BM Çalışma grubunun kararında, başvurucuya isnat edilen örgüt üyeliği suçunun işlendiğine dair makul şüphe sebeplerinin dahi oluşmadığını, suçlamaya konu eylemlerin tamamının yasal faaliyetler olduğunun üzerinde önemle durulduğunu aktaran Gökhan Güneş, “Kararda, ByLock nedeniyle yapılan tutuklamaların keyfi olduğu, insanların faaliyetleri nedeniyle değil, görüşleri nedeniyle hedef hâline getirildiği, adil yargılanma hakkı ihlallerinin, tutuklamalara keyfilik kazandıracak kadar ağır olduğu ve hukuksuz hapsetme ve cezalandırmaların insanlığa karşı suç teşkil edecek nitelikte olduğu üzerinde duruluyor.” ifadelerini kullandı.
TR724’e yazan Gökhan Güneş’e göre Muhammet Şentürk kararı bu yönüyle güncel yargılamaları da doğrudan ilgilendiriyor. Gökhan Güneş, “Şentürk’ün tutuklanma ve cezalandırılma gerekçelerine bakıldığında, on binlerce kişinin cezalandırılma gerekçeleriyle aynı olduğu görülecektir. Bu nedenle, Çalışma Grubu’nun kararda vurguladığı hususlar güncel yargılamalar açısından da çok önem taşımaktadır. Zira Çalışma Grubu, bu kararında da önceki kararlarındaki gibi çok net ifadelere yer vermiştir.” diyor.
Gökhan Güneş, kararı ayrıntılı olarak değerlendirdiği yazısının sonuç kısmında şunları söylüyor:
Çalışma Grubu’nun Muhammet Şentürk kararı, her ne kadar tutuklamayla ilgili olsa da kararda vurgu yapılan hususlar güncel yargılamaların esasıyla ilgili de son derece önemli tespitleri içermektedir. Zira aynı kriterlerle insanlar hakkında çok ağır cezalar verilirken, uluslararası bir mercii kriter olarak cezalandırmaya gerekçe yapılan bu hususların tutuklama için makul şüphe sebebi bile olamayacağını tekrar teyit etmiştir. Makul şüphe sebebi dahi teşkil etmeyen hususlara dayanılarak ceza verilmesinin mümkün olmadığı izahtan varestedir.
Kararda, kendisine yöneltilen sorulara cevap vermek yerine Çalışma Grubu’na tavsiye ve akıl vermeyi tercih eden Hükümet beyanlarının dikkate alınmayıp; Hükümetin isnat ettiği suçlamalarla ilgili hiçbir belge ve bilgi sunmadığının belirtmesi de son derece önemlidir.
Aynı şekilde, kararda belli bir insan topluluğunun siyasi veya diğer görüşleri temelinde hedef alındığı ayırımcı bir şablonun ortaya çıktığına ilişkin ifadeye tekrar yer verilmesi, başvurucudan bağımsız olarak güncel yargılamalardaki hukuksuz yargı pratiğinin ortaya konulması açısında son derece değerlidir. Çalışma Grubu, bu kararıyla bir kez daha “sadece bir ağaca bakmak yerine ormanı görmeyi” tercih etmiştir.
ŞABLON VE KEYFİ TUTUKLAMALAR
BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu, Türkiye’de Hizmet Hareketi’ne yönelik soruşturmalarda verilen tutuklama kararlarıyla ilgili yine çok önemli bir karara imza atmıştı. Çalışma Grubu’nun Muhammet Şentürk’nin başvurusuyla verdiği karara göre 15 Temmuz sonrası başlayan cadı avı ve yapılan yargılamalarda kullanılan cezalandırma kriterleri hukuksuz. BM Çalışma Grubu, insanların rutin ve yasal faaliyetlerinden dolayı tutuklandığını, haklarında hüküm verildiğinin altını çiziyor.
Gökhan Güneş’in yazısının tamamı şöyle:
Kararda belli bir insan topluluğunun siyasi veya diğer görüşleri temelinde hedef alındığı ayırımcı bir şablonun ortaya çıktığına ilişkin ifadeye tekrar yer verilmesi, hukuksuz yargı pratiğinin ortaya konulması açısında son derece değerlidir.
Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu, 03/5/2023 tarihinde verdiği Muhammet Şentürk kararında[1] güncel yargılamaları da doğrudan ilgilendiren çok önemli tespit ve değerlendirmeler de bulunmuştur.
Başvurucuya yönelik suçlamalar
Karara konu olayda başvurucunun tutuklanmasına gerekçe yapılan hususlar; Cemaat’in üniversite yapılanmasında yer aldığına ve askeri okul öğrencilerine dini sohbet yaptığına ilişkin tanık beyanları, Bylock, kod adı kullanmak, Bank Asya’da hesap açmak, Karaman Akademik Gençlik Derneğinin üyesi olmak ve Zaman Gazetesi’nin kapatılmasını protesto etmek amacıyla bir gösteriye katılmaktır (§ 65).
Şentürk’ün tutuklanma ve cezalandırılma gerekçelerine bakıldığında, on binlerce kişinin cezalandırılma gerekçeleriyle aynı olduğu görülecektir. Bu nedenle, Çalışma Grubu’nun kararda vurguladığı hususlar güncel yargılamalar açısından da çok önem taşımaktadır. Zira Çalışma Grubu, bu kararında da önceki kararlarındaki gibi çok net ifadelere yer vermiştir.
Başvurucunun ihlal iddiaları
Başvurucu; tutuklanmasına ve sonrasında cezalandırılmasına gerekçe yapılan hususların tamamının yasal ve rutin faaliyetler olduğunu, hiç birinin kendisine isnat edilen suçlamanın ana unsuru olan “cebir ve şiddet” içermediğini, Bylock’un her hangi bir mahkeme kararı olmadan CMK ve 2937 sayılı MİT Kanunu’na aykırı olarak ele geçirildiğini, ana suçlayıcı delil olmasına rağmen hiçbir aşamada Bylock verilerinin kendisiyle paylaşılmadığını ve dolayısıyla bu verileri görüp inceletme imkânı bulamadığını, tanıklığına başvurulan kişilerin etkin pişmanlıktan faydalandıklarını, ağır hapis cezası baskısı altında ifade verdiklerini, bu kişilerin hiçbir zaman mahkeme huzurunda sorgulanmadığını ve bu nedenle kendisinin de tanıklara soru soramadığı için en temel haklarının ihlal edildiğini belirtmiştir (§§ 33-46).
Hükümetin Çalışma Grubu’na sunduğu yanıt
Çalışma Grubu, başvurucunun durumu hakkında Hükümetten ayrıntılı bilgi vermesini ve tutukluluğunu haklı kılan yasal hükümlerin yanı sıra bu durumun ülkenin uluslararası insan hakları hukuku kapsamındaki yükümlülüklerine ve özellikle de Devlet tarafından onaylanan sözleşmelere uygunluğuna açıklık getirmesini istemiştir.
Bu talebe cevap veren Hükümet, başvurucuyla ilgili hiçbir kişiselleştirme yapmadığı gibi güncel yargılamalardaki iddianame ve kararlardaki “şablon” ifadelerle yapılan hukuksuzlukları savunmuş ve sanki bu zamana kadar binden fazla kişi hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve 25 dosyada 45 kişi hakkında da Birleşmiş Milletler organları hak ihlali kararı vermemiş gibi bu mercilere başvuru yapan kişilerin ve diğer mağdurların işledikleri suçları gizlemek için kendilerini insan hakları ihlallerinin mağduru olarak gösterme stratejisi izlediklerini, bu kişilerin Türkiye aleyhine asılsız iddialar yayarak uluslararası kamuoyunu kasıtlı olarak aldatmaya ve manipüle etmeye çalıştıklarını ve bunlar arasında keyfi tutuklama ve gözaltı gibi asılsız iddialarında bulunduğunu belirtmiştir (§ 51).
Ayrıca Hükümet, Keyfi Gözaltılar Çalışma Grubu da dahil olmak üzere İnsan Hakları Konseyi’nin özel prosedürlerini hak ihlaline uğramış kişilerin istismar ettiklerini iddia ederek, bu istismara izin verilmemesini ve mağdurların iddialarını reddetmelerini talep etmiştir (§ 52).
Çalışma Grubu ise İnsan Hakları Konseyi mekanizmalarının kötüye kullanıldığı şeklindeki Hükümetin iddialarıyla ilgili olarak; kendisine kimin keyfi tutuklama başvurusu sunup sunamayacağına dair bir ayrım yapmadığını ve dünyanın herhangi bir yerindeki kişilerin keyfi tutuklandığından şikâyet edebileceğini belirtmiştir. Hükümetten de soyut savunmalarda bulunmak yerine, dile getirilen şikayetleri ele almak suretiyle Çalışma Grubuyla yapıcı bir ilişki sürdürmesini istemiştir (§ 59).
Çalışma Grubu, Bylock’un basit bir kullanımının nasıl başvurucu yönünden cezai bir faaliyet oluşturduğuna dair özel bir açıklama yapılmadığını belirtmiş ve tutuklamanın keyfi olduğu sonucuna ulaşmıştır.
İsnat edilen suçun işlendiğine ilişkin makul şüphe sebepleri yoktur
Başvurucunun iddialarını ve Hükümetin beyanlarını değerlendiren Çalışma Grubu, güncel yargılamaları da yakından ilgilendiren çok önemli hususlara ter vermiştir. Öncelikle, suçlamaya konu faaliyetlerin nasıl cezai bir eyleme karşılık geldiğini Hükümetin açıklayamadığını söyleyen Çalışma Grubu, önündeki bilgi, belge ve faaliyetlerin hiçbirinin, başvurucunun isnat edilen örgüt üyeliği suçunu işlediğine ilişkin “makul şüphe” sebeplerinin varlığı sonucuna ulaşmasına izin vermediğini belirtmiştir (§ 65). Yani Çalışma Grubu’na göre, on binlerce insanın ağır suçlarla cezalandırılıp hayatlarının karartılmasına neden olan hususların hiç birisi, bırakın cezalandırılmasını bir kişinin tutuklanması için bile makul şüphe sebebi teşkil etmemektedir.
ByLock nedeniyle tutuklama keyfidir
Çalışma Grubu, Bylock ile ilgili ayrı bir değerlendirme yapmış ve bu uygulamanın kullanımı nedeniyle bir kişinin tutuklanması ve yargılanmasını kapsayan bir dosyayı ilk kez incelemediğini hatırlatarak; Bylock’un basit bir kullanımının nasıl başvurucu yönünden cezai bir faaliyet oluşturduğuna dair özel bir açıklama yapılmadığını belirtmiş ve tutuklamanın keyfi olduğu sonucuna ulaşmıştır (§ 65). Çalışma Grubu’nun Bylock ile ilgili bu tespiti, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere Bylock kullanımının nasıl bir cezai faaliyete karşılık geldiğine bakmadan, yani “şekli suç mantığıyla” Bylock kullandığı iddia edilen herkesi otomatik suçlu ve hatta “terörist!” kabul eden yargı mercilerinin yaklaşımının yanlışlığını ortaya koyması açısından çok önemlidir.
Türk hükümeti kararlarımıza saygı göstermemektedir
Çalışma Grubu, kararda önemli bir konuya daha temas etmiş ve bu yönde daha önce verdiği kararlarda belirttiği hususlara Türk makamlarının saygı göstermemesinden ve mevcut dosyanın da tıpkı diğerleri gibi aynı “şablonu” takip etmesinden duyduğu üzüntüyü dile getirmek zorunda kalmıştır (§ 65). Hükümet, her ne kadar Çalışma Grubuna sunduğu beyanında; “Türkiye, insan hakları ve temel özgürlükleri desteklemeye ve uluslararası örgütlerle uzun yıllara dayanan iş birliğini sürdürmeye devam edecektir” dese de (§ 52); kararda yer verilen bu ifadelerle durumun hiç de Hükümetin söylediği gibi olmadığı ortaya konulmuştur. Tarafı olduğu uluslararası sözleşmelere uymama konusundaki ısrarın ve şablon kararlarla hukuksuzluklara devam edildiğinin uluslararası bir metne yazılıyor olması o ülke açısından utanç vesilesidir.
Suçlamaya konu eylemlerin tamamı yasal faaliyetlerdir
Çalışma Grubu, kararın ilerleyen paragraflarında, Türkiye’de ve yurt dışında yakalama ve tutuklamalara ilişkin geçmiş altı yıl boyunca önüne gelen başvurularda bu şablon karar pratiğini gözlemlediğini, ancak bu dosyaların hiçbirinde Hükümetin bu faaliyetlerin nasıl cezai bir eyleme karşılık geldiğine ilişkin bir açıklama yapmadığını ve yasal faaliyetleri nedeniyle kişilerin suçlandıklarını belirtmiştir. Başvurucunun durumunda da aynı şablonun izlediğini ve isnat edilen faaliyetlerin nasıl terörle ilişkili bir eylem olduğuna ilişkin Hükümetin delil sunamadığını söylemiştir (§ 67).
Çalışma Grubu’na göre; bu kişilerin, Sözleşme’nin 2/1 ve 26. maddeleri ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 2 ve 7. maddelerini aykırı şekilde, siyasi veya diğer görüşleri temelinde hedef alındıkları bir şablon ortaya çıkmıştır.
Adil yargılanma hakkı ihlalleri tutukluluğa keyfilik kazandıracak kadar ağırdır
Başvurucu, aleyhine ifade veren tanıkların mahkeme huzurunda dinlenmediğini ve bu nedenle kendileriyle yüzleşme imkânı bulamadığını belirterek silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini de ileri sürmüştür. Bu iddiayı değerlendiren Çalışma Grubu, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin (Sözleşme) 14/3 (e) maddesinin, cezai bir suçla itham edilen herkesin, aleyhindeki tanıkları inceleme veya inceletme ve lehindeki tanıkların aleyhindeki tanıklarla aynı koşullar altında mahkemeye çıkmalarını ve sorguya çekilmelerini sağlama hakkına sahip olduğunu belirtmiştir.
Hükümet ise bu iddialara cevap verme olanağına sahip olmasına rağmen, bunu yapmamış ve Çalışma Grubu, Sözleşme’nin 14/3 (e) maddesi ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 10 ve 11/1 maddelerinin ihlali sonucuna varmıştır. Yine Çalışma Grubu’na göre; başvurucunun adil yargılanma hakkına yönelik ihlal tutukluluğuna keyfi bir nitelik kazandıracak kadar ağırdır.
İnsanlar faaliyetleri nedeniyle değil, görüşleri nedeniyle hedef hâline getirilmiştir
Çalışma Grubu, önceki kararlarında yer verdiği bir hususu tekrar vurgulamış ve bu kararı verirken yetkililerin ayrımcı bir maksatlarının olup olmadığını da incelemiştir. Bu incelemeyi de başvurucunun talebiyle değil, re’sen yapmıştır. Bu kapsamda, davanın son birkaç yıl içinde önüne gelen ve Cemaat’le bağlantılı olduğu iddia edilen kişilerle ilgili davalar dizisiyle birleştiğini ve aynı nitelikte olduğunu not etmiş[2] ve bu davaların tümünde, ilgililerin tutuklanmasının keyfi olduğunu belirlemiştir.
Çalışma Grubu’na göre; bu kişilerin, Sözleşme’nin 2/1 ve 26. maddeleri ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 2 ve 7. maddelerini aykırı şekilde, siyasi veya diğer görüşleri temelinde hedef alındıkları bir şablon ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, başvurucu yasaklanmış ayrımcılık gerekçelerine dayalı olarak tutuklanmıştır ve bu nedenle, tutuklanması V. Kategori altında da keyfidir (§ 75).
Kararda yer verilen ifadelerde gerçekten bir ülke için çok ağırdır ve Çalışma Grubu’nun bu değerlendirmeyi sadece bu dosya ile ilgili değil, önceki incelediği başvuruların numaralarını da vererek yapması güncel yargılamalarda uygulanan yargı pratiğinin hukuki bir temelinin olmadığının çok önemli bir teyidi ve uluslararası bir merci tarafından ilanı olmuştur.
Hukuksuz hapsetme ve cezalandırmalar insanlığa karşı suç teşkil edecek niteliktedir
Çalışma Grubu, daha önceki kararlarında yer verdiği bir hususa bu kararında da yer vermiş ve uluslararası hukukun temel kurallarını ihlal eden bu yaygın veya sistematik hapsetme ya da diğer ciddi özgürlükten yoksun bırakmaların insanlığa karşı suç teşkil edebileceğini belirtmiştir (§76).
Kararda, kendisine yöneltilen sorulara cevap vermek yerine Çalışma Grubu’na tavsiye ve akıl vermeyi tercih eden Hükümet beyanlarının dikkate alınmayıp; Hükümetin isnat ettiği suçlamalarla ilgili hiçbir belge ve bilgi sunmadığının belirtmesi de son derece önemlidir.
Bu kararları anlamlı kılan husus, mevcut durum itibariyle bu ve benzeri karar ve uygulamalar nedeniyle işlendiğini düşündüğümüz insanlığa karşı suçların en önemli delilleri olmasıdır. Zira önceki kararlarında olduğu gibi “belli bir insan topluluğunun siyasi veya diğer görüşleri temelinde hedef alındığı ayırımcı bir şablonun ortaya çıktığına” ilişkin ifadeye tekrar yer verilmesi, Türk Ceza Kanunu’nun 77. maddesinde ifadesini bulan insanlığa karşı suçların oluşması için en önemli unsur olan bu suçun “siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi” ifadesini karşılar niteliktedir.