Hemen her gün haber ajanslarına bir şirketin borçlarını ödeyemeyerek iflas ettiği ya da borçlarını yapılandırmak için mahkemeye başvurarak konkordato ilan ettiği haberi düşüyor.
Artan döviz kurlarını durdurmak adına bir anda faizleri 625 baz puan yükselten Merkez Bankası’nın kararıyla enflasyonda, işsizlikte ve borçlanmada artış beklenirken, batık krediler, iflas ertelemeleri bu tabloyu daha da karanlık bir hale sokuyor.
Ekonomideki gidişata dair bir yazı kaleme alan Gazeteduvar yazarı Ümit Akçay, döviz krizi nedeniyle firmaların döviz borçlarının TL değerinin, kayıtlı sermayelerinin üzerine çıktığına dikkat çekti.
Bunun fiili olarak bankaların batık olduğu anlamına geldiğinin altını çizen Akçay, “Yani fiili olarak bu firmalar batık. Bu durumda bankaların bu batık firmalara yeni kredi açması çok zor. Yapılan bu düzenleme ile batık firmalara 2023 sonuna kadar, bu kur zararının bilançolara yansıtılmaması imkanı veriliyor” yorumunu yaptı.
2013 yılı itibariyle, AKP’yi iktidara taşıyan neoliberal popülist modelin kriz içinde olduğuna değinen Akçay, ekonomik yavaşlamanın o dönemlerde baş gösterdiğini şu cümle ile açıkladı:
“Gelir artmadan harcamaların artabilmesi ‘mucizesinin’ yaldızları dökülmeye başladı. Kısacası ‘büyü’ bozuldu. Yani, aslında 2013’te tıkanan model, o tarihten itibaren bir ‘zombi’ olarak varlığına devam ediyor.”
Ancak, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’nin, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ile ekonominin bozulduğu yönündeki tezine itiraz eden Akçay, “2016’da bir darbe teşebbüsü olmasaydı dahi, ekonomik zorluklar yoğunlaşacaktı. 2016’nın üçüncü çeyreğinde yaşanan daralma, 2017 referandumunu ve sonrasındaki seçimleri kazanmaktan başka seçeneği olmayan mevcut iktidar açısından alarm niteliğindeydi. İktidarı garantilemek için yaratıcı seçenekler devreye sokuldu ve bir ‘geleceğe kaçış’ planı uygulamaya kondu” ifadelerini kullandı.
Rejim değişiminin maliyeti nedeniyle ekonominin 2016’dan çok daha kötü durumda olduğuna işaret eden Akçay, şok faiz artışının olası sonuçlarına dair şu satırları kaleme aldı:
Geçtiğimiz haftalarda, neoliberal popülizmin krizinin faizlerin artması ile ilişkilendirilebileceğini ileri sürmüştüm. Gerçekten de düşük faiz, Erdoğan yönetimini ayakta tutan en önemli ekonomik faktörlerden biri idi. Faizleri artırmama yönündeki bu denli büyük ısrarın arkasında bu bilgi yatıyor.
Tüketici kredilerinin takibe düşme oranına baktığımızda, 2008 krizinin etkilerinin 2009 yazından itibaren azalmaya başladığını ve 2010-2013 arası, düşük faizin etkisiyle müthiş bir canlılığın gerçekleştiğini görüyoruz. Ticari kredilerden farklı olarak, tüketici kredisindeki batık oranı 2013 sonrasında artmaya başlıyor ve ticari kredilere benzer şekilde 2016’da zirve yapıyor.
2016 sonrasında, tıpkı ticari kredide olduğu gibi, iktidarın ‘geleceğe kaçış’ planının bir parçası olarak tüketici kredisinde de batık oranı düşüyor. Seçim sonrasında batık oranın hızlanmaya başladığını görüyoruz. Önümüzdeki dönemde bu trendin sert bir şekilde yukarı yönlü devam etmesi beklenebilir. Tüketici kredisi ve bireysel kredi kartı, neoliberal popülist modelin en önemli bileşenlerinden biri olan finansal içerilmenin iki ayağı idi. Bu alanda yaşanan tıkanmanın etkisi, özellikle alt sınıflar için döviz krizinin etkisinden çok daha önemli.
Sözü, geçtiğimiz hafta sonu yapılan bir düzenlemeye getirmek istiyorum. 15 Eylül 2018 tarihli ve 30536 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan bir Tebliğ’e konulan geçici ek madde şöyle:
“1/1/2023 tarihine kadar, Kanunun 376 ncı maddesi kapsamında sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin yapılan hesaplamalarda, henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı zararları dikkate alınmayabilir.”
Bunun anlamı şu: Döviz krizi nedeniyle firmaların döviz borçlarının TL değeri, kayıtlı sermayelerinin üzerine çıkmış durumda, yani fiili olarak bu firmalar batık. Bu durumda bankaların bu batık firmalara yeni kredi açması çok zor. Yapılan bu düzenleme ile batık firmalara 2023 sonuna kadar, bu kur zararının bilançolara yansıtılmaması imkanı veriliyor. Bunun ne önemi var diyebilirsiniz. Buradaki esas konu, bu firmaların krediye erişimlerinin sürmesini sağlamak. Yani yapılan bir çeşit, süreli sicil affı. Bu düzenleme, eğer bir değişikliğe uğramadan uygulamaya geçerse, batık firmaların riski bankacılık sektörüne aktarılmış olacak.