Türkiye’nin o alt alta sayılan projeleri ne yapacak durumu var, ne de aslına bakacak olursak o projelere ihtiyacı… Zaten o parayı kendi kaynaklarıyla döndürebilmesi mümkün değil.
Erdoğan, “100 günde ve yaklaşık 46 milyar liralık bütçeyle hayata geçirilecek 400 proje, adeta yeni dönemin ateşleyici gücü olacaktır. İlk 100 günde tamamlanacak proje sayısı binin üzerindedir. Biz bunlardan daha önemli ve öncelikli gördüğümüz 400’üne programda yer verdik” dedi.
100 günde tamamlanacak tam 400 proje, gün başına dört proje düşüyor. 46 milyar liralık bütçeyle 100 günün her bir gününde 460 milyon lira harcanacak demek…
Hesaplama yapınca öyle ama aslında bu projeler arasında bilmediğimiz, duymadığımız pek bir proje yok gibi…
Ulaştırma ve altyapı projeleri arasında 29 Ekim’de açılışı yapılacak üçüncü havalimanı, Kanal İstanbul’un ÇED ve etüd projesi işleri, üç katlı büyük İstanbul Tüneli’nin yap-işlet-devret modeliyle inşası için ihaleye çıkılması ve Halkalı-Kapıkule hızlı demiryolu projesinin ihalesinin yapılması sayılmış.
Mega projelerin yanı sıra elbette nükleer ve kömüre dayalı enerji projeleriyle ilgili niyetler de 100 günlük icraatlar içinde yerini almış.
Farklı başlıklar altında adı geçen birkaç projeden de bahsetmek gerek.
Örneğin, Akkuyu nükleer santralinin ilk ünitesinin 2023 yılında hizmete alınacak olması, Sinop nükleer santrali için çalışmaların devam edeceği, denizlerde hidrokarbon arama faaliyetleri için ikinci bir deniz sondaj gemisi alınacağı, Soma ve Tunçbilek’te üretim yapılmayan kamuya ait kömür sahalarının özel sektörün işletmesine açılacak olması, Eskişehir Alpu Ovası’nda 1000 MW kurulu güce sahip termik santral inşası için ihaleye çıkılacağı, Adana Yumurtalık’ta 1 milyar dolarlık petrokimya tesisi için arazi tahsisi yapılacağı ilk bakışta dikkatimi çekenler…
Epeydir gündemi meşgul eden başlıklardan biri. Beşi bu dönemde tamamlanacak millet bahçelerinin altı tanesinin inşaatına, 22’sinin de projelerine başlanacakmış, bunu da es geçmeyelim.
Yine AKM’nin ihalesinin sonuçlandırılacağı, imar barışı kapsamında 13 milyon kayıtsız yapıyla ilgili işlemlerin tamamlanacağı, satışı mümkün görünen 50 bin kamu konutuyla ilgili envanter çalışmasının tamamlanarak ilk etapta bunlara 5 binin satışa çıkarılacağı da yine gelecekte eski tas eski hamam bir gündeme sahip olacağımızın işaretleri…
Ancak, bu projelerin büyük bölümü ya başlanmış ve bitmek üzere olan projeler ya da planlanan ama henüz hiç adım atılmamış işler. Belli ki 100 günlük icraat programı dolgun görünsün diye ne var ne yok, eylem planının içine alınmış.
Zaten bu projelerden bazıları Erdoğan’ın 24 Haziran seçimleri öncesi açıkladığı beyannamede de yer alıyordu.
Gelelim ekonomiyle ilgili icraatlara…
Erdoğan 400 vaadini sıralamadan birkaç saat önce haziran ayı enflasyon verisinin yüzde 15,39 ile 14 yılın en yüksek seviyesine çıktığı açıklaması geldi.
Erdoğan’ın vaatleri arasında daha önce eylül ortasında sonra açıklanacağı ilan edilen Orta Vadeli Program’ın öne çekilerek ağustos ayı sonunda açıklanacağı da vardı. Artan enerji maliyetleri, dolara karşı TL’deki değer kaybının yüzde 33 seviyelerinde olması, faizlerde maliyet baskısının giderek artması, hem enflasyonun tek haneye düşürülmesini hem de kur baskısıyla mücadeleyi git gide zorlaştırıyor.
Erdoğan, Türkiye’nin ekonomik bir savaşla karşı karşıya olduğunu iddia ederek, “Tasarrufu azami düzeye çıkaracak tedbirleri alıyoruz. Kamu nakit yönetiminde verimliliği sağlıyoruz. Yastık altından gelin dövizlerinizi çıkarın, dolarları euroları altınları çıkarın, gelin bunları nakte çevirin. Yerli milli direnişinizi tüm dünyaya karşı koyun” diyor.
Projeler iyi de 100 günlük icraatlar arasında tasarrufa yönelik pek birşey göremedik. Yani, “yastık altındaki parayı çıkarın” demek tasarruf tedbiri değil, kimse kendini ve başkalarını kandırmaya kalkmasın. Daha önce yapılan çağrıların da etkisi ortada. Nitekim, Türkiye’de insanlar yüksek enflasyona karşı gelirlerini koruyabilmek için giderek daha fazla dövize yöneliyor.
Türkiye’nin tasarruf oranı milli gelirin yüzde 25’i düzeyinde. Bu oran, Dünya Bankası verilerine göre küresel ortalamalara yakın bir seviye. Ancak IMF, Türkiye ile ilgili yaptığı son değerlendirmede büyümenin sürdürülebilmesi ve bankaların kredi kullandırmaya devam edebilmesi için tasarrufların artırılması gerektiğini belirtti.
Erdoğan, konuşmasında, “Kredi derecelendirme kuruluşlarının raporlarını gördük. Şimdi biz Çin piyasasına gidiyoruz. İlk defa Çin Yuanı cinsinden tahvil ihracı yapıyoruz. Kalkınma Bankası’nı cari açığın düşürülmesine katkı sağlayacak, yüksek teknolojinin üretilmesine katkı sağlayacak şekilde oluşturuyoruz. Alternatif finansman kaynaklarına yöneliyoruz. İnteraktif vergi dairesinde verilen hizmet sayısını çıkarıyoruz” dedi.
Geçtiğimiz günlerde Çinli finans kuruluşlarından, enerji ve ulaştırma sektörü yatırımları için özel sektör, kamu kurumları ve bankalara sağlanacak 3.6 milyar dolarlık kredi paketinin tamamlandığı haberleri geldi.
Daha önce Erdoğan’ın, IMF’nin, Türkiye’den 5 milyar dolar borç istediğini, kendisinin de “verin” dediğini ve bunun ardından IMF’nin borç istemekten vazgeçtiğini söylediğinde alkış tutanlar şimdi de Çin’den 3.6 milyar dolarlık borç alınıyor diye alkış tutuyor.
Çin de buraya hayır işi için gelmiyor elbette, proje garantisiyle veya Çin mallarının alınması garantisiyle geliyordur.
Gelecek dönemde Türkiye’nin IMF’nin kapısını tekrar çalma ihtimaline karşı IMF’de acil durum grubu oluşturulduğu haberlerinin ardından Erdoğan ve çevresindekiler, Çin kredilerini yeni bir kart gibi sunuyor.
Üstelik, Çin’den kredi sağlanınca ya da çin bankası ICBC’ye, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Kuzey Marmara Otoyolu Projesi’nin 2,7 milyar dolarlık mevcut kredisinin refinansmanı için düzenleyici yetkisi verilmesi, TL’yi dolara karşı güçlendirmeyecek. Ama nasıl olsa her türlü goygoya alkış tutan bir kitle olunca para nasıl geliyor, kimden geliyor soran, sorgulayan yok…
İnşaatın, enerjinin, betonun katma değer yaratmadığı defalarca edinilen tecrübelerle görüldü, ama yanlışta ısrar ediliyor. Patronlar “iş yapamaz hale geldik, şirketlerin çoğu kanunen batık durumda” diyor, bankalarda borç yapılandırma kuyruğu var, bankalar yeni kredi açmada hem isteksiz hem yetersiz…
Türkiye’nin o alt alta sayılan projeleri ne yapacak durumu var, ne de aslına bakacak olursak o projelere ihtiyacı… Zaten o parayı kendi kaynaklarıyla döndürebilmesi mümkün değil, pek çok sebepten ekonominin zora girmiş bir ülkenin siyasetçisinin fantezi projelerine kim, niye, hangi sebepten para versin?
Türkiye’nin yeni yeni harcama alanları açmak yerine bir an önce gelecek dönemin makro ekonomide yol haritası olacak gerçekçi, elle tutulur bir içeriğe sahip Orta Vadeli Planı açıklaması, içeride ve dışarıda yatırımcıya güven verici mesajları yoğunlaştırması, kamuda tasarruf tedbirlerinin başlatılması, dış politikadaki gerginlik alanlarının bir an önce gevşetmesi gerekiyor.
Ekonomi git gide yönetilebilir olmaktan çıkıyor…
Türkiye’nin o alt alta sayılan projeleri ne yapacak durumu var, ne de aslına bakacak olursak o projelere ihtiyacı… Zaten o parayı kendi kaynaklarıyla döndürebilmesi mümkün değil.
Erdoğan, “100 günde ve yaklaşık 46 milyar liralık bütçeyle hayata geçirilecek 400 proje, adeta yeni dönemin ateşleyici gücü olacaktır. İlk 100 günde tamamlanacak proje sayısı binin üzerindedir. Biz bunlardan daha önemli ve öncelikli gördüğümüz 400’üne programda yer verdik” dedi.
100 günde tamamlanacak tam 400 proje, gün başına dört proje düşüyor. 46 milyar liralık bütçeyle 100 günün her bir gününde 460 milyon lira harcanacak demek…
Hesaplama yapınca öyle ama aslında bu projeler arasında bilmediğimiz, duymadığımız pek bir proje yok gibi…
Ulaştırma ve altyapı projeleri arasında 29 Ekim’de açılışı yapılacak üçüncü havalimanı, Kanal İstanbul’un ÇED ve etüd projesi işleri, üç katlı büyük İstanbul Tüneli’nin yap-işlet-devret modeliyle inşası için ihaleye çıkılması ve Halkalı-Kapıkule hızlı demiryolu projesinin ihalesinin yapılması sayılmış.
Mega projelerin yanı sıra elbette nükleer ve kömüre dayalı enerji projeleriyle ilgili niyetler de 100 günlük icraatlar içinde yerini almış.
Farklı başlıklar altında adı geçen birkaç projeden de bahsetmek gerek.
Örneğin, Akkuyu nükleer santralinin ilk ünitesinin 2023 yılında hizmete alınacak olması, Sinop nükleer santrali için çalışmaların devam edeceği, denizlerde hidrokarbon arama faaliyetleri için ikinci bir deniz sondaj gemisi alınacağı, Soma ve Tunçbilek’te üretim yapılmayan kamuya ait kömür sahalarının özel sektörün işletmesine açılacak olması, Eskişehir Alpu Ovası’nda 1000 MW kurulu güce sahip termik santral inşası için ihaleye çıkılacağı, Adana Yumurtalık’ta 1 milyar dolarlık petrokimya tesisi için arazi tahsisi yapılacağı ilk bakışta dikkatimi çekenler…
Epeydir gündemi meşgul eden başlıklardan biri. Beşi bu dönemde tamamlanacak millet bahçelerinin altı tanesinin inşaatına, 22’sinin de projelerine başlanacakmış, bunu da es geçmeyelim.
Yine AKM’nin ihalesinin sonuçlandırılacağı, imar barışı kapsamında 13 milyon kayıtsız yapıyla ilgili işlemlerin tamamlanacağı, satışı mümkün görünen 50 bin kamu konutuyla ilgili envanter çalışmasının tamamlanarak ilk etapta bunlara 5 binin satışa çıkarılacağı da yine gelecekte eski tas eski hamam bir gündeme sahip olacağımızın işaretleri…
Ancak, bu projelerin büyük bölümü ya başlanmış ve bitmek üzere olan projeler ya da planlanan ama henüz hiç adım atılmamış işler. Belli ki 100 günlük icraat programı dolgun görünsün diye ne var ne yok, eylem planının içine alınmış.
Zaten bu projelerden bazıları Erdoğan’ın 24 Haziran seçimleri öncesi açıkladığı beyannamede de yer alıyordu.
Gelelim ekonomiyle ilgili icraatlara…
Erdoğan 400 vaadini sıralamadan birkaç saat önce haziran ayı enflasyon verisinin yüzde 15,39 ile 14 yılın en yüksek seviyesine çıktığı açıklaması geldi.
Erdoğan’ın vaatleri arasında daha önce eylül ortasında sonra açıklanacağı ilan edilen Orta Vadeli Program’ın öne çekilerek ağustos ayı sonunda açıklanacağı da vardı. Artan enerji maliyetleri, dolara karşı TL’deki değer kaybının yüzde 33 seviyelerinde olması, faizlerde maliyet baskısının giderek artması, hem enflasyonun tek haneye düşürülmesini hem de kur baskısıyla mücadeleyi git gide zorlaştırıyor.
Erdoğan, Türkiye’nin ekonomik bir savaşla karşı karşıya olduğunu iddia ederek, “Tasarrufu azami düzeye çıkaracak tedbirleri alıyoruz. Kamu nakit yönetiminde verimliliği sağlıyoruz. Yastık altından gelin dövizlerinizi çıkarın, dolarları euroları altınları çıkarın, gelin bunları nakte çevirin. Yerli milli direnişinizi tüm dünyaya karşı koyun” diyor.
Projeler iyi de 100 günlük icraatlar arasında tasarrufa yönelik pek birşey göremedik. Yani, “yastık altındaki parayı çıkarın” demek tasarruf tedbiri değil, kimse kendini ve başkalarını kandırmaya kalkmasın. Daha önce yapılan çağrıların da etkisi ortada. Nitekim, Türkiye’de insanlar yüksek enflasyona karşı gelirlerini koruyabilmek için giderek daha fazla dövize yöneliyor.
Türkiye’nin tasarruf oranı milli gelirin yüzde 25’i düzeyinde. Bu oran, Dünya Bankası verilerine göre küresel ortalamalara yakın bir seviye. Ancak IMF, Türkiye ile ilgili yaptığı son değerlendirmede büyümenin sürdürülebilmesi ve bankaların kredi kullandırmaya devam edebilmesi için tasarrufların artırılması gerektiğini belirtti.
Erdoğan, konuşmasında, “Kredi derecelendirme kuruluşlarının raporlarını gördük. Şimdi biz Çin piyasasına gidiyoruz. İlk defa Çin Yuanı cinsinden tahvil ihracı yapıyoruz. Kalkınma Bankası’nı cari açığın düşürülmesine katkı sağlayacak, yüksek teknolojinin üretilmesine katkı sağlayacak şekilde oluşturuyoruz. Alternatif finansman kaynaklarına yöneliyoruz. İnteraktif vergi dairesinde verilen hizmet sayısını çıkarıyoruz” dedi.
Geçtiğimiz günlerde Çinli finans kuruluşlarından, enerji ve ulaştırma sektörü yatırımları için özel sektör, kamu kurumları ve bankalara sağlanacak 3.6 milyar dolarlık kredi paketinin tamamlandığı haberleri geldi.
Daha önce Erdoğan’ın, IMF’nin, Türkiye’den 5 milyar dolar borç istediğini, kendisinin de “verin” dediğini ve bunun ardından IMF’nin borç istemekten vazgeçtiğini söylediğinde alkış tutanlar şimdi de Çin’den 3.6 milyar dolarlık borç alınıyor diye alkış tutuyor.
Çin de buraya hayır işi için gelmiyor elbette, proje garantisiyle veya Çin mallarının alınması garantisiyle geliyordur.
Gelecek dönemde Türkiye’nin IMF’nin kapısını tekrar çalma ihtimaline karşı IMF’de acil durum grubu oluşturulduğu haberlerinin ardından Erdoğan ve çevresindekiler, Çin kredilerini yeni bir kart gibi sunuyor.
Üstelik, Çin’den kredi sağlanınca ya da çin bankası ICBC’ye, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Kuzey Marmara Otoyolu Projesi’nin 2,7 milyar dolarlık mevcut kredisinin refinansmanı için düzenleyici yetkisi verilmesi, TL’yi dolara karşı güçlendirmeyecek. Ama nasıl olsa her türlü goygoya alkış tutan bir kitle olunca para nasıl geliyor, kimden geliyor soran, sorgulayan yok…
İnşaatın, enerjinin, betonun katma değer yaratmadığı defalarca edinilen tecrübelerle görüldü, ama yanlışta ısrar ediliyor. Patronlar “iş yapamaz hale geldik, şirketlerin çoğu kanunen batık durumda” diyor, bankalarda borç yapılandırma kuyruğu var, bankalar yeni kredi açmada hem isteksiz hem yetersiz…
Türkiye’nin o alt alta sayılan projeleri ne yapacak durumu var, ne de aslına bakacak olursak o projelere ihtiyacı… Zaten o parayı kendi kaynaklarıyla döndürebilmesi mümkün değil, pek çok sebepten ekonominin zora girmiş bir ülkenin siyasetçisinin fantezi projelerine kim, niye, hangi sebepten para versin?
Türkiye’nin yeni yeni harcama alanları açmak yerine bir an önce gelecek dönemin makro ekonomide yol haritası olacak gerçekçi, elle tutulur bir içeriğe sahip Orta Vadeli Planı açıklaması, içeride ve dışarıda yatırımcıya güven verici mesajları yoğunlaştırması, kamuda tasarruf tedbirlerinin başlatılması, dış politikadaki gerginlik alanlarının bir an önce gevşetmesi gerekiyor.
Ekonomi git gide yönetilebilir olmaktan çıkıyor…
Türkiye’nin o alt alta sayılan projeleri ne yapacak durumu var, ne de aslına bakacak olursak o projelere ihtiyacı… Zaten o parayı kendi kaynaklarıyla döndürebilmesi mümkün değil.
Erdoğan, “100 günde ve yaklaşık 46 milyar liralık bütçeyle hayata geçirilecek 400 proje, adeta yeni dönemin ateşleyici gücü olacaktır. İlk 100 günde tamamlanacak proje sayısı binin üzerindedir. Biz bunlardan daha önemli ve öncelikli gördüğümüz 400’üne programda yer verdik” dedi.
100 günde tamamlanacak tam 400 proje, gün başına dört proje düşüyor. 46 milyar liralık bütçeyle 100 günün her bir gününde 460 milyon lira harcanacak demek…
Hesaplama yapınca öyle ama aslında bu projeler arasında bilmediğimiz, duymadığımız pek bir proje yok gibi…
Ulaştırma ve altyapı projeleri arasında 29 Ekim’de açılışı yapılacak üçüncü havalimanı, Kanal İstanbul’un ÇED ve etüd projesi işleri, üç katlı büyük İstanbul Tüneli’nin yap-işlet-devret modeliyle inşası için ihaleye çıkılması ve Halkalı-Kapıkule hızlı demiryolu projesinin ihalesinin yapılması sayılmış.
Mega projelerin yanı sıra elbette nükleer ve kömüre dayalı enerji projeleriyle ilgili niyetler de 100 günlük icraatlar içinde yerini almış.
Farklı başlıklar altında adı geçen birkaç projeden de bahsetmek gerek.
Örneğin, Akkuyu nükleer santralinin ilk ünitesinin 2023 yılında hizmete alınacak olması, Sinop nükleer santrali için çalışmaların devam edeceği, denizlerde hidrokarbon arama faaliyetleri için ikinci bir deniz sondaj gemisi alınacağı, Soma ve Tunçbilek’te üretim yapılmayan kamuya ait kömür sahalarının özel sektörün işletmesine açılacak olması, Eskişehir Alpu Ovası’nda 1000 MW kurulu güce sahip termik santral inşası için ihaleye çıkılacağı, Adana Yumurtalık’ta 1 milyar dolarlık petrokimya tesisi için arazi tahsisi yapılacağı ilk bakışta dikkatimi çekenler…
Epeydir gündemi meşgul eden başlıklardan biri. Beşi bu dönemde tamamlanacak millet bahçelerinin altı tanesinin inşaatına, 22’sinin de projelerine başlanacakmış, bunu da es geçmeyelim.
Yine AKM’nin ihalesinin sonuçlandırılacağı, imar barışı kapsamında 13 milyon kayıtsız yapıyla ilgili işlemlerin tamamlanacağı, satışı mümkün görünen 50 bin kamu konutuyla ilgili envanter çalışmasının tamamlanarak ilk etapta bunlara 5 binin satışa çıkarılacağı da yine gelecekte eski tas eski hamam bir gündeme sahip olacağımızın işaretleri…
Ancak, bu projelerin büyük bölümü ya başlanmış ve bitmek üzere olan projeler ya da planlanan ama henüz hiç adım atılmamış işler. Belli ki 100 günlük icraat programı dolgun görünsün diye ne var ne yok, eylem planının içine alınmış.
Zaten bu projelerden bazıları Erdoğan’ın 24 Haziran seçimleri öncesi açıkladığı beyannamede de yer alıyordu.
Gelelim ekonomiyle ilgili icraatlara…
Erdoğan 400 vaadini sıralamadan birkaç saat önce haziran ayı enflasyon verisinin yüzde 15,39 ile 14 yılın en yüksek seviyesine çıktığı açıklaması geldi.
Erdoğan’ın vaatleri arasında daha önce eylül ortasında sonra açıklanacağı ilan edilen Orta Vadeli Program’ın öne çekilerek ağustos ayı sonunda açıklanacağı da vardı. Artan enerji maliyetleri, dolara karşı TL’deki değer kaybının yüzde 33 seviyelerinde olması, faizlerde maliyet baskısının giderek artması, hem enflasyonun tek haneye düşürülmesini hem de kur baskısıyla mücadeleyi git gide zorlaştırıyor.
Erdoğan, Türkiye’nin ekonomik bir savaşla karşı karşıya olduğunu iddia ederek, “Tasarrufu azami düzeye çıkaracak tedbirleri alıyoruz. Kamu nakit yönetiminde verimliliği sağlıyoruz. Yastık altından gelin dövizlerinizi çıkarın, dolarları euroları altınları çıkarın, gelin bunları nakte çevirin. Yerli milli direnişinizi tüm dünyaya karşı koyun” diyor.
Projeler iyi de 100 günlük icraatlar arasında tasarrufa yönelik pek birşey göremedik. Yani, “yastık altındaki parayı çıkarın” demek tasarruf tedbiri değil, kimse kendini ve başkalarını kandırmaya kalkmasın. Daha önce yapılan çağrıların da etkisi ortada. Nitekim, Türkiye’de insanlar yüksek enflasyona karşı gelirlerini koruyabilmek için giderek daha fazla dövize yöneliyor.
Türkiye’nin tasarruf oranı milli gelirin yüzde 25’i düzeyinde. Bu oran, Dünya Bankası verilerine göre küresel ortalamalara yakın bir seviye. Ancak IMF, Türkiye ile ilgili yaptığı son değerlendirmede büyümenin sürdürülebilmesi ve bankaların kredi kullandırmaya devam edebilmesi için tasarrufların artırılması gerektiğini belirtti.
Erdoğan, konuşmasında, “Kredi derecelendirme kuruluşlarının raporlarını gördük. Şimdi biz Çin piyasasına gidiyoruz. İlk defa Çin Yuanı cinsinden tahvil ihracı yapıyoruz. Kalkınma Bankası’nı cari açığın düşürülmesine katkı sağlayacak, yüksek teknolojinin üretilmesine katkı sağlayacak şekilde oluşturuyoruz. Alternatif finansman kaynaklarına yöneliyoruz. İnteraktif vergi dairesinde verilen hizmet sayısını çıkarıyoruz” dedi.
Geçtiğimiz günlerde Çinli finans kuruluşlarından, enerji ve ulaştırma sektörü yatırımları için özel sektör, kamu kurumları ve bankalara sağlanacak 3.6 milyar dolarlık kredi paketinin tamamlandığı haberleri geldi.
Daha önce Erdoğan’ın, IMF’nin, Türkiye’den 5 milyar dolar borç istediğini, kendisinin de “verin” dediğini ve bunun ardından IMF’nin borç istemekten vazgeçtiğini söylediğinde alkış tutanlar şimdi de Çin’den 3.6 milyar dolarlık borç alınıyor diye alkış tutuyor.
Çin de buraya hayır işi için gelmiyor elbette, proje garantisiyle veya Çin mallarının alınması garantisiyle geliyordur.
Gelecek dönemde Türkiye’nin IMF’nin kapısını tekrar çalma ihtimaline karşı IMF’de acil durum grubu oluşturulduğu haberlerinin ardından Erdoğan ve çevresindekiler, Çin kredilerini yeni bir kart gibi sunuyor.
Üstelik, Çin’den kredi sağlanınca ya da çin bankası ICBC’ye, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Kuzey Marmara Otoyolu Projesi’nin 2,7 milyar dolarlık mevcut kredisinin refinansmanı için düzenleyici yetkisi verilmesi, TL’yi dolara karşı güçlendirmeyecek. Ama nasıl olsa her türlü goygoya alkış tutan bir kitle olunca para nasıl geliyor, kimden geliyor soran, sorgulayan yok…
İnşaatın, enerjinin, betonun katma değer yaratmadığı defalarca edinilen tecrübelerle görüldü, ama yanlışta ısrar ediliyor. Patronlar “iş yapamaz hale geldik, şirketlerin çoğu kanunen batık durumda” diyor, bankalarda borç yapılandırma kuyruğu var, bankalar yeni kredi açmada hem isteksiz hem yetersiz…
Türkiye’nin o alt alta sayılan projeleri ne yapacak durumu var, ne de aslına bakacak olursak o projelere ihtiyacı… Zaten o parayı kendi kaynaklarıyla döndürebilmesi mümkün değil, pek çok sebepten ekonominin zora girmiş bir ülkenin siyasetçisinin fantezi projelerine kim, niye, hangi sebepten para versin?
Türkiye’nin yeni yeni harcama alanları açmak yerine bir an önce gelecek dönemin makro ekonomide yol haritası olacak gerçekçi, elle tutulur bir içeriğe sahip Orta Vadeli Planı açıklaması, içeride ve dışarıda yatırımcıya güven verici mesajları yoğunlaştırması, kamuda tasarruf tedbirlerinin başlatılması, dış politikadaki gerginlik alanlarının bir an önce gevşetmesi gerekiyor.
Ekonomi git gide yönetilebilir olmaktan çıkıyor…
Türkiye’nin o alt alta sayılan projeleri ne yapacak durumu var, ne de aslına bakacak olursak o projelere ihtiyacı… Zaten o parayı kendi kaynaklarıyla döndürebilmesi mümkün değil.
Erdoğan, “100 günde ve yaklaşık 46 milyar liralık bütçeyle hayata geçirilecek 400 proje, adeta yeni dönemin ateşleyici gücü olacaktır. İlk 100 günde tamamlanacak proje sayısı binin üzerindedir. Biz bunlardan daha önemli ve öncelikli gördüğümüz 400’üne programda yer verdik” dedi.
100 günde tamamlanacak tam 400 proje, gün başına dört proje düşüyor. 46 milyar liralık bütçeyle 100 günün her bir gününde 460 milyon lira harcanacak demek…
Hesaplama yapınca öyle ama aslında bu projeler arasında bilmediğimiz, duymadığımız pek bir proje yok gibi…
Ulaştırma ve altyapı projeleri arasında 29 Ekim’de açılışı yapılacak üçüncü havalimanı, Kanal İstanbul’un ÇED ve etüd projesi işleri, üç katlı büyük İstanbul Tüneli’nin yap-işlet-devret modeliyle inşası için ihaleye çıkılması ve Halkalı-Kapıkule hızlı demiryolu projesinin ihalesinin yapılması sayılmış.
Mega projelerin yanı sıra elbette nükleer ve kömüre dayalı enerji projeleriyle ilgili niyetler de 100 günlük icraatlar içinde yerini almış.
Farklı başlıklar altında adı geçen birkaç projeden de bahsetmek gerek.
Örneğin, Akkuyu nükleer santralinin ilk ünitesinin 2023 yılında hizmete alınacak olması, Sinop nükleer santrali için çalışmaların devam edeceği, denizlerde hidrokarbon arama faaliyetleri için ikinci bir deniz sondaj gemisi alınacağı, Soma ve Tunçbilek’te üretim yapılmayan kamuya ait kömür sahalarının özel sektörün işletmesine açılacak olması, Eskişehir Alpu Ovası’nda 1000 MW kurulu güce sahip termik santral inşası için ihaleye çıkılacağı, Adana Yumurtalık’ta 1 milyar dolarlık petrokimya tesisi için arazi tahsisi yapılacağı ilk bakışta dikkatimi çekenler…
Epeydir gündemi meşgul eden başlıklardan biri. Beşi bu dönemde tamamlanacak millet bahçelerinin altı tanesinin inşaatına, 22’sinin de projelerine başlanacakmış, bunu da es geçmeyelim.
Yine AKM’nin ihalesinin sonuçlandırılacağı, imar barışı kapsamında 13 milyon kayıtsız yapıyla ilgili işlemlerin tamamlanacağı, satışı mümkün görünen 50 bin kamu konutuyla ilgili envanter çalışmasının tamamlanarak ilk etapta bunlara 5 binin satışa çıkarılacağı da yine gelecekte eski tas eski hamam bir gündeme sahip olacağımızın işaretleri…
Ancak, bu projelerin büyük bölümü ya başlanmış ve bitmek üzere olan projeler ya da planlanan ama henüz hiç adım atılmamış işler. Belli ki 100 günlük icraat programı dolgun görünsün diye ne var ne yok, eylem planının içine alınmış.
Zaten bu projelerden bazıları Erdoğan’ın 24 Haziran seçimleri öncesi açıkladığı beyannamede de yer alıyordu.
Gelelim ekonomiyle ilgili icraatlara…
Erdoğan 400 vaadini sıralamadan birkaç saat önce haziran ayı enflasyon verisinin yüzde 15,39 ile 14 yılın en yüksek seviyesine çıktığı açıklaması geldi.
Erdoğan’ın vaatleri arasında daha önce eylül ortasında sonra açıklanacağı ilan edilen Orta Vadeli Program’ın öne çekilerek ağustos ayı sonunda açıklanacağı da vardı. Artan enerji maliyetleri, dolara karşı TL’deki değer kaybının yüzde 33 seviyelerinde olması, faizlerde maliyet baskısının giderek artması, hem enflasyonun tek haneye düşürülmesini hem de kur baskısıyla mücadeleyi git gide zorlaştırıyor.
Erdoğan, Türkiye’nin ekonomik bir savaşla karşı karşıya olduğunu iddia ederek, “Tasarrufu azami düzeye çıkaracak tedbirleri alıyoruz. Kamu nakit yönetiminde verimliliği sağlıyoruz. Yastık altından gelin dövizlerinizi çıkarın, dolarları euroları altınları çıkarın, gelin bunları nakte çevirin. Yerli milli direnişinizi tüm dünyaya karşı koyun” diyor.
Projeler iyi de 100 günlük icraatlar arasında tasarrufa yönelik pek birşey göremedik. Yani, “yastık altındaki parayı çıkarın” demek tasarruf tedbiri değil, kimse kendini ve başkalarını kandırmaya kalkmasın. Daha önce yapılan çağrıların da etkisi ortada. Nitekim, Türkiye’de insanlar yüksek enflasyona karşı gelirlerini koruyabilmek için giderek daha fazla dövize yöneliyor.
Türkiye’nin tasarruf oranı milli gelirin yüzde 25’i düzeyinde. Bu oran, Dünya Bankası verilerine göre küresel ortalamalara yakın bir seviye. Ancak IMF, Türkiye ile ilgili yaptığı son değerlendirmede büyümenin sürdürülebilmesi ve bankaların kredi kullandırmaya devam edebilmesi için tasarrufların artırılması gerektiğini belirtti.
Erdoğan, konuşmasında, “Kredi derecelendirme kuruluşlarının raporlarını gördük. Şimdi biz Çin piyasasına gidiyoruz. İlk defa Çin Yuanı cinsinden tahvil ihracı yapıyoruz. Kalkınma Bankası’nı cari açığın düşürülmesine katkı sağlayacak, yüksek teknolojinin üretilmesine katkı sağlayacak şekilde oluşturuyoruz. Alternatif finansman kaynaklarına yöneliyoruz. İnteraktif vergi dairesinde verilen hizmet sayısını çıkarıyoruz” dedi.
Geçtiğimiz günlerde Çinli finans kuruluşlarından, enerji ve ulaştırma sektörü yatırımları için özel sektör, kamu kurumları ve bankalara sağlanacak 3.6 milyar dolarlık kredi paketinin tamamlandığı haberleri geldi.
Daha önce Erdoğan’ın, IMF’nin, Türkiye’den 5 milyar dolar borç istediğini, kendisinin de “verin” dediğini ve bunun ardından IMF’nin borç istemekten vazgeçtiğini söylediğinde alkış tutanlar şimdi de Çin’den 3.6 milyar dolarlık borç alınıyor diye alkış tutuyor.
Çin de buraya hayır işi için gelmiyor elbette, proje garantisiyle veya Çin mallarının alınması garantisiyle geliyordur.
Gelecek dönemde Türkiye’nin IMF’nin kapısını tekrar çalma ihtimaline karşı IMF’de acil durum grubu oluşturulduğu haberlerinin ardından Erdoğan ve çevresindekiler, Çin kredilerini yeni bir kart gibi sunuyor.
Üstelik, Çin’den kredi sağlanınca ya da çin bankası ICBC’ye, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Kuzey Marmara Otoyolu Projesi’nin 2,7 milyar dolarlık mevcut kredisinin refinansmanı için düzenleyici yetkisi verilmesi, TL’yi dolara karşı güçlendirmeyecek. Ama nasıl olsa her türlü goygoya alkış tutan bir kitle olunca para nasıl geliyor, kimden geliyor soran, sorgulayan yok…
İnşaatın, enerjinin, betonun katma değer yaratmadığı defalarca edinilen tecrübelerle görüldü, ama yanlışta ısrar ediliyor. Patronlar “iş yapamaz hale geldik, şirketlerin çoğu kanunen batık durumda” diyor, bankalarda borç yapılandırma kuyruğu var, bankalar yeni kredi açmada hem isteksiz hem yetersiz…
Türkiye’nin o alt alta sayılan projeleri ne yapacak durumu var, ne de aslına bakacak olursak o projelere ihtiyacı… Zaten o parayı kendi kaynaklarıyla döndürebilmesi mümkün değil, pek çok sebepten ekonominin zora girmiş bir ülkenin siyasetçisinin fantezi projelerine kim, niye, hangi sebepten para versin?
Türkiye’nin yeni yeni harcama alanları açmak yerine bir an önce gelecek dönemin makro ekonomide yol haritası olacak gerçekçi, elle tutulur bir içeriğe sahip Orta Vadeli Planı açıklaması, içeride ve dışarıda yatırımcıya güven verici mesajları yoğunlaştırması, kamuda tasarruf tedbirlerinin başlatılması, dış politikadaki gerginlik alanlarının bir an önce gevşetmesi gerekiyor.
Ekonomi git gide yönetilebilir olmaktan çıkıyor…