Yargıtay, sekiz sanıklı Gezi Parkı davasında, Osman Kavala’nın ağırlaştırılmış müebbet, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku’nun 18’er yıl hapis cezasını onamıştı.
Mater’in buna yönelik açıklaması şöyle:
“Önümde ‘Türk Milleti Adına’ diye başlayan bir Yargıtay ilamı duruyor, hepinizin adına yani. 78 sayfa boyunca, 2017’den beri yaşadıklarımızın sorumlusu, tek satırı bile doğru olmayan iddiaları bu kez de Yargıtay hâkimlerinin doğru kabul ettiğini ve hakkımızda istenen cezaların bu kabulle onandığını okuyoruz. Her bir satırı hukuk fakültelerinde ‘Bunları aman ha, sakın yapmayın’ diye ders olacak fezlekelere, iddianamelere, gerekçeli kararlara, istinaf kararlarına, tebliğnamelere bu kez de Yargıtay ilamı eklendi. En alt derece mahkemeden en üstüne, Türkiye adalet sisteminin her basamağı için çok üzgünüm.
Bu olanlar, her nasıl 2017’den beri bu tuhaf ve saçma sürece maruz kalan sekiz kişiye özel değildiyse, şimdi de Silivri ve Bakırköy’deki beş kişiye özel değil. Gerçeklikten kopmanın, yalanı doğru saymanın, çürümenin sıradan örnekleriyiz. Bize özel değil. Herkese olur, herkese olabilir, herkese olacak.
Küçücük bir örnek, Yargıtay’ın hakkımdaki 18 yıl cezayı onayan beş hâkimi şöyle diyor: ‘27 Haziran 2013’te yapılan Garaj İstanbul toplantısına katıldığı ve bu hususun fiziki takip tutanaklarıyla doğrulandığı…’ Kanıtla geliyor yani, fiziki takip var, Fotoğraf var diyor. Ben misal, dava dosyasını bir ‘dış göz’ olarak okusam, fotoğraf varmış derim, gitmiş derim. (Hani değil de, diyelim toplantıya katılmak suç!) Zira, koskoca Yargıtay’ın olmayan fotoğrafa ‘var’ diyeceği aklıma gelmez. Peki, işin aslı ne? Ben o tarihte ve saatlerde, İzmir’de, sinemaya dair bir kamusal toplantıda sahnedeyim, konuşmacıyım. Bu kanıtlar daha ilk yargılamada mahkemeye sunuldu ama belli ki yüksek mahkeme gerçekleri görmezden gelmeyi tercih etmiş. Ne diyor Yargıtay ilamı: ‘Vicdani kanıların kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandığı anlaşıldığından hükmün onanmasına…’ Yani Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi hâkimleri benim aynı anda İzmir ve İstanbul’da olabileceğimi ‘kesin, tutarlı ve çelişkisiz’ bulmuş. 78 sayfalık kararın her bir satırı beş insan, beş hayat için böyle örneklerle dolu.
Söz ettiğimiz şey hayatlarımız. İnsan hayatları. Şaka değil. Gülecek bir şey yok.
Perşembe akşamından beri canım Mücellâ ve canım Hakan için çok mutluyum. Ama biliyorum ki ben onlar için mutluyken, onlar derin bir üzüntü ve keskin bir öfke içindeler.
Şunda anlaşalım, 2017’den beri bu dava sürecinde iddia ve karar makamında oturan her bir hâkim, savcı bu dosyada en ufak bir suç ve delil olmadığını benden iyi biliyor, eminler.
Bu noktada, Yargıtay Üçüncü Ceza Dairesi’nin oybirliğiyle verdiği onama kararının altında imzası olan beş yüksek yargıcın bize yaptıklarını başka kimseye yapmamalarını dilemekten ötesi gelmiyor elimden.
Bizler, hiçbir suça karışmamış olmanın verdiği iç huzurla, iyiyiz. Onlarsa, ‘Türk Milleti’ adına attıkları imzayla, koca bir ülkeyi bir suça ortak ettiler. Kendilerini düğmesiz cübbeleri ve vicdanlarıyla başbaşa bırakıyorum.
Tesadüf, okuma listemin tepesinde, Dante’nin İlahi Komedya’sı var. Malûm, ilk cilt cehennem. Düşündüm de şimdi yazarken, hiçbir şey tesadüf değil aslında. Enseyi karartmayın, araftan sonra cennet var…”