşı olan, sayfa tasarımcımız Babür’dür fakat ne yazık ki o da saçma bir ihbar ve peşinden gelen akıl dışı bir iddiayla Silivri’de şu an)
Birebir tanışmadan önce, arkadaşlarıyla kurdukları bir sitenin tanıtımı için katıldığı, CNN Türk yayınında izlemiştim onu. Site, komplo teorileri üzerine olduğundan spikerin, “Diğer arkadaşlarınız görünmek istemiyor mu, korkuyor mu, siz nasıl geldiniz?” şeklindeki esprili sorusuna “Ben bekardım, beni öne attılar” deyip meşhur gülüşüyle karşılık vermişti. Daha sonra evlendi ve akrabalarının düğünlerine bile gitmeyen ben, İstanbul’dan İzmir’e, sırf altınını takıp ayrılmak üzere, onun düğününe gittim…
Ben daha tıfıl bir stajyer, o ise “IMF: Borç Kapanı” adlı koca bir kitap yazmış kıdemli bir ekonomi muhabiri. Kendisinin, serçe parmağıyla kotaracağı haber konularını gelip bana önerirdi o günlerde: “Elif, e-kitap diye bir şey var, Amazon’da bir dünya satılıyor ama Türkiye’de daha anlayamadılar bunu. Sen bir haber yapsan bence süper olur”. Sadece bu değil tabii; fikirle beraber görüş almam gerekenlerin listesini yapar, irtibatlarını bulup verir, haberi yazdıktan sonra okuttuğumda “Güzel olmuş ama kısa. Manşet yapmazlar bunu kültür sayfasına, bir iki görüş daha ekle” deyip ‘sunum’ için son rötuşları da yapar. Bu da yetmez; haberi sisteme kaydetmemin üzerinden iki gün geçip de halen kullanılmadığını görünce birinci sınıfa çocuğunu götüren veli gibi, tutar elimden, Kültür Sanat Şefi Ali Çolak’ın yanına götürür, bir de haberi orada bizzat muhatabına pazarlar! “Korsanın zararını cep’ten çıkarıyorlar” başlıklı, o dönem yeni moda olan polifonik cep telefonu melodisi uygulamasının ekonomik yanı hakkındaki haberim de aynı sırayı izleyerek hayata geçmiştir! Diyebilirim ki rock konserlerinde seyircinin, sahneden üzerlerine atlayan şarkıcıyı elden ele ilerletmesi gibi, Zaman’da ben kendi kendime yol kat etmedim; hep oradakiler ilerlettiler beni. İşte Ufuk ağabey, onlar arasında başı çekendi.
Patenti kendine ait tabirleriyle her ortamı, her zaman, her şekilde bir tebessümle bezeme yeteneğine sahipti. Aynı sayfada birden fazla haberin varsa sayfayı, farklı sayfalarda birden fazla haberin varsa gazeteyi sen ‘kitlemiş’ olurdun o gün! Hayatımda ilk ve tek defa gazete manşeti ve birinci sayfa haberinde imzam olduğu gün, haber merkezinden içeri girdiğimde “Ooooo kitleyen kız da gelmiiiiiş” diye karşılamıştı. Bazı haber konuları da ‘mantar’dı tabii; üzerinde çok da durmaya değmez yani.
Haber merkezinden kültür sanat servisine geçtiğimde de ilgisi, gölgesi hiç eksik olmadı üzerimden. Fakat ben artık ‘yata yata çalışan’lardandım! Kültür sanat haberciliğinin kötü şöhreti bu; hep ‘entel dantel’lerle ‘lafazan’lık edip aslında ciddi habercilik yapmamakla eleştirilir kültür sanatçılar. Ufuk ağabeyin niyeti bu değil de beni kızdırmaktı tabii esasen. Lafının altında kalmayacağım garanti olduğu için atışma vesilesi olsun diye açardı bu muhabbeti. Habere gitmek üzere aynı araca bindiysek “Ooo kitleyen kız, nasıl gidiyor yata yata habercilik?” der, “Senin gibi yiye yiye gitmediği için göbek yapmıyor ağabey, memnunum” cevabımla kahkahayı basardı. Kültür sanat servisinde günlük ritüelimiz ise sürekli “Allahsız komünistlere yer verip durduğu”muz için aboneliğini kesme tehdidi savuran okur e-mailleriyle boğuşmaktı. Bundan haberdar olan Ufuk ağabey, bir gün beni bulamayınca masama şöyle bir not bırakmıştı: “Elif hanım, komünist bir şairim. Sizinle görüşmek istiyorum. Numaram….”
‘Kitleyen adam’ Zaman’dan sonra Sabah’ta, TRT’de, Vatan’da, Milliyet’te çalıştı. O kadar süre bir Allahın kulu, yaptığı işlere tek laf edemedi. Zaten savcı da edememiş ki iddianamede kendisiyle ilgili suçlamalar; yazdığı 15 ve rt’lediği 3 tweet’ten ibaret! KHK ile kapatılan Fatih Koleji’nde beraber okuduğu damat Berat Albayrak kabinede, Ufuk Şanlı, 18 tweet’ten Silivri’de!
Özgürlüğünün ve işsizliğinin son aylarında İzmir’deydi. Bunu öğrenince telefona sarıldım tabii, en kısa zamanda hatta mümkünse ışınlanma yoluyla tam o anda görüşmek istediğimi söyledim. Sözleştik fakat erteledik. Nasırı ciddi rahatsızlık veriyordu ve doktora gitmesi gerekliydi. Sağlık meselesi olunca üstelemedim tabii. Fakat o, görüşmemize engel olan, henüz üzerine basamadığı ayağıyla koşa koşa İstanbul’a gitti, ifade vermek için. “Ağabey, bak bozuluyorum; ben çağırınca gelmiyorsun, oraya niye gidiyorsun?” dediğimde “Gidelim Elif’çiğim; korkacak bir şeyimiz yok. Sonra arkamızdan korktu, kaçtı demesinler” dedi. Bundan sonra benim vereceğim cevap da onun söyleyecekleri de çok belliydi ve görülen o ki kararını değiştirmeye yetmeyecekti. Bunu anlamamla gözlerimden süzülen yaşlara eşlik eden hıçkırığımı duydu ve yine ağabeyliğini yapıp “Ağlama Elif’çiğim, bir şey olmayacak” diye teselliye çalıştı.
Bir şeyler oldu, çok şeyler oldu be kitleyen adam. Ben seni çok özledim. Çıksan da bana yine haber konuları söylesen. Söz; bu sefer her şeyi kendim kotarabilirim..
Yazan: Elif Tunca
O kadar süre bir Allahın kulu, yaptığı işlere tek laf edemedi. Zaten savcı da edememiş ki iddianamede kendisiyle ilgili suçlamalar; yazdığı 15 ve rt’lediği 3 tweet’ten ibaret!
Fakat kader, kısmet; bir gün, okumayı öğrendiğim günden beri elimden düşürmediğim Zaman gazetesinde çalışmaya başladım. Aslında önce sadece üç haftalık bir seminerdi, sonra bir aylık stajdı, sonra bir aylık daha stajdı… İşte o günlerde tanıştım; yüreği, göbeğinden büyük olan Ufuk Şanlı’yla. (Aslında onu en iyi anlatacak kişi, aynı zamanda üniversiteden arkadaşı olan, sayfa tasarımcımız Babür’dür fakat ne yazık ki o da saçma bir ihbar ve peşinden gelen akıl dışı bir iddiayla Silivri’de şu an)
Birebir tanışmadan önce, arkadaşlarıyla kurdukları bir sitenin tanıtımı için katıldığı, CNN Türk yayınında izlemiştim onu. Site, komplo teorileri üzerine olduğundan spikerin, “Diğer arkadaşlarınız görünmek istemiyor mu, korkuyor mu, siz nasıl geldiniz?” şeklindeki esprili sorusuna “Ben bekardım, beni öne attılar” deyip meşhur gülüşüyle karşılık vermişti. Daha sonra evlendi ve akrabalarının düğünlerine bile gitmeyen ben, İstanbul’dan İzmir’e, sırf altınını takıp ayrılmak üzere, onun düğününe gittim…
Ben daha tıfıl bir stajyer, o ise “IMF: Borç Kapanı” adlı koca bir kitap yazmış kıdemli bir ekonomi muhabiri. Kendisinin, serçe parmağıyla kotaracağı haber konularını gelip bana önerirdi o günlerde: “Elif, e-kitap diye bir şey var, Amazon’da bir dünya satılıyor ama Türkiye’de daha anlayamadılar bunu. Sen bir haber yapsan bence süper olur”. Sadece bu değil tabii; fikirle beraber görüş almam gerekenlerin listesini yapar, irtibatlarını bulup verir, haberi yazdıktan sonra okuttuğumda “Güzel olmuş ama kısa. Manşet yapmazlar bunu kültür sayfasına, bir iki görüş daha ekle” deyip ‘sunum’ için son rötuşları da yapar. Bu da yetmez; haberi sisteme kaydetmemin üzerinden iki gün geçip de halen kullanılmadığını görünce birinci sınıfa çocuğunu götüren veli gibi, tutar elimden, Kültür Sanat Şefi Ali Çolak’ın yanına götürür, bir de haberi orada bizzat muhatabına pazarlar! “Korsanın zararını cep’ten çıkarıyorlar” başlıklı, o dönem yeni moda olan polifonik cep telefonu melodisi uygulamasının ekonomik yanı hakkındaki haberim de aynı sırayı izleyerek hayata geçmiştir! Diyebilirim ki rock konserlerinde seyircinin, sahneden üzerlerine atlayan şarkıcıyı elden ele ilerletmesi gibi, Zaman’da ben kendi kendime yol kat etmedim; hep oradakiler ilerlettiler beni. İşte Ufuk ağabey, onlar arasında başı çekendi.
Patenti kendine ait tabirleriyle her ortamı, her zaman, her şekilde bir tebessümle bezeme yeteneğine sahipti. Aynı sayfada birden fazla haberin varsa sayfayı, farklı sayfalarda birden fazla haberin varsa gazeteyi sen ‘kitlemiş’ olurdun o gün! Hayatımda ilk ve tek defa gazete manşeti ve birinci sayfa haberinde imzam olduğu gün, haber merkezinden içeri girdiğimde “Ooooo kitleyen kız da gelmiiiiiş” diye karşılamıştı. Bazı haber konuları da ‘mantar’dı tabii; üzerinde çok da durmaya değmez yani.
Haber merkezinden kültür sanat servisine geçtiğimde de ilgisi, gölgesi hiç eksik olmadı üzerimden. Fakat ben artık ‘yata yata çalışan’lardandım! Kültür sanat haberciliğinin kötü şöhreti bu; hep ‘entel dantel’lerle ‘lafazan’lık edip aslında ciddi habercilik yapmamakla eleştirilir kültür sanatçılar. Ufuk ağabeyin niyeti bu değil de beni kızdırmaktı tabii esasen. Lafının altında kalmayacağım garanti olduğu için atışma vesilesi olsun diye açardı bu muhabbeti. Habere gitmek üzere aynı araca bindiysek “Ooo kitleyen kız, nasıl gidiyor yata yata habercilik?” der, “Senin gibi yiye yiye gitmediği için göbek yapmıyor ağabey, memnunum” cevabımla kahkahayı basardı. Kültür sanat servisinde günlük ritüelimiz ise sürekli “Allahsız komünistlere yer verip durduğu”muz için aboneliğini kesme tehdidi savuran okur e-mailleriyle boğuşmaktı. Bundan haberdar olan Ufuk ağabey, bir gün beni bulamayınca masama şöyle bir not bırakmıştı: “Elif hanım, komünist bir şairim. Sizinle görüşmek istiyorum. Numaram….”
‘Kitleyen adam’ Zaman’dan sonra Sabah’ta, TRT’de, Vatan’da, Milliyet’te çalıştı. O kadar süre bir Allahın kulu, yaptığı işlere tek laf edemedi. Zaten savcı da edememiş ki iddianamede kendisiyle ilgili suçlamalar; yazdığı 15 ve rt’lediği 3 tweet’ten ibaret! KHK ile kapatılan Fatih Koleji’nde beraber okuduğu damat Berat Albayrak kabinede, Ufuk Şanlı, 18 tweet’ten Silivri’de!
Özgürlüğünün ve işsizliğinin son aylarında İzmir’deydi. Bunu öğrenince telefona sarıldım tabii, en kısa zamanda hatta mümkünse ışınlanma yoluyla tam o anda görüşmek istediğimi söyledim. Sözleştik fakat erteledik. Nasırı ciddi rahatsızlık veriyordu ve doktora gitmesi gerekliydi. Sağlık meselesi olunca üstelemedim tabii. Fakat o, görüşmemize engel olan, henüz üzerine basamadığı ayağıyla koşa koşa İstanbul’a gitti, ifade vermek için. “Ağabey, bak bozuluyorum; ben çağırınca gelmiyorsun, oraya niye gidiyorsun?” dediğimde “Gidelim Elif’çiğim; korkacak bir şeyimiz yok. Sonra arkamızdan korktu, kaçtı demesinler” dedi. Bundan sonra benim vereceğim cevap da onun söyleyecekleri de çok belliydi ve görülen o ki kararını değiştirmeye yetmeyecekti. Bunu anlamamla gözlerimden süzülen yaşlara eşlik eden hıçkırığımı duydu ve yine ağabeyliğini yapıp “Ağlama Elif’çiğim, bir şey olmayacak” diye teselliye çalıştı.
Bir şeyler oldu, çok şeyler oldu be kitleyen adam. Ben seni çok özledim. Çıksan da bana yine haber konuları söylesen. Söz; bu sefer her şeyi kendim kotarabilirim..
Yazan: Elif Tunca
O kadar süre bir Allahın kulu, yaptığı işlere tek laf edemedi. Zaten savcı da edememiş ki iddianamede kendisiyle ilgili suçlamalar; yazdığı 15 ve rt’lediği 3 tweet’ten ibaret!
Fakat kader, kısmet; bir gün, okumayı öğrendiğim günden beri elimden düşürmediğim Zaman gazetesinde çalışmaya başladım. Aslında önce sadece üç haftalık bir seminerdi, sonra bir aylık stajdı, sonra bir aylık daha stajdı… İşte o günlerde tanıştım; yüreği, göbeğinden büyük olan Ufuk Şanlı’yla. (Aslında onu en iyi anlatacak kişi, aynı zamanda üniversiteden arkadaşı olan, sayfa tasarımcımız Babür’dür fakat ne yazık ki o da saçma bir ihbar ve peşinden gelen akıl dışı bir iddiayla Silivri’de şu an)
Birebir tanışmadan önce, arkadaşlarıyla kurdukları bir sitenin tanıtımı için katıldığı, CNN Türk yayınında izlemiştim onu. Site, komplo teorileri üzerine olduğundan spikerin, “Diğer arkadaşlarınız görünmek istemiyor mu, korkuyor mu, siz nasıl geldiniz?” şeklindeki esprili sorusuna “Ben bekardım, beni öne attılar” deyip meşhur gülüşüyle karşılık vermişti. Daha sonra evlendi ve akrabalarının düğünlerine bile gitmeyen ben, İstanbul’dan İzmir’e, sırf altınını takıp ayrılmak üzere, onun düğününe gittim…
Ben daha tıfıl bir stajyer, o ise “IMF: Borç Kapanı” adlı koca bir kitap yazmış kıdemli bir ekonomi muhabiri. Kendisinin, serçe parmağıyla kotaracağı haber konularını gelip bana önerirdi o günlerde: “Elif, e-kitap diye bir şey var, Amazon’da bir dünya satılıyor ama Türkiye’de daha anlayamadılar bunu. Sen bir haber yapsan bence süper olur”. Sadece bu değil tabii; fikirle beraber görüş almam gerekenlerin listesini yapar, irtibatlarını bulup verir, haberi yazdıktan sonra okuttuğumda “Güzel olmuş ama kısa. Manşet yapmazlar bunu kültür sayfasına, bir iki görüş daha ekle” deyip ‘sunum’ için son rötuşları da yapar. Bu da yetmez; haberi sisteme kaydetmemin üzerinden iki gün geçip de halen kullanılmadığını görünce birinci sınıfa çocuğunu götüren veli gibi, tutar elimden, Kültür Sanat Şefi Ali Çolak’ın yanına götürür, bir de haberi orada bizzat muhatabına pazarlar! “Korsanın zararını cep’ten çıkarıyorlar” başlıklı, o dönem yeni moda olan polifonik cep telefonu melodisi uygulamasının ekonomik yanı hakkındaki haberim de aynı sırayı izleyerek hayata geçmiştir! Diyebilirim ki rock konserlerinde seyircinin, sahneden üzerlerine atlayan şarkıcıyı elden ele ilerletmesi gibi, Zaman’da ben kendi kendime yol kat etmedim; hep oradakiler ilerlettiler beni. İşte Ufuk ağabey, onlar arasında başı çekendi.
Patenti kendine ait tabirleriyle her ortamı, her zaman, her şekilde bir tebessümle bezeme yeteneğine sahipti. Aynı sayfada birden fazla haberin varsa sayfayı, farklı sayfalarda birden fazla haberin varsa gazeteyi sen ‘kitlemiş’ olurdun o gün! Hayatımda ilk ve tek defa gazete manşeti ve birinci sayfa haberinde imzam olduğu gün, haber merkezinden içeri girdiğimde “Ooooo kitleyen kız da gelmiiiiiş” diye karşılamıştı. Bazı haber konuları da ‘mantar’dı tabii; üzerinde çok da durmaya değmez yani.
Haber merkezinden kültür sanat servisine geçtiğimde de ilgisi, gölgesi hiç eksik olmadı üzerimden. Fakat ben artık ‘yata yata çalışan’lardandım! Kültür sanat haberciliğinin kötü şöhreti bu; hep ‘entel dantel’lerle ‘lafazan’lık edip aslında ciddi habercilik yapmamakla eleştirilir kültür sanatçılar. Ufuk ağabeyin niyeti bu değil de beni kızdırmaktı tabii esasen. Lafının altında kalmayacağım garanti olduğu için atışma vesilesi olsun diye açardı bu muhabbeti. Habere gitmek üzere aynı araca bindiysek “Ooo kitleyen kız, nasıl gidiyor yata yata habercilik?” der, “Senin gibi yiye yiye gitmediği için göbek yapmıyor ağabey, memnunum” cevabımla kahkahayı basardı. Kültür sanat servisinde günlük ritüelimiz ise sürekli “Allahsız komünistlere yer verip durduğu”muz için aboneliğini kesme tehdidi savuran okur e-mailleriyle boğuşmaktı. Bundan haberdar olan Ufuk ağabey, bir gün beni bulamayınca masama şöyle bir not bırakmıştı: “Elif hanım, komünist bir şairim. Sizinle görüşmek istiyorum. Numaram….”
‘Kitleyen adam’ Zaman’dan sonra Sabah’ta, TRT’de, Vatan’da, Milliyet’te çalıştı. O kadar süre bir Allahın kulu, yaptığı işlere tek laf edemedi. Zaten savcı da edememiş ki iddianamede kendisiyle ilgili suçlamalar; yazdığı 15 ve rt’lediği 3 tweet’ten ibaret! KHK ile kapatılan Fatih Koleji’nde beraber okuduğu damat Berat Albayrak kabinede, Ufuk Şanlı, 18 tweet’ten Silivri’de!
Özgürlüğünün ve işsizliğinin son aylarında İzmir’deydi. Bunu öğrenince telefona sarıldım tabii, en kısa zamanda hatta mümkünse ışınlanma yoluyla tam o anda görüşmek istediğimi söyledim. Sözleştik fakat erteledik. Nasırı ciddi rahatsızlık veriyordu ve doktora gitmesi gerekliydi. Sağlık meselesi olunca üstelemedim tabii. Fakat o, görüşmemize engel olan, henüz üzerine basamadığı ayağıyla koşa koşa İstanbul’a gitti, ifade vermek için. “Ağabey, bak bozuluyorum; ben çağırınca gelmiyorsun, oraya niye gidiyorsun?” dediğimde “Gidelim Elif’çiğim; korkacak bir şeyimiz yok. Sonra arkamızdan korktu, kaçtı demesinler” dedi. Bundan sonra benim vereceğim cevap da onun söyleyecekleri de çok belliydi ve görülen o ki kararını değiştirmeye yetmeyecekti. Bunu anlamamla gözlerimden süzülen yaşlara eşlik eden hıçkırığımı duydu ve yine ağabeyliğini yapıp “Ağlama Elif’çiğim, bir şey olmayacak” diye teselliye çalıştı.
Bir şeyler oldu, çok şeyler oldu be kitleyen adam. Ben seni çok özledim. Çıksan da bana yine haber konuları söylesen. Söz; bu sefer her şeyi kendim kotarabilirim..
Yazan: Elif Tunca
O kadar süre bir Allahın kulu, yaptığı işlere tek laf edemedi. Zaten savcı da edememiş ki iddianamede kendisiyle ilgili suçlamalar; yazdığı 15 ve rt’lediği 3 tweet’ten ibaret!
Fakat kader, kısmet; bir gün, okumayı öğrendiğim günden beri elimden düşürmediğim Zaman gazetesinde çalışmaya başladım. Aslında önce sadece üç haftalık bir seminerdi, sonra bir aylık stajdı, sonra bir aylık daha stajdı… İşte o günlerde tanıştım; yüreği, göbeğinden büyük olan Ufuk Şanlı’yla. (Aslında onu en iyi anlatacak kişi, aynı zamanda üniversiteden arkadaşı olan, sayfa tasarımcımız Babür’dür fakat ne yazık ki o da saçma bir ihbar ve peşinden gelen akıl dışı bir iddiayla Silivri’de şu an)
Birebir tanışmadan önce, arkadaşlarıyla kurdukları bir sitenin tanıtımı için katıldığı, CNN Türk yayınında izlemiştim onu. Site, komplo teorileri üzerine olduğundan spikerin, “Diğer arkadaşlarınız görünmek istemiyor mu, korkuyor mu, siz nasıl geldiniz?” şeklindeki esprili sorusuna “Ben bekardım, beni öne attılar” deyip meşhur gülüşüyle karşılık vermişti. Daha sonra evlendi ve akrabalarının düğünlerine bile gitmeyen ben, İstanbul’dan İzmir’e, sırf altınını takıp ayrılmak üzere, onun düğününe gittim…
Ben daha tıfıl bir stajyer, o ise “IMF: Borç Kapanı” adlı koca bir kitap yazmış kıdemli bir ekonomi muhabiri. Kendisinin, serçe parmağıyla kotaracağı haber konularını gelip bana önerirdi o günlerde: “Elif, e-kitap diye bir şey var, Amazon’da bir dünya satılıyor ama Türkiye’de daha anlayamadılar bunu. Sen bir haber yapsan bence süper olur”. Sadece bu değil tabii; fikirle beraber görüş almam gerekenlerin listesini yapar, irtibatlarını bulup verir, haberi yazdıktan sonra okuttuğumda “Güzel olmuş ama kısa. Manşet yapmazlar bunu kültür sayfasına, bir iki görüş daha ekle” deyip ‘sunum’ için son rötuşları da yapar. Bu da yetmez; haberi sisteme kaydetmemin üzerinden iki gün geçip de halen kullanılmadığını görünce birinci sınıfa çocuğunu götüren veli gibi, tutar elimden, Kültür Sanat Şefi Ali Çolak’ın yanına götürür, bir de haberi orada bizzat muhatabına pazarlar! “Korsanın zararını cep’ten çıkarıyorlar” başlıklı, o dönem yeni moda olan polifonik cep telefonu melodisi uygulamasının ekonomik yanı hakkındaki haberim de aynı sırayı izleyerek hayata geçmiştir! Diyebilirim ki rock konserlerinde seyircinin, sahneden üzerlerine atlayan şarkıcıyı elden ele ilerletmesi gibi, Zaman’da ben kendi kendime yol kat etmedim; hep oradakiler ilerlettiler beni. İşte Ufuk ağabey, onlar arasında başı çekendi.
Patenti kendine ait tabirleriyle her ortamı, her zaman, her şekilde bir tebessümle bezeme yeteneğine sahipti. Aynı sayfada birden fazla haberin varsa sayfayı, farklı sayfalarda birden fazla haberin varsa gazeteyi sen ‘kitlemiş’ olurdun o gün! Hayatımda ilk ve tek defa gazete manşeti ve birinci sayfa haberinde imzam olduğu gün, haber merkezinden içeri girdiğimde “Ooooo kitleyen kız da gelmiiiiiş” diye karşılamıştı. Bazı haber konuları da ‘mantar’dı tabii; üzerinde çok da durmaya değmez yani.
Haber merkezinden kültür sanat servisine geçtiğimde de ilgisi, gölgesi hiç eksik olmadı üzerimden. Fakat ben artık ‘yata yata çalışan’lardandım! Kültür sanat haberciliğinin kötü şöhreti bu; hep ‘entel dantel’lerle ‘lafazan’lık edip aslında ciddi habercilik yapmamakla eleştirilir kültür sanatçılar. Ufuk ağabeyin niyeti bu değil de beni kızdırmaktı tabii esasen. Lafının altında kalmayacağım garanti olduğu için atışma vesilesi olsun diye açardı bu muhabbeti. Habere gitmek üzere aynı araca bindiysek “Ooo kitleyen kız, nasıl gidiyor yata yata habercilik?” der, “Senin gibi yiye yiye gitmediği için göbek yapmıyor ağabey, memnunum” cevabımla kahkahayı basardı. Kültür sanat servisinde günlük ritüelimiz ise sürekli “Allahsız komünistlere yer verip durduğu”muz için aboneliğini kesme tehdidi savuran okur e-mailleriyle boğuşmaktı. Bundan haberdar olan Ufuk ağabey, bir gün beni bulamayınca masama şöyle bir not bırakmıştı: “Elif hanım, komünist bir şairim. Sizinle görüşmek istiyorum. Numaram….”
‘Kitleyen adam’ Zaman’dan sonra Sabah’ta, TRT’de, Vatan’da, Milliyet’te çalıştı. O kadar süre bir Allahın kulu, yaptığı işlere tek laf edemedi. Zaten savcı da edememiş ki iddianamede kendisiyle ilgili suçlamalar; yazdığı 15 ve rt’lediği 3 tweet’ten ibaret! KHK ile kapatılan Fatih Koleji’nde beraber okuduğu damat Berat Albayrak kabinede, Ufuk Şanlı, 18 tweet’ten Silivri’de!
Özgürlüğünün ve işsizliğinin son aylarında İzmir’deydi. Bunu öğrenince telefona sarıldım tabii, en kısa zamanda hatta mümkünse ışınlanma yoluyla tam o anda görüşmek istediğimi söyledim. Sözleştik fakat erteledik. Nasırı ciddi rahatsızlık veriyordu ve doktora gitmesi gerekliydi. Sağlık meselesi olunca üstelemedim tabii. Fakat o, görüşmemize engel olan, henüz üzerine basamadığı ayağıyla koşa koşa İstanbul’a gitti, ifade vermek için. “Ağabey, bak bozuluyorum; ben çağırınca gelmiyorsun, oraya niye gidiyorsun?” dediğimde “Gidelim Elif’çiğim; korkacak bir şeyimiz yok. Sonra arkamızdan korktu, kaçtı demesinler” dedi. Bundan sonra benim vereceğim cevap da onun söyleyecekleri de çok belliydi ve görülen o ki kararını değiştirmeye yetmeyecekti. Bunu anlamamla gözlerimden süzülen yaşlara eşlik eden hıçkırığımı duydu ve yine ağabeyliğini yapıp “Ağlama Elif’çiğim, bir şey olmayacak” diye teselliye çalıştı.
Bir şeyler oldu, çok şeyler oldu be kitleyen adam. Ben seni çok özledim. Çıksan da bana yine haber konuları söylesen. Söz; bu sefer her şeyi kendim kotarabilirim..
Yazan: Elif Tunca