Cumhuriyet yazarı Çiğdem Toker, son bir yılda 38 cezaevi inşa edildiğini aktardı.
Çiğdem Toker’in “Yeni cezaevleri ucuz işgücü de mi demek?” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Cezaevleri, bildiğiniz gibi Adalet Bakanlığı’na bağlı.
Bir önceki yazıda pazarlığı yapılan Türkiye’nin dört bir yanındaki yeni cezaevi projelerine değinmiştim.
Adalet Bakanlığı’nın son iki buçuk ayda davet usulüyle yaptığı cezaevi sayısı KKTC dahil 11. Bütçeye toplam maliyeti 1.5 milyar TL’yi geçiyor.
İhale tutarı en yüksek olan, 385 milyon TL ile Sarıçam Ceza ve İnfaz Kurumu.
Konya Ereğli Cezaevi, 291.5 milyon TL ile ikinci sırada.
Cezaevlerine duyulan ihtiyacın sürekli ve hızlanarak artması, ülkenin yönetilme biçiminden, siyasi iktidarın politikalarından bağımsız düşünülemez.
Dün 16 yaşına giren AKP’nin 15 yıldır yönettiği Türkiye’de, ceza infaz kurumu sayısı 381. Buralarda kalmakta olan tutuklu ve hükümlü sayısı ise 201 bin 177 kişi.
15 Temmuz’da önce cezaevlerinde 191 bin 423 tutuklu ve hükümlü varmış. (Bu rakamlar 4 Ocak 2017 tarihiyle en güncel olanlar. O da İstanbul milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun önergesine resmi yanıt olduğu için. Bakanlık web sitesinde en yeni veriler Kasım 2016 tarihini taşıyor.)
Tutuklu ve hükümlülerin 2 bin 800’ü 12-17 yaşları arasındaki çocuklardan oluşuyor.
(CHP’li Onursal Adıgüzel’in sorularına verilen yanıttan.)
Bir yılda 38 cezaevi
Türkiye’deki 381 cezaevinin 139’u son on yılda kurulmuş.
Bunun 38’i ise sadece geçen yıl.
Bakanlık’ın en son Faaliyet Raporu’nda “artan mahkûm nüfusuna paralel bir bütçe artışı gerçekleşmedi. Mevcut sorunlara kalıcı bir çözüm sağlanamadı” deniliyor.
Bakanlığın sadece son iki haftada beş yeni cezaevi pazarlığı yaptığını düşünecek olursak, “mahkûm nüfusunun” daha da artacağı öngörülüyor.
Bir yılda 38 cezaevi yapılan, son iki ayda da 10 yeni cezaevinin ihaleedildiği bir ülkede, içeriye daha çok insanın kapatılacağı öngörüden öte bir plan gibi duruyor.
16 yaşındaki AKP’nin 15 yıldır yönettiği Türkiye’de cezaevi yaptırma hızı, katma değerli üretime, istihdama dönük yatırım ve fabrika gerçekleşme hızını geçti.
İşin diğer dikkat çeken yanı, bir başarı hikâyesi gibi sunulsa da cezaevlerinin birer zorunlu fabrika, hükümlülerin de ucuz işgücü olarak kullanıldığı izlenimi. Yasal dayanağı bulunan, hükümlülere meslek kazandırmak ve zamanın daha insani-işlevsel geçmesi diye anılsa da -Tanrıkulu’ya ulaşan bazı mektuplara göre- cezaevleri bünyesindeki “iş yurtları”nda hükümlülerin yaptığı ürün ve el sanatlarının üretim koşulları son derece ağır.
Günlük 6-13 TL gibi bir karşılığı olan bu hükümlü mesaisinin sonucu üretilen ürünler tarımsal üretimden tekstile, hayvancılıktan, el işi sanatları, mobilyaya kadar çok geniş bir alana yayılıyor.
İşyurtları Kurumu Daire Başkanlığı 2016 faaliyet raporuna göre, cezaevlerindeki tüm iş yurtlarından 2 milyar 854 milyon TL gelir elde edilmiş. Buna karşılık üretimi yapan işçi mahkûmlara ödenen yevmiye 30 milyon TL
İşçi mahkûmların, devlete bir yılda kazandırdıkları gelir 2.8 milyar TL önemli bir kaynaktır.
Acil bir durum, deprem gibi bir afet, salgın hastalık olmadan yeni cezaevi projelerini, davet yöntemiyle (21/b) pazarlık eden Adalet Bakanlığı, müteahhitlere yapılacak hakediş ödemelerinde, öyle görünüyor ki, bu kaynaktan yararlanıyor.
Tuhaf ve son derece “insani” bir ekonomi değil mi?