”Bugüne gelecek olursak Ayasofya’yı camiye çevirme zaten utanç verici bir siyasi istismar.
Niyet Allah rızası değil. Halkın gönlünü kazanma da değil. Sadece bir “Oy ütme” hamlesi.”
Ayasofya’yı cami yapıp da mı saklasak yoksa…
Ayasofya, siyasi aktörlerin istismar etmekten utanmadığı ve sıkılmadığı mağdur ve mazlum bir mabet.
Bahçeli cumaları hiç kaçırmadığı için(!) “Ayasofya Camisi ibadete mutlaka açılmalıdır.” diyor.
Devam ediyor: “Oradan çan sesi değil, ezan sesi yükselecektir.”
Koca koca adamlar daha Ayasofya’nın ne olduğunu bilmiyor.
Oysa orada 567 yıldır çan çalmıyor. Ayrıca kenarında küçük bir bölümde namaz kılınır, ibadet edilir.
Rahmetli Süleyman Demirel’in unutulmaz bir anekdotu vardır. Yunanistan’la Ege konusunda sıkıntılar yaşanmaktadır. Kabine uzun saatler toplantı yapar. Toplantı bittiğinde dışarıda merakla bekleyen gazeteciler sorar:
“Sayın Başbakan, Yunanistan Ege Denizi’nin bir Yunan gölü olduğunu iddia ediyor. Cevabınız ne olacak?”
Efsanevi cevap şudur:
“Ege bir Türk gölü değildir. Ege bir Yunan gölü de değildir. Binaenaleyh Ege zaten bir göl de değildir!”
Benzer bir durum. Ortada ne cami ne de kilise var. Ayasofya 85 yıldır müze.
Bir işin doğallığı “arz ve talep”le ölçülür.
Ortada bir ihtiyaç yok.
Yüz metre ötedeki Sultan Ahmet camii cumada zor doluyor.
Ortada bir mümin patlaması yok. Bilakis AKP istismarlarıyla insanlar dinden soğudu. Deizm ve ateizm patladı. Cemaat hızla azalıyor. Kimsenin Ayasofya diye bir derdi yok.
KUTSALLARI ÖĞÜTME MAKİNASI
Ama bu yeni bir refleks değil.
Hükümet her sıkıştığında dini sembolleri istismar eder.
Ekonomi çöktüğünde türbana sarılır.
Yolsuzluk ve hırsızlık ortaya çıkınca takkeyle namaza durur.
Rüşvette suçüstü olunca aşir okumaya başlar.
Durum daha vahimse “Filistin” ve “Gazze” der…
AKP, tam bir kutsalları öğütme makinasıdır.
Ve şimdi ağzına Ayasofya’yı alıyorsa demek ki işler iyice sarpa sardı.
SİYASET MAĞDURU BİR MABET: AYASOFYA
Öncelikle dini bir mekânı tartışıyorsak dini kaynakları referans almak zorundayız.
Allah Resûlü (sav) ibadet edenlere ve ibadet mahallerine karşı insanları daima uyarmıştır. Bu hassasiyet savaş zamanı bile sürer. Ordusunu savaşa gönderirken verdiği şu emir fevkalade önemlidir:
“Yaşlılara, kadınlara, çocuklara, kendisini ibadet ü tâate vermiş ruhbanlara ve mabetlere ilişmeyiniz! Ağaçları yakmayınız! Hayvanlara dokunmayınız! Ve servetleri heder etmeyiniz.” (Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned; Ebû Davud)
Bu hadiste ibadet edenlere, ruhbanlara dokunmama önemli bir emirdir.
Hemen arkasından “mabet”lere dokunmama emri gelir.
Necranlı Hristiyanlar, altmış kişilik bir heyetle Medine’ye gelmişti. Müslümanlık hakkında, özellikle de İslâm nazarında Hazreti İsa ve Hazreti Meryem konularında Mescid-i Nebevi’de Allah Resulü ile uzun müzakereler yaptılar. İbadet saatleri geldiğinden mescidin bir kenarında ibadet etmek istediler. Sahabeden bazıları bunu engellemeye kalktığında Efendimiz (sav) onlara engel oldu. Ve Necranlı Hristiyanlar, Medine’de kaldıkları süre içerisinde başlarındaki piskopos ile mescidin doğu tarafına yönelerek rahat bir şekilde ibadetlerini yaptılar.
Yani Mescid-i Nebevi’nin bir kısmı Kilise olarak kullanıldı.
Başka dinlere ve o dinlerin müntesiplerine davranmada ne kadar güzel bir örnek.
Bu saygı hep devam etti.
Müslüman ordular, Kudüs’ün kapısına geldiğinde, Hristiyan din adamları kitaplarındaki bir bilgiye dayanarak Hz. Ömer gelirse şehrin anahtarlarını teslim edeceklerini söyler.
Hz. Ömer, kabul eder ve yola çıkar. Patrik ve vali tarafından karşılanır. Oradaki halka “canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, kutsal eşyalara dokunulmayacağına, kiliselerin yıkılmayacağına ve kısmen dahi olsa işgal edilmeyeceğine” teminat verir.
Daha sonra Hz Ömer’e Kudüs’ü gezdirirler. Sepulchre Kilisesi’ni gezerken namaz vakti gelir. Hz. Ömer namaz için izin ister. Patrik “Buyrun, burası da Tanrı’nın evidir. Dini vecibelerinizi burada yerine getirebilirsiniz.”der.
Hz. Ömer: “Benim için mahsuru yok ama burada namaz kılarsam, ileride ‘Halife Ömer burada namaz kılmıştır’ diye İsa efendimizin kutsal mekânını camiye çevirirler. Buna müsaade edemem.” der. Ve dışarıda kılar.
Ve Kudüs’ten ayrılırken Hıristiyanlarca kutsal bilinen yerlerde yine Hıristiyanların ibadet etmesini, buna karşılık Müslümanlar için de bir ibadethane yapılması için emir verir.
Emevi halifelerinden Ömer b. Abdulaziz, râşit halifelerden biri gibi kabul edilir. Hz. Ömer’in torunudur. Meşhur süte su katma hikayesinde geçen ve sonradan Hz. Ömer’in gelini olacak kadının oğludur. Yaşayışıyla Hz. Ömer’e çok benzer. O sebeple de 2. Ömer diye anılır. Emevi halifelerinin kullandığı Saray’da ikamet etmeyi kabul etmez. Eski mütevazi evinde yaşar.
İlk yaptığı iş, bir istişare heyeti kurmak olur. Zâlim vali ve memurları görevden alır. Hilafet makamına tahsis edilen atları hazineye iade eder. Kendi şahsi atını kullanır. Asla hediye kabul etmez.
Ömer bin Abdülaziz’in yaptığı bir başka önemli şey daha vardır: Kendinden önceki Emevi Halifeleri tarafından el konulmuş, Hristiyan ve Musevilere ait kilise ve sinagogları eski sahiplerine geri verir. Bu toplumsal bütünlük için çok önemli bir adım olur. Böylece üç yıl içinde geniş bir coğrafyada herkesin gönlünü kazanır. Yezit’lerin Mervan’ların perişan ettiği bir coğrafyaya can suyu olur, barış getirir.
Fatih’in, İstanbul’un fethi sonrası Ayasofya’yı camiye çevirmesinin hikmeti neydi bilmiyoruz. O günün siyasi sebepleri nelerdi? Bunlar ayrı bir tartışma konusu.
Bugüne gelecek olursak Ayasofya’yı camiye çevirme zaten utanç verici bir siyasi istismar.
Niyet Allah rızası değil. Halkın gönlünü kazanma da değil.
Sadece bir “Oy ütme” hamlesi.
Peki işe yarar mı?
Sanmam.
Halk AKP sayesinde dinden uzaklaştı ve soğudu.
Kutsal değerler tüketildi.
İstismara müsait siyasi İslamcı kesimlerin bile Ayasofya’nin camiye çevrilmesini pek umursayacağını sanmıyorum.
Kaynak: Tr724
”Bugüne gelecek olursak Ayasofya’yı camiye çevirme zaten utanç verici bir siyasi istismar.
Niyet Allah rızası değil. Halkın gönlünü kazanma da değil. Sadece bir “Oy ütme” hamlesi.”
Ayasofya’yı cami yapıp da mı saklasak yoksa…
Ayasofya, siyasi aktörlerin istismar etmekten utanmadığı ve sıkılmadığı mağdur ve mazlum bir mabet.
Bahçeli cumaları hiç kaçırmadığı için(!) “Ayasofya Camisi ibadete mutlaka açılmalıdır.” diyor.
Devam ediyor: “Oradan çan sesi değil, ezan sesi yükselecektir.”
Koca koca adamlar daha Ayasofya’nın ne olduğunu bilmiyor.
Oysa orada 567 yıldır çan çalmıyor. Ayrıca kenarında küçük bir bölümde namaz kılınır, ibadet edilir.
Rahmetli Süleyman Demirel’in unutulmaz bir anekdotu vardır. Yunanistan’la Ege konusunda sıkıntılar yaşanmaktadır. Kabine uzun saatler toplantı yapar. Toplantı bittiğinde dışarıda merakla bekleyen gazeteciler sorar:
“Sayın Başbakan, Yunanistan Ege Denizi’nin bir Yunan gölü olduğunu iddia ediyor. Cevabınız ne olacak?”
Efsanevi cevap şudur:
“Ege bir Türk gölü değildir. Ege bir Yunan gölü de değildir. Binaenaleyh Ege zaten bir göl de değildir!”
Benzer bir durum. Ortada ne cami ne de kilise var. Ayasofya 85 yıldır müze.
Bir işin doğallığı “arz ve talep”le ölçülür.
Ortada bir ihtiyaç yok.
Yüz metre ötedeki Sultan Ahmet camii cumada zor doluyor.
Ortada bir mümin patlaması yok. Bilakis AKP istismarlarıyla insanlar dinden soğudu. Deizm ve ateizm patladı. Cemaat hızla azalıyor. Kimsenin Ayasofya diye bir derdi yok.
KUTSALLARI ÖĞÜTME MAKİNASI
Ama bu yeni bir refleks değil.
Hükümet her sıkıştığında dini sembolleri istismar eder.
Ekonomi çöktüğünde türbana sarılır.
Yolsuzluk ve hırsızlık ortaya çıkınca takkeyle namaza durur.
Rüşvette suçüstü olunca aşir okumaya başlar.
Durum daha vahimse “Filistin” ve “Gazze” der…
AKP, tam bir kutsalları öğütme makinasıdır.
Ve şimdi ağzına Ayasofya’yı alıyorsa demek ki işler iyice sarpa sardı.
SİYASET MAĞDURU BİR MABET: AYASOFYA
Öncelikle dini bir mekânı tartışıyorsak dini kaynakları referans almak zorundayız.
Allah Resûlü (sav) ibadet edenlere ve ibadet mahallerine karşı insanları daima uyarmıştır. Bu hassasiyet savaş zamanı bile sürer. Ordusunu savaşa gönderirken verdiği şu emir fevkalade önemlidir:
“Yaşlılara, kadınlara, çocuklara, kendisini ibadet ü tâate vermiş ruhbanlara ve mabetlere ilişmeyiniz! Ağaçları yakmayınız! Hayvanlara dokunmayınız! Ve servetleri heder etmeyiniz.” (Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned; Ebû Davud)
Bu hadiste ibadet edenlere, ruhbanlara dokunmama önemli bir emirdir.
Hemen arkasından “mabet”lere dokunmama emri gelir.
Necranlı Hristiyanlar, altmış kişilik bir heyetle Medine’ye gelmişti. Müslümanlık hakkında, özellikle de İslâm nazarında Hazreti İsa ve Hazreti Meryem konularında Mescid-i Nebevi’de Allah Resulü ile uzun müzakereler yaptılar. İbadet saatleri geldiğinden mescidin bir kenarında ibadet etmek istediler. Sahabeden bazıları bunu engellemeye kalktığında Efendimiz (sav) onlara engel oldu. Ve Necranlı Hristiyanlar, Medine’de kaldıkları süre içerisinde başlarındaki piskopos ile mescidin doğu tarafına yönelerek rahat bir şekilde ibadetlerini yaptılar.
Yani Mescid-i Nebevi’nin bir kısmı Kilise olarak kullanıldı.
Başka dinlere ve o dinlerin müntesiplerine davranmada ne kadar güzel bir örnek.
Bu saygı hep devam etti.
Müslüman ordular, Kudüs’ün kapısına geldiğinde, Hristiyan din adamları kitaplarındaki bir bilgiye dayanarak Hz. Ömer gelirse şehrin anahtarlarını teslim edeceklerini söyler.
Hz. Ömer, kabul eder ve yola çıkar. Patrik ve vali tarafından karşılanır. Oradaki halka “canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, kutsal eşyalara dokunulmayacağına, kiliselerin yıkılmayacağına ve kısmen dahi olsa işgal edilmeyeceğine” teminat verir.
Daha sonra Hz Ömer’e Kudüs’ü gezdirirler. Sepulchre Kilisesi’ni gezerken namaz vakti gelir. Hz. Ömer namaz için izin ister. Patrik “Buyrun, burası da Tanrı’nın evidir. Dini vecibelerinizi burada yerine getirebilirsiniz.”der.
Hz. Ömer: “Benim için mahsuru yok ama burada namaz kılarsam, ileride ‘Halife Ömer burada namaz kılmıştır’ diye İsa efendimizin kutsal mekânını camiye çevirirler. Buna müsaade edemem.” der. Ve dışarıda kılar.
Ve Kudüs’ten ayrılırken Hıristiyanlarca kutsal bilinen yerlerde yine Hıristiyanların ibadet etmesini, buna karşılık Müslümanlar için de bir ibadethane yapılması için emir verir.
Emevi halifelerinden Ömer b. Abdulaziz, râşit halifelerden biri gibi kabul edilir. Hz. Ömer’in torunudur. Meşhur süte su katma hikayesinde geçen ve sonradan Hz. Ömer’in gelini olacak kadının oğludur. Yaşayışıyla Hz. Ömer’e çok benzer. O sebeple de 2. Ömer diye anılır. Emevi halifelerinin kullandığı Saray’da ikamet etmeyi kabul etmez. Eski mütevazi evinde yaşar.
İlk yaptığı iş, bir istişare heyeti kurmak olur. Zâlim vali ve memurları görevden alır. Hilafet makamına tahsis edilen atları hazineye iade eder. Kendi şahsi atını kullanır. Asla hediye kabul etmez.
Ömer bin Abdülaziz’in yaptığı bir başka önemli şey daha vardır: Kendinden önceki Emevi Halifeleri tarafından el konulmuş, Hristiyan ve Musevilere ait kilise ve sinagogları eski sahiplerine geri verir. Bu toplumsal bütünlük için çok önemli bir adım olur. Böylece üç yıl içinde geniş bir coğrafyada herkesin gönlünü kazanır. Yezit’lerin Mervan’ların perişan ettiği bir coğrafyaya can suyu olur, barış getirir.
Fatih’in, İstanbul’un fethi sonrası Ayasofya’yı camiye çevirmesinin hikmeti neydi bilmiyoruz. O günün siyasi sebepleri nelerdi? Bunlar ayrı bir tartışma konusu.
Bugüne gelecek olursak Ayasofya’yı camiye çevirme zaten utanç verici bir siyasi istismar.
Niyet Allah rızası değil. Halkın gönlünü kazanma da değil.
Sadece bir “Oy ütme” hamlesi.
Peki işe yarar mı?
Sanmam.
Halk AKP sayesinde dinden uzaklaştı ve soğudu.
Kutsal değerler tüketildi.
İstismara müsait siyasi İslamcı kesimlerin bile Ayasofya’nin camiye çevrilmesini pek umursayacağını sanmıyorum.
Kaynak: Tr724
”Bugüne gelecek olursak Ayasofya’yı camiye çevirme zaten utanç verici bir siyasi istismar.
Niyet Allah rızası değil. Halkın gönlünü kazanma da değil. Sadece bir “Oy ütme” hamlesi.”
Ayasofya’yı cami yapıp da mı saklasak yoksa…
Ayasofya, siyasi aktörlerin istismar etmekten utanmadığı ve sıkılmadığı mağdur ve mazlum bir mabet.
Bahçeli cumaları hiç kaçırmadığı için(!) “Ayasofya Camisi ibadete mutlaka açılmalıdır.” diyor.
Devam ediyor: “Oradan çan sesi değil, ezan sesi yükselecektir.”
Koca koca adamlar daha Ayasofya’nın ne olduğunu bilmiyor.
Oysa orada 567 yıldır çan çalmıyor. Ayrıca kenarında küçük bir bölümde namaz kılınır, ibadet edilir.
Rahmetli Süleyman Demirel’in unutulmaz bir anekdotu vardır. Yunanistan’la Ege konusunda sıkıntılar yaşanmaktadır. Kabine uzun saatler toplantı yapar. Toplantı bittiğinde dışarıda merakla bekleyen gazeteciler sorar:
“Sayın Başbakan, Yunanistan Ege Denizi’nin bir Yunan gölü olduğunu iddia ediyor. Cevabınız ne olacak?”
Efsanevi cevap şudur:
“Ege bir Türk gölü değildir. Ege bir Yunan gölü de değildir. Binaenaleyh Ege zaten bir göl de değildir!”
Benzer bir durum. Ortada ne cami ne de kilise var. Ayasofya 85 yıldır müze.
Bir işin doğallığı “arz ve talep”le ölçülür.
Ortada bir ihtiyaç yok.
Yüz metre ötedeki Sultan Ahmet camii cumada zor doluyor.
Ortada bir mümin patlaması yok. Bilakis AKP istismarlarıyla insanlar dinden soğudu. Deizm ve ateizm patladı. Cemaat hızla azalıyor. Kimsenin Ayasofya diye bir derdi yok.
KUTSALLARI ÖĞÜTME MAKİNASI
Ama bu yeni bir refleks değil.
Hükümet her sıkıştığında dini sembolleri istismar eder.
Ekonomi çöktüğünde türbana sarılır.
Yolsuzluk ve hırsızlık ortaya çıkınca takkeyle namaza durur.
Rüşvette suçüstü olunca aşir okumaya başlar.
Durum daha vahimse “Filistin” ve “Gazze” der…
AKP, tam bir kutsalları öğütme makinasıdır.
Ve şimdi ağzına Ayasofya’yı alıyorsa demek ki işler iyice sarpa sardı.
SİYASET MAĞDURU BİR MABET: AYASOFYA
Öncelikle dini bir mekânı tartışıyorsak dini kaynakları referans almak zorundayız.
Allah Resûlü (sav) ibadet edenlere ve ibadet mahallerine karşı insanları daima uyarmıştır. Bu hassasiyet savaş zamanı bile sürer. Ordusunu savaşa gönderirken verdiği şu emir fevkalade önemlidir:
“Yaşlılara, kadınlara, çocuklara, kendisini ibadet ü tâate vermiş ruhbanlara ve mabetlere ilişmeyiniz! Ağaçları yakmayınız! Hayvanlara dokunmayınız! Ve servetleri heder etmeyiniz.” (Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned; Ebû Davud)
Bu hadiste ibadet edenlere, ruhbanlara dokunmama önemli bir emirdir.
Hemen arkasından “mabet”lere dokunmama emri gelir.
Necranlı Hristiyanlar, altmış kişilik bir heyetle Medine’ye gelmişti. Müslümanlık hakkında, özellikle de İslâm nazarında Hazreti İsa ve Hazreti Meryem konularında Mescid-i Nebevi’de Allah Resulü ile uzun müzakereler yaptılar. İbadet saatleri geldiğinden mescidin bir kenarında ibadet etmek istediler. Sahabeden bazıları bunu engellemeye kalktığında Efendimiz (sav) onlara engel oldu. Ve Necranlı Hristiyanlar, Medine’de kaldıkları süre içerisinde başlarındaki piskopos ile mescidin doğu tarafına yönelerek rahat bir şekilde ibadetlerini yaptılar.
Yani Mescid-i Nebevi’nin bir kısmı Kilise olarak kullanıldı.
Başka dinlere ve o dinlerin müntesiplerine davranmada ne kadar güzel bir örnek.
Bu saygı hep devam etti.
Müslüman ordular, Kudüs’ün kapısına geldiğinde, Hristiyan din adamları kitaplarındaki bir bilgiye dayanarak Hz. Ömer gelirse şehrin anahtarlarını teslim edeceklerini söyler.
Hz. Ömer, kabul eder ve yola çıkar. Patrik ve vali tarafından karşılanır. Oradaki halka “canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, kutsal eşyalara dokunulmayacağına, kiliselerin yıkılmayacağına ve kısmen dahi olsa işgal edilmeyeceğine” teminat verir.
Daha sonra Hz Ömer’e Kudüs’ü gezdirirler. Sepulchre Kilisesi’ni gezerken namaz vakti gelir. Hz. Ömer namaz için izin ister. Patrik “Buyrun, burası da Tanrı’nın evidir. Dini vecibelerinizi burada yerine getirebilirsiniz.”der.
Hz. Ömer: “Benim için mahsuru yok ama burada namaz kılarsam, ileride ‘Halife Ömer burada namaz kılmıştır’ diye İsa efendimizin kutsal mekânını camiye çevirirler. Buna müsaade edemem.” der. Ve dışarıda kılar.
Ve Kudüs’ten ayrılırken Hıristiyanlarca kutsal bilinen yerlerde yine Hıristiyanların ibadet etmesini, buna karşılık Müslümanlar için de bir ibadethane yapılması için emir verir.
Emevi halifelerinden Ömer b. Abdulaziz, râşit halifelerden biri gibi kabul edilir. Hz. Ömer’in torunudur. Meşhur süte su katma hikayesinde geçen ve sonradan Hz. Ömer’in gelini olacak kadının oğludur. Yaşayışıyla Hz. Ömer’e çok benzer. O sebeple de 2. Ömer diye anılır. Emevi halifelerinin kullandığı Saray’da ikamet etmeyi kabul etmez. Eski mütevazi evinde yaşar.
İlk yaptığı iş, bir istişare heyeti kurmak olur. Zâlim vali ve memurları görevden alır. Hilafet makamına tahsis edilen atları hazineye iade eder. Kendi şahsi atını kullanır. Asla hediye kabul etmez.
Ömer bin Abdülaziz’in yaptığı bir başka önemli şey daha vardır: Kendinden önceki Emevi Halifeleri tarafından el konulmuş, Hristiyan ve Musevilere ait kilise ve sinagogları eski sahiplerine geri verir. Bu toplumsal bütünlük için çok önemli bir adım olur. Böylece üç yıl içinde geniş bir coğrafyada herkesin gönlünü kazanır. Yezit’lerin Mervan’ların perişan ettiği bir coğrafyaya can suyu olur, barış getirir.
Fatih’in, İstanbul’un fethi sonrası Ayasofya’yı camiye çevirmesinin hikmeti neydi bilmiyoruz. O günün siyasi sebepleri nelerdi? Bunlar ayrı bir tartışma konusu.
Bugüne gelecek olursak Ayasofya’yı camiye çevirme zaten utanç verici bir siyasi istismar.
Niyet Allah rızası değil. Halkın gönlünü kazanma da değil.
Sadece bir “Oy ütme” hamlesi.
Peki işe yarar mı?
Sanmam.
Halk AKP sayesinde dinden uzaklaştı ve soğudu.
Kutsal değerler tüketildi.
İstismara müsait siyasi İslamcı kesimlerin bile Ayasofya’nin camiye çevrilmesini pek umursayacağını sanmıyorum.
Kaynak: Tr724
”Bugüne gelecek olursak Ayasofya’yı camiye çevirme zaten utanç verici bir siyasi istismar.
Niyet Allah rızası değil. Halkın gönlünü kazanma da değil. Sadece bir “Oy ütme” hamlesi.”
Ayasofya’yı cami yapıp da mı saklasak yoksa…
Ayasofya, siyasi aktörlerin istismar etmekten utanmadığı ve sıkılmadığı mağdur ve mazlum bir mabet.
Bahçeli cumaları hiç kaçırmadığı için(!) “Ayasofya Camisi ibadete mutlaka açılmalıdır.” diyor.
Devam ediyor: “Oradan çan sesi değil, ezan sesi yükselecektir.”
Koca koca adamlar daha Ayasofya’nın ne olduğunu bilmiyor.
Oysa orada 567 yıldır çan çalmıyor. Ayrıca kenarında küçük bir bölümde namaz kılınır, ibadet edilir.
Rahmetli Süleyman Demirel’in unutulmaz bir anekdotu vardır. Yunanistan’la Ege konusunda sıkıntılar yaşanmaktadır. Kabine uzun saatler toplantı yapar. Toplantı bittiğinde dışarıda merakla bekleyen gazeteciler sorar:
“Sayın Başbakan, Yunanistan Ege Denizi’nin bir Yunan gölü olduğunu iddia ediyor. Cevabınız ne olacak?”
Efsanevi cevap şudur:
“Ege bir Türk gölü değildir. Ege bir Yunan gölü de değildir. Binaenaleyh Ege zaten bir göl de değildir!”
Benzer bir durum. Ortada ne cami ne de kilise var. Ayasofya 85 yıldır müze.
Bir işin doğallığı “arz ve talep”le ölçülür.
Ortada bir ihtiyaç yok.
Yüz metre ötedeki Sultan Ahmet camii cumada zor doluyor.
Ortada bir mümin patlaması yok. Bilakis AKP istismarlarıyla insanlar dinden soğudu. Deizm ve ateizm patladı. Cemaat hızla azalıyor. Kimsenin Ayasofya diye bir derdi yok.
KUTSALLARI ÖĞÜTME MAKİNASI
Ama bu yeni bir refleks değil.
Hükümet her sıkıştığında dini sembolleri istismar eder.
Ekonomi çöktüğünde türbana sarılır.
Yolsuzluk ve hırsızlık ortaya çıkınca takkeyle namaza durur.
Rüşvette suçüstü olunca aşir okumaya başlar.
Durum daha vahimse “Filistin” ve “Gazze” der…
AKP, tam bir kutsalları öğütme makinasıdır.
Ve şimdi ağzına Ayasofya’yı alıyorsa demek ki işler iyice sarpa sardı.
SİYASET MAĞDURU BİR MABET: AYASOFYA
Öncelikle dini bir mekânı tartışıyorsak dini kaynakları referans almak zorundayız.
Allah Resûlü (sav) ibadet edenlere ve ibadet mahallerine karşı insanları daima uyarmıştır. Bu hassasiyet savaş zamanı bile sürer. Ordusunu savaşa gönderirken verdiği şu emir fevkalade önemlidir:
“Yaşlılara, kadınlara, çocuklara, kendisini ibadet ü tâate vermiş ruhbanlara ve mabetlere ilişmeyiniz! Ağaçları yakmayınız! Hayvanlara dokunmayınız! Ve servetleri heder etmeyiniz.” (Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned; Ebû Davud)
Bu hadiste ibadet edenlere, ruhbanlara dokunmama önemli bir emirdir.
Hemen arkasından “mabet”lere dokunmama emri gelir.
Necranlı Hristiyanlar, altmış kişilik bir heyetle Medine’ye gelmişti. Müslümanlık hakkında, özellikle de İslâm nazarında Hazreti İsa ve Hazreti Meryem konularında Mescid-i Nebevi’de Allah Resulü ile uzun müzakereler yaptılar. İbadet saatleri geldiğinden mescidin bir kenarında ibadet etmek istediler. Sahabeden bazıları bunu engellemeye kalktığında Efendimiz (sav) onlara engel oldu. Ve Necranlı Hristiyanlar, Medine’de kaldıkları süre içerisinde başlarındaki piskopos ile mescidin doğu tarafına yönelerek rahat bir şekilde ibadetlerini yaptılar.
Yani Mescid-i Nebevi’nin bir kısmı Kilise olarak kullanıldı.
Başka dinlere ve o dinlerin müntesiplerine davranmada ne kadar güzel bir örnek.
Bu saygı hep devam etti.
Müslüman ordular, Kudüs’ün kapısına geldiğinde, Hristiyan din adamları kitaplarındaki bir bilgiye dayanarak Hz. Ömer gelirse şehrin anahtarlarını teslim edeceklerini söyler.
Hz. Ömer, kabul eder ve yola çıkar. Patrik ve vali tarafından karşılanır. Oradaki halka “canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, kutsal eşyalara dokunulmayacağına, kiliselerin yıkılmayacağına ve kısmen dahi olsa işgal edilmeyeceğine” teminat verir.
Daha sonra Hz Ömer’e Kudüs’ü gezdirirler. Sepulchre Kilisesi’ni gezerken namaz vakti gelir. Hz. Ömer namaz için izin ister. Patrik “Buyrun, burası da Tanrı’nın evidir. Dini vecibelerinizi burada yerine getirebilirsiniz.”der.
Hz. Ömer: “Benim için mahsuru yok ama burada namaz kılarsam, ileride ‘Halife Ömer burada namaz kılmıştır’ diye İsa efendimizin kutsal mekânını camiye çevirirler. Buna müsaade edemem.” der. Ve dışarıda kılar.
Ve Kudüs’ten ayrılırken Hıristiyanlarca kutsal bilinen yerlerde yine Hıristiyanların ibadet etmesini, buna karşılık Müslümanlar için de bir ibadethane yapılması için emir verir.
Emevi halifelerinden Ömer b. Abdulaziz, râşit halifelerden biri gibi kabul edilir. Hz. Ömer’in torunudur. Meşhur süte su katma hikayesinde geçen ve sonradan Hz. Ömer’in gelini olacak kadının oğludur. Yaşayışıyla Hz. Ömer’e çok benzer. O sebeple de 2. Ömer diye anılır. Emevi halifelerinin kullandığı Saray’da ikamet etmeyi kabul etmez. Eski mütevazi evinde yaşar.
İlk yaptığı iş, bir istişare heyeti kurmak olur. Zâlim vali ve memurları görevden alır. Hilafet makamına tahsis edilen atları hazineye iade eder. Kendi şahsi atını kullanır. Asla hediye kabul etmez.
Ömer bin Abdülaziz’in yaptığı bir başka önemli şey daha vardır: Kendinden önceki Emevi Halifeleri tarafından el konulmuş, Hristiyan ve Musevilere ait kilise ve sinagogları eski sahiplerine geri verir. Bu toplumsal bütünlük için çok önemli bir adım olur. Böylece üç yıl içinde geniş bir coğrafyada herkesin gönlünü kazanır. Yezit’lerin Mervan’ların perişan ettiği bir coğrafyaya can suyu olur, barış getirir.
Fatih’in, İstanbul’un fethi sonrası Ayasofya’yı camiye çevirmesinin hikmeti neydi bilmiyoruz. O günün siyasi sebepleri nelerdi? Bunlar ayrı bir tartışma konusu.
Bugüne gelecek olursak Ayasofya’yı camiye çevirme zaten utanç verici bir siyasi istismar.
Niyet Allah rızası değil. Halkın gönlünü kazanma da değil.
Sadece bir “Oy ütme” hamlesi.
Peki işe yarar mı?
Sanmam.
Halk AKP sayesinde dinden uzaklaştı ve soğudu.
Kutsal değerler tüketildi.
İstismara müsait siyasi İslamcı kesimlerin bile Ayasofya’nin camiye çevrilmesini pek umursayacağını sanmıyorum.
Kaynak: Tr724