CHP İzmir Milletvekili ve Parti Meclisi (PM) üyesi Selin Sayek Böke, yeni yönetim modeli sonrası ekonomideki kurumsal yapılanma, bu yapılanmanın yol açacağı sorunlar, Erdoğan ve kabinesinin yapabileceklerini değerlendirdi.
24 Haziran’da Cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Erdoğan’ın 9 Temmuz’da TBMM’de yemin etmesiyle geçilen yeni yönetim modeli ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde peş peşe çıkartılan Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile tüm ekonomik kurumlar, kurullar, yapılanmalar yeniden şekillendirildi.
Bazı kurumlar lağvedildi, bazılarının yapıları, çalışma usulleri değiştirildi. Özünde ekonomideki kurumsal yapıda bazıları bağımsız, kimisi ilintili, bazıları da çeşitli bakanlıklar, müsteşarlıklar arasında paylaşılmış durumdaki ekonominin yönetim modeli tümüyle merkezileştirilerek tamamıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetim ve inisiyatifine bağlandı. Cumhurbaşkanlığı bünyesinde oluşturulan kurullar, komisyonlar ve konseyler başta ekonomi olmak üzere her alandaki strateji ve politikaları üretecekler.
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile hayata geçirilen bu yeni oluşumlar içerisinde dikkat çeken ve soru işaretlerine yol açan iki kurumdan birisi Ekonomik İşler Olağanüstü Hal Koordinasyon Kurulu, diğeri de Mal Varlığının Dondurulmasını Değerlendirme Komisyonu.
Uzun süredir çalkantılı Türkiye ekonomisinin hızla içine girdiği darboğazdan çıkışı konusundaki karamsarlıklar genişlerken bu iki yeni kurum kaygıları büyüttü, Moody’s’in ardından Fitch’in de Türkiye’nin kredi notunu düşürmesi endişeli bekleyişi, kederle bütünleştirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni ekonomik yönetim modelini “Her kafadan ayrı ses çıkmayacak” sözleriyle tanımlarken, Ana Muhalefet Partisi CHP’nin ekonomi kurmaylarından akademisyen-iktisatçı Selin Sayek Böke ise artık ekonominin tek kişinin yönetiminde kurumsal çöküşünün önlenemez bir noktaya ilerlediği görüşünde.
CHP İzmir Milletvekili ve Parti Meclisi (PM) üyesi Selin Sayek Böke, yeni yönetim modeli sonrası ekonomideki kurumsal yapılanma, bu yapılanmanın yol açacağı sorunlar, Erdoğan ve kabinesinin yapabileceklerini Ahval’e değerlendirdi, kendi çözüm önerilerini ve modellerini anlattı.
Böke’ye yönelttiğimiz sorulara verdiği yanıtlar şöyle:
Cumhurbaşkanlığı tarafından peş peşe çıkartılan 1,2,3 nolu kararnamelerle ekonomi yönetimindeki yeni yapılanma konusundaki tespitlerinizi, değerlendirmelerinizi paylaşır mısınız?
Hepimizin bildiği, her şeyi yeniden keşfetmeye gerek olmayan bir şey var; Devlette de, ekonomide de kurumlar, kurullar, konseyler, komisyonlar vb. den ziyade bunların misyonları, içerikleri, çalışma yöntemleri, statüleri ve konumları. Burada gördüğümüz şey, kararnamelerle kurulan sözde bu yeni yapılanmadaki kurullar, kurumlar, ofisler vs. yetkisiz, göstermelik, sonuç alma kapasiteleri olmayan yapılanmalar.
Her şeyde karar verecek olan, sözü söyleyecek, talimatı verip dediğini yapılmasını isteyecek olan tek kişi! O da Erdoğan. Artık her şey, her kurum, devletteki herkes Saray’a ve Erdoğan’a bağlı, o yüzden de bu kurullar, ofisler, komisyonlar pek bir şey ifade etmiyor, göstermelik.
Bu kurullar arasında bizim medyamızın pek üzerinde durmadığı, sorgulamadığı bir kurul dikkat çekiyor, Ekonomik İşler Olağanüstü Hal (OHAL) Koordinasyon Kurulu. Cumhurbaşkanı başkanlığında, Cumhurbaşkanının belirleyeceği bakanlardan oluşacak. Kararnamede tek yazılan bu. Daha önce de örneği olmayan bir kurum, sizce neden ihtiyaç duyuldu, misyonu ne olacak?
İsmindeki OHAL sözcüğü bile yetiyor durumun vahametini anlatmaya. İsmi bile kafa karıştırmaya yönelik. Bir yanda ekonomik işler, diğer yanda OHAL ve diğer yanda koordinasyon. Zaten ortada halen yürürlükte bir OHAL varken, OHAL kapsamında bugüne çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle her alanda ekonomi de dahil her istediklerini yapabiliyorken, ayrı bir kurula ihtiyaç duyuluyorsa ve bu kurul ekonomide bir OHAL’i koordine edecekse, bu ekonomik çöküşün, ekonominin olağanüstü kötü bir durumda olduğunun ve olağanüstü kurallarla yönetilmeye hazırlandığının işareti, hatta tescilidir.
Başkanının da Cumhurbaşkanı olması, koordinatör olarak, çöküş noktasına getirilen ekonomide uygulanacak olağanüstü kural ve kararlar konusundaki kararları yine kendisinin vereceğini gösteriyor. Yani bu kurul da dahil, yukarıda bahsedilen tüm kurullar kendi başlarına bir karar verebilecekler mi? Hayır!
Ekonomi tek elden, tek merkezden, tek kişinin iki dudağı arasından yönetilecek. Zaten adına yeni yapılanma dedikleri modeli içeren kararnamelerle kararları kimin vereceği netleştirildi. Önceki modelde Cumhurbaşkanının el atamadığı, fazla bulaşamadığı kurumlar vardı. Artık topyekûn her şeye o karar verecek, uygulatacak o kadar.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın önümüzdeki günlerde Londra’ya gideceği, uluslararası finans ve yatırım kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya geleceği kaydediliyor. Hem dış finansman hem yeni hükümet ve ekonomik yapılanma muhtemelen anlatılacak. Kaygılar giderilmeye çalışılacak sanırım. Sizce Londra ziyaretinden nasıl bir sonuç çıkabilir, uluslararası finansörler, yatırımcılar ikna olur mu?
Hatırlarsanız seçimlerden önce Cumhurbaşkanı Londra’ya gitti. Ben buna birinci Londra çıkartması diyorum. Sonucun ne olduğunu gördük. Cumhurbaşkanının orada yaptığı konuşmalarda, Merkez Bankası’nın bağımsızlığına, faiz kararlarına yönelik açıklamalarının, ortaya koyduğu yaklaşım ve hedeflerinin sonucu bize yüksek faiz ve yüksek kur olarak döndü.
Damat Bey’in yapacağı 2. Londra çıkartmasının geri dönüşü de daha yüksek faiz, daha yüksek kur, daha yüksek enflasyon olacak. Kaldı ki birinci çıkartmaya nazaran şimdi kararnamelerle ortaya konulan ekonomik yönetim modeli, tek kişinin karar verdiği bir keyfilik halinin uygulamaya girdiğini gösteriyor.
Ancak Sayın Bakan Albayrak, göreve başladıktan sonra yaptığı açıklamalarla, Merkez Bankası’nın bugüne kadar hiç olmadığı kadar bağımsız olacağını, öncelikli hedeflerinin enflasyonla mücadeleye odaklanmak ve yabancı sermayenin, yatırımcının yolunu ardında kadar açmak olacağını söyledi. Yakında açıklanacak Orta Vadeli Plan (OVP) ile iddialı hedefler ortaya koyacaklarını kaydetti.
Bakın açıklanan bu yeni hükümet için yapılan Damat Ferit Hükümeti benzetmesi, doğru bir benzetme. Damat Bey, ‘Merkez Bankası hiç olmadığı kadar bağımsız olacak’ dese de kendisi bile inanmıyor ve inandırıcı olamıyor. Aksine hiç olmadığı kadar eminiz ki, Merkez Bankası ve diğer tüm özerk, bağımsız ekonomik kurul ve kurumlar, hiç olmadığı kadar tek kişinin iradesine ve siyasi yapıya bağlandı. Çıkartılan kararnameler bunun kanıtı.
Merkez Bankası başkanının görev süresi 5 yıldan 4’e düşürüldü. Merkez Bankası Başkanının başkan yardımcılarını seçme ya da en azından isim önerme olanağı bile elinden alındı, ortadan kaldırıldı.
Başkan ve Yardımcıları, Para Politikası Kurulu üyeleri doğrudan Cumhurbaşkanınca belirlenerek atanacak. Yayınladıkları Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, Merkez Bankası Yasası’nda yapılan değişiklikler bunlar.
Merkez Bankası artık tamamen siyasetin kontrolüne ve yönetimine girdi. O yüzde kim inanır artık Merkez Bankası’nın hiç olmadığı kadar bağımsız olacağına.
Açıklanan kabinede işadamı bakanlar dikkat çekti. Sağlık, Eğitim, Turizm gibi kendi şirketlerinin etkili olduğu sektörlerden gelen bakanların siyasi ve ekonomik etik açısından konumları, sektörel anlamda haksız rekabete, rakiplerin bertaraf edilmesine yol açabilir mi? Bu konudaki eleştiriler Trump’ın eski Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Exxon-Mobil CEO’luğundan hükümete geldiği örneği veriliyor. Diğer yanda, turizmciler, sağlıkçılar gibi müteahhitler de rahatsız. Altyapı ve Ulaştırma Bakanlığına ünlü müteahhitler Cengiz İnşaat-Limak İnşaat Konsorsiyumunun maaşlı CEO’sunun atanması nedeniyle, kamu ihalelerinde haksız rekabet, iş alamama endişesi yaşanıyor. İşadamı bakan modeline nasıl bakıyorsunuz?
İşadamı bakanların kabinede olması, haksız rekabet, rakipleri batırıp-bitirme vb. etik dışı konuların da ötesinde ciddi bir soruna işaret ediyor. Cumhurbaşkanı devleti nasıl algıladığını, devletten ne beklediği, devleti ne olarak gördüğünü ortaya koyuyor aslında bu atamalarla. Halk, millet devletten dışlanmış durumda. Artık devlet halkın değil, bir kişinin ve çevresine topladığı özel sektörden dostlarının, yakınlarının, aile bireylerinin devleti.
Şirket devleti, şirkette aile-eş-dost-akraba-yakınların hissedar olduğu, yani bakan, bürokrat vb. görevlerle bir araya gelip herşeyi paylaştıkları bir devlet. Halkın ihtiyaçlarını değil, yakınların, akrabaların, ailenin, dost ve ahbapların ihtiyaçlarını, çıkarlarını gözeten bir devlet anlayışını hakim kıldılar, hayata geçirdiler.
Halk-Özel Sektör-Sermaye tercihinde, Cumhurbaşkanı ve çevresi tercihlerini, özel sektörden, sermayeden ve hatta sermayenin de üreten, yatırım yapan değil devletten, ranttan beslenen kesiminden yana koydular. En baştan beri Erdoğan’ın devleti bir şirket gibi görme ve yönetme düşüncesi zaten vardı.
Şimdi bu anlayış, açıklanan yönetim modeli ve o modeli yürütecek kabinenin ilanıyla tescillendi. Kaldı ki bu kabinede yer alanlar sadece bir vitrin. Bu insanların bir gücü yok.
Yetkisiz, etkisiz, söz hakkı olmayan, her şeyde son sözü tek kişinin söyleyip onların da yapacağı kişiler. Yakınlarının, dostlarının, damadının, çocuklarının arkadaşlarının bakan yapılıp, her şeyi onayladıkları bir kabine.
Şahıs devleti, şahıs şirketi ile aile şirketinin karışımı bir bakanlar kurulu. Halkın tabiriyle bir ahbap-çavuş hükümeti. Bizim burada asıl sormamız gereken bunu nasıl değiştireceğiz? Topluma bu yüzü nasıl gösterip, anlatacağız? Biz zaten yıllardır devleti bir aile şirketine dönüştürmek isteyen bir anlayışın var olduğunu biliyoruz.
Bu anlayışın devlette büyük çöküşün zeminini hazırladığını biliyoruz. Onun için sürekli olarak yeni bir siyasi anlayışı, yeni bir ekonomik anlayışı ortaya koymak, anlatmak, halkı ikna edip hayata geçirmek gerektiğini söylüyoruz.
Peki o halde, sürekli vurguladığınız devletin ve ekonominin çöküşüyle ilgili tespitleriniz ve buna çözümleriniz neler? Moody’s’in ardından Fitch de Türkiye’nin kredi notunu düşürdü. Cumhurbaşkanı her ne kadar bunları uluslararası komplo, Türkiye’ye dış güçlerin ekonomik operasyonu vb. olarak nitelese de, yerli-milli reyting kuruluşu için çalışmalar başlatılsa da uluslararası açıdan bu notların, indirimlerin, açıklanan risklerin yarattığı bir negatif algı var.
Ekonomideki durum, ekonominin yerine getirilmesi gereken acil ihtiyaçları nelerdir? Sorunlar nedir? Not indirimleri, faiz artışları, kurlardaki kontrol dışına doğru giden yükselişler… Bu sonuçlara ne yol açtı? Buna bakmamız lâzım. Fitch not indirirken gerekçelerini Merkez Bankası dahil ekonomideki kurumsal çöküşe, Türkiye’nin aşırı yükselen dış borçlarının çevrilmesindeki sıkıntılara, özel sektör borçlarına vs. dayandırıyor.
Başta ifade ettiğim soruları sorduğumuzda şöyle bir tablo görüyoruz. Bir ekonomide hem faiz hem kur aynı anda artıyorsa, oradaki en temel sorun güvensizliktir. Bu güvensizlik kurda, faizde, enflasyonda artışla, sermaye kaçışıyla, yeni sermaye gelmemesiyle tezahür ediyor.
Bir kişinin tüm kurumların yerine geçtiği bir ekonomide güveni tesis edemezsiniz. Damat Bey Londra’da Merkez Bankası bağımsız dese de kimseyi inandıramaz, güvendiremez. Türkiye’nin acil dış kaynak bulması lâzım, güveni sağlayamazsanız bulamazsınız. Ya da bulursunuz ama olağanüstü yüksek faizle bulursunuz. Veya geri ödeneceğine güvenmediği için en yüksek faizi de verseniz gelmez. Şu anda görünen bu güvensizlik tablosunda Saray kaynak bulamayacak. Bulsa bile uluslararası rantiyeye boyun eğecek ya da IMF’ye gidecek. Yeterli kaynak girişi olmadığı için cari açık 56-57 milyar dolara yükseliyor ve açığı Merkez Bankası rezervlerinden finanse ediyor.
Kur artışında kaynaklı ithalat bağımlılığındaki yükselen fatura karşımıza yüksek enflasyonu çıkartıyor. Cari açığı çözmek için ithalatı dizginlemeniz l’azım ama ekonominizi ithalata bağımlı hale getirmişsiniz. Neden? Yerli üretim yeterli olmadığı, desteklenmediği için ihtiyaçlarınız ithalatla karşılıyorsunuz ve bu kısır döngü zincirleme şekilde cari açığı büyütüyor, enflasyonu yükseltiyor. Ekonomik güvensizlik kurları ve faizi eş zamanlı yukarı çekiyor.
Burada Saray yönetiminin önünde iki çözüm seçeneği var; ya ithalatı, tüketimi, talebi kısacak. Bunun için ekonomiyi yavaşlatacak. Dışarıdan kaynak bulmak için yüksek faize her türlü rızayı gösterecek, tüm şartları kabul edecek, belki IMF ile yeni bir anlaşma yapıp, halka acı ilacı içirecek.
Diğer çözüm, üretimi artırmak, üretim kapasitesini yükseltmek. Yerli üretimi, yatırımı özendirerek, ithalata bağımlılığı aşağı çekmek. Bunun için üretim kalitenizi artırmak, üretimde yüksek teknoloji kullanarak malınızın fiyatını artırmak. İhraç gelirlerinizi, döviz girdilerinizi yükselterek kurları aşağı çekmek, güven verici önlemlerle yerli yatırımcıyı yatırıma, yabancı yatırımcıyı Türkiye’de doğrudan yatırıma çekmek vs.
Ama tüm bunlar için de insan kaynağınızın niteliğini, eğitim kalitesini artırırsınız. Bunun için de eğitime, teknolojiye, bilime, araştırmaya yatırım yapmanız gerekiyor. Özgür düşünceli, yeniliklere açık, araştırmacı kaliteli insan gücü yetiştirmeniz gerekiyor. Özgür düşüncenin olmadığı yerde yaratıcılık, kaliteli, nitelikli, katma değerli üretim olmaz.
Bu ikinci çözüm Saray rejiminin doğasına uymuyor. Baskıcı, özgürlüklere, düşünen ve yaratıcı insanlara, nesillere, insanları özgürleştiren teknolojiye vs. karşı. Hatta tüm bunlardan korkuyor. Özgür düşünceden, eğitimli nesillerden korkuyor.
O nedenle para bulabilmek için, 12 ayda ödenmesi gereken 187 milyar dolarlık dış borcu tedarik edebilmek için birinci yolu seçecekler. Her türlü talebe boyun eğip, yüksek faiz verip, millete kemer sıktırıp, halka acı ilaç içirmeyi tercih edecekler.
O yüzden Damat Bey’in 2. Londra çıkartması daha yüksek vergi, daha yüksek faiz, daha yüksek kur ve daha yüksek enflasyon olarak cebimize dönecek. Erdoğan’ın 1. Londra çıkartmasının faturası anında TL’de 40 kuruş değer kaybı, toplamda 4 milyar TL’yi aşan bir fatura getirdi. Şimdi, Damat Bey’inki daha ağır bir fatura olacak.
Bizim çözüm modelimiz, halkı önceleyen, kavrayan, içine alan, tercihini halktan yana koyan yeni bir halkçı siyaset anlayışıyla devletin halkın devletine dönüştürüleceği bir süreçte, üretimi, yatırımı, yüksek teknolojiyi, bunun için nitelikli ve özgür düşünceli eğitimi, yaratıcı nesilleri hedefleyen bir devlet yönetimi ve ekonomi modeli.
Kaynak: Ahval