Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, başkanlık anayasası için 16 Nisan’da yapılacak referandumla ilgili olarak “Referandum sonucu ne çıkarsa çıksın, Türkiye’nin bir erken seçime doğru gittiğini de görmek gerek” iddiasını ileri sürdü.
Hafızası zayıf bir toplum olduğumuz söylenir hep. Çok yanlış bir tespit de sayılmaz bu.Zaten “Hafıza–i beşer, nisyan ile maluldür” (İnsan hafızasının eksikliği unutkanlıktır) sözünün bu ülkede sıkça hatırlanmasının nedeni de budur.
Ama bir de “Beşer şaşar, arşiv yanılmaz” diye bir söz var.
7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından yapılan analizleri kaçımız hatırlıyor?
Hafızalarımızı tazeleyelim: O seçimde, AKP’nin tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edememiş olmasının nedenlerinden biri de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın meydanlara çıkıp başkanlık sistemi için 400 milletvekili istemesiydi.
Seçimden sonra yapılan araştırmalar göstermişti ki Erdoğan’ın kampanyasının yoğunluğu ve başkanlık sistemi talebi, AKP seçmeni nezdinde bir tür tepki de yaratmıştı.
7 Haziran seçiminin tekrarı olarak yapılan 1 Kasım seçimleri öncesinde de AKP kampanyasının bu eksenden uzaklaştığını, istikrara yoğunlaştığını da hatırlayalım.
Aradan geçen 1.5 yıl sonra şimdi 16 Nisan’da bu kez konusu “başkanlık sistemi” olan bir referandum yapacağız.
Cumhurbaşkanı, arkasına devletin olanaklarını da alarak güçlü ve sert bir “evet” kampanyası yürütüyor.
Bu propaganda bombardımanının henüz ikna etmeyi başaramadığı yaklaşık 5 milyon kararsız seçmen olduğu ve bunların önemli bölümünün AKP ve MHP seçmeni olduğu da araştırmaların ortaya koyduğu bir gerçek.
Tarafsız araştırmalara göre, kesinlikle “evet” diyeceğini açıklayanlar, kesinlikle “hayır” diyeceklerini söyleyenlerin bir hayli gerisinde.
Yani, seçmeni “evet” demeye ikna etmek, “hayır” demeye ikna etmekten daha zor.
Bir bölüm AKP seçmeni, bir erken genel seçim olursa yine AKP’ye oy vereceğini söylüyor ama başkanlık konusunda da tereddütlerini muhafaza ediyor.
Bunun nedenlerini, 7 Haziran seçimi sonuçları ile ilgili analizlerde bulmak mümkün.
Ve başkanlık sistemi konusunda tereddütleri olan seçmeni ikna etmek de o kadar kolay bir iş değil.
Bu, “Meydanlar Recep Tayyip Erdoğan’ı özledi, o sahaya çıkınca tablo değişir” diye düşünenlerin yanılıyor olabileceğine de işaret ediyor.
Erdoğan, belki meydanlara çıkmadı ama her gün bir yerde uzun konuşmalar yapıyor, bu konuşmalar önce canlı, sonra da haber olarak defalarca halkın üzerine adeta boca ediliyor.
Bunca gürültüye rağmen hâlâ ikna olmamış seçmenlerin, 7 Haziran’da da ikna edemediği seçmenler olduğunu düşünmek için çok neden var.
Sonucu peşinen belli bir referandum olmayacak, artık orası kesin gibi.
GÜÇLER AYRILIĞI YOKSA DEMOKRASİ DE YOK
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı Prof. Dr. Şükrü Karatepe’nin, “sorularla yeni anayasa” konulu bir çalışma yaptığını Vahap Munyar’ın Hürriyet’teki yazısından öğrendim.
Prof. Dr. Karatepe, Türkiye ekonomisinin dünyaya açık ve farklı sektörlerde rekabet gücü olduğunu işaret ederek “Böyle bir ekonomide, diktatörlüğe zemin oluşturacak bir eğilimin oluşmasının mümkün olmadığını” söylüyor.
Dünyaya açık ve rekabet gücü olan, buna karşılık demokrasi oldukları söylenemeyecek Rusya, Çin gibi ülkelerin varlığını bir kenara bırakalım.
Referanduma gidecek olan başkanlık sisteminin en temel sorunu, bir kişiye, hesap sorulamaz yetkilerin veriliyor olması.
Yargıyı tek başına şekillendirme gücü var. Partisinin genel başkanı olarak Meclis çoğunluğunu bizzat tayin etme olanağı da var. Yürütme gücü ise neredeyse sınırsız, olağanüstü hal ilan ettiği zaman kişisel özgürlükleri bile askıya alabilecek kararnameler çıkarma yetkisini haiz. Yardımcılarını, bakanlarını tek başına seçiyor, onay mekanizması yok, bu seçtiklerinin Meclis’e hesap verebilmeleri söz konusu değil.
Kısacası, bu sistemde güçler ayrılığı yok, gücün bir tek elde toplanması ve merkezileşmesi sorunu var.
Onun için Cumhurbaşkanı seçilecek kişinin, kişisel iradesinden bağımsız olarak bu sistem, önünde sonunda bir otokrat yaratır.
Dünyanın en demokrat insanını bile bulup seçsek, bu yetkiler ile “bozulur”, bir otokrata dönüşür.
Sisteme yönelik eleştirinin temeli budur.
Denge ve fren mekanizmaları olmayan bir sistemde, gücün bir tek elde toplanması, o kişi serbest seçimlerle işbaşına gelse bile, demokrasinin sonu demektir.
ERKEN SEÇİM KAÇINILMAZ
REFERANDUM sonucu ne çıkarsa çıksın, Türkiye’nin bir erken seçime doğru gittiğini de görmek gerek.
Eğer “hayır” çıkarsa, bunun en önemli siyasi sonucu zaten iktidarın güven tazelemek için bir erken seçime gitmesi olur. Bütün gücüyle “evet” denmesine yüklenen bir hükümetin, böyle bir yük ile varlığını sürdürmesinin zorluklarını görmek gerek.
Öte yandan iktidarın istediği gibi referandumdan “evet” sonucu çıkarsa, o zaman bir sorunun yanıtının verilmesi gerekecek:
Madem bu değişiklik Türkiye’nin geleceği için bu kadar önemliydi, o zaman uygulanması için neden iki buçuk yıl daha beklemek gerekiyor?
Çünkü, “evet” kampanyasının gerisindeki fikir, bu sistemle Türkiye’nin önündeki zincirlerin kırılacağı, ekonominin uçacağı, Türkiye’yi çökertmek isteyen üst aklın bu sayede bertaraf edileceği.
Bu durumda, Türkiye, iki buçuk yıl daha zincirlerine bağlı mı kalacak? Üst aklın iki buçuk yıl daha Türkiye’ye oyunlar oynaması mı seyredilecek?
Hükümet, Devlet Bahçeli’ye bu değişikliğin uygulanması için iki buçuk yıl bekleme sözünü vermişti.
Bahçeli, bu sözün tutulması için nasıl bir garanti aldı acaba?
Öyle görünüyor ki referandum aslında yeni bir seçim sürecinin ilk aşaması olacak.
Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, başkanlık anayasası için 16 Nisan’da yapılacak referandumla ilgili olarak “Referandum sonucu ne çıkarsa çıksın, Türkiye’nin bir erken seçime doğru gittiğini de görmek gerek” iddiasını ileri sürdü.
Hafızası zayıf bir toplum olduğumuz söylenir hep. Çok yanlış bir tespit de sayılmaz bu.Zaten “Hafıza–i beşer, nisyan ile maluldür” (İnsan hafızasının eksikliği unutkanlıktır) sözünün bu ülkede sıkça hatırlanmasının nedeni de budur.
Ama bir de “Beşer şaşar, arşiv yanılmaz” diye bir söz var.
7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından yapılan analizleri kaçımız hatırlıyor?
Hafızalarımızı tazeleyelim: O seçimde, AKP’nin tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edememiş olmasının nedenlerinden biri de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın meydanlara çıkıp başkanlık sistemi için 400 milletvekili istemesiydi.
Seçimden sonra yapılan araştırmalar göstermişti ki Erdoğan’ın kampanyasının yoğunluğu ve başkanlık sistemi talebi, AKP seçmeni nezdinde bir tür tepki de yaratmıştı.
7 Haziran seçiminin tekrarı olarak yapılan 1 Kasım seçimleri öncesinde de AKP kampanyasının bu eksenden uzaklaştığını, istikrara yoğunlaştığını da hatırlayalım.
Aradan geçen 1.5 yıl sonra şimdi 16 Nisan’da bu kez konusu “başkanlık sistemi” olan bir referandum yapacağız.
Cumhurbaşkanı, arkasına devletin olanaklarını da alarak güçlü ve sert bir “evet” kampanyası yürütüyor.
Bu propaganda bombardımanının henüz ikna etmeyi başaramadığı yaklaşık 5 milyon kararsız seçmen olduğu ve bunların önemli bölümünün AKP ve MHP seçmeni olduğu da araştırmaların ortaya koyduğu bir gerçek.
Tarafsız araştırmalara göre, kesinlikle “evet” diyeceğini açıklayanlar, kesinlikle “hayır” diyeceklerini söyleyenlerin bir hayli gerisinde.
Yani, seçmeni “evet” demeye ikna etmek, “hayır” demeye ikna etmekten daha zor.
Bir bölüm AKP seçmeni, bir erken genel seçim olursa yine AKP’ye oy vereceğini söylüyor ama başkanlık konusunda da tereddütlerini muhafaza ediyor.
Bunun nedenlerini, 7 Haziran seçimi sonuçları ile ilgili analizlerde bulmak mümkün.
Ve başkanlık sistemi konusunda tereddütleri olan seçmeni ikna etmek de o kadar kolay bir iş değil.
Bu, “Meydanlar Recep Tayyip Erdoğan’ı özledi, o sahaya çıkınca tablo değişir” diye düşünenlerin yanılıyor olabileceğine de işaret ediyor.
Erdoğan, belki meydanlara çıkmadı ama her gün bir yerde uzun konuşmalar yapıyor, bu konuşmalar önce canlı, sonra da haber olarak defalarca halkın üzerine adeta boca ediliyor.
Bunca gürültüye rağmen hâlâ ikna olmamış seçmenlerin, 7 Haziran’da da ikna edemediği seçmenler olduğunu düşünmek için çok neden var.
Sonucu peşinen belli bir referandum olmayacak, artık orası kesin gibi.
GÜÇLER AYRILIĞI YOKSA DEMOKRASİ DE YOK
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı Prof. Dr. Şükrü Karatepe’nin, “sorularla yeni anayasa” konulu bir çalışma yaptığını Vahap Munyar’ın Hürriyet’teki yazısından öğrendim.
Prof. Dr. Karatepe, Türkiye ekonomisinin dünyaya açık ve farklı sektörlerde rekabet gücü olduğunu işaret ederek “Böyle bir ekonomide, diktatörlüğe zemin oluşturacak bir eğilimin oluşmasının mümkün olmadığını” söylüyor.
Dünyaya açık ve rekabet gücü olan, buna karşılık demokrasi oldukları söylenemeyecek Rusya, Çin gibi ülkelerin varlığını bir kenara bırakalım.
Referanduma gidecek olan başkanlık sisteminin en temel sorunu, bir kişiye, hesap sorulamaz yetkilerin veriliyor olması.
Yargıyı tek başına şekillendirme gücü var. Partisinin genel başkanı olarak Meclis çoğunluğunu bizzat tayin etme olanağı da var. Yürütme gücü ise neredeyse sınırsız, olağanüstü hal ilan ettiği zaman kişisel özgürlükleri bile askıya alabilecek kararnameler çıkarma yetkisini haiz. Yardımcılarını, bakanlarını tek başına seçiyor, onay mekanizması yok, bu seçtiklerinin Meclis’e hesap verebilmeleri söz konusu değil.
Kısacası, bu sistemde güçler ayrılığı yok, gücün bir tek elde toplanması ve merkezileşmesi sorunu var.
Onun için Cumhurbaşkanı seçilecek kişinin, kişisel iradesinden bağımsız olarak bu sistem, önünde sonunda bir otokrat yaratır.
Dünyanın en demokrat insanını bile bulup seçsek, bu yetkiler ile “bozulur”, bir otokrata dönüşür.
Sisteme yönelik eleştirinin temeli budur.
Denge ve fren mekanizmaları olmayan bir sistemde, gücün bir tek elde toplanması, o kişi serbest seçimlerle işbaşına gelse bile, demokrasinin sonu demektir.
ERKEN SEÇİM KAÇINILMAZ
REFERANDUM sonucu ne çıkarsa çıksın, Türkiye’nin bir erken seçime doğru gittiğini de görmek gerek.
Eğer “hayır” çıkarsa, bunun en önemli siyasi sonucu zaten iktidarın güven tazelemek için bir erken seçime gitmesi olur. Bütün gücüyle “evet” denmesine yüklenen bir hükümetin, böyle bir yük ile varlığını sürdürmesinin zorluklarını görmek gerek.
Öte yandan iktidarın istediği gibi referandumdan “evet” sonucu çıkarsa, o zaman bir sorunun yanıtının verilmesi gerekecek:
Madem bu değişiklik Türkiye’nin geleceği için bu kadar önemliydi, o zaman uygulanması için neden iki buçuk yıl daha beklemek gerekiyor?
Çünkü, “evet” kampanyasının gerisindeki fikir, bu sistemle Türkiye’nin önündeki zincirlerin kırılacağı, ekonominin uçacağı, Türkiye’yi çökertmek isteyen üst aklın bu sayede bertaraf edileceği.
Bu durumda, Türkiye, iki buçuk yıl daha zincirlerine bağlı mı kalacak? Üst aklın iki buçuk yıl daha Türkiye’ye oyunlar oynaması mı seyredilecek?
Hükümet, Devlet Bahçeli’ye bu değişikliğin uygulanması için iki buçuk yıl bekleme sözünü vermişti.
Bahçeli, bu sözün tutulması için nasıl bir garanti aldı acaba?
Öyle görünüyor ki referandum aslında yeni bir seçim sürecinin ilk aşaması olacak.
Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, başkanlık anayasası için 16 Nisan’da yapılacak referandumla ilgili olarak “Referandum sonucu ne çıkarsa çıksın, Türkiye’nin bir erken seçime doğru gittiğini de görmek gerek” iddiasını ileri sürdü.
Hafızası zayıf bir toplum olduğumuz söylenir hep. Çok yanlış bir tespit de sayılmaz bu.Zaten “Hafıza–i beşer, nisyan ile maluldür” (İnsan hafızasının eksikliği unutkanlıktır) sözünün bu ülkede sıkça hatırlanmasının nedeni de budur.
Ama bir de “Beşer şaşar, arşiv yanılmaz” diye bir söz var.
7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından yapılan analizleri kaçımız hatırlıyor?
Hafızalarımızı tazeleyelim: O seçimde, AKP’nin tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edememiş olmasının nedenlerinden biri de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın meydanlara çıkıp başkanlık sistemi için 400 milletvekili istemesiydi.
Seçimden sonra yapılan araştırmalar göstermişti ki Erdoğan’ın kampanyasının yoğunluğu ve başkanlık sistemi talebi, AKP seçmeni nezdinde bir tür tepki de yaratmıştı.
7 Haziran seçiminin tekrarı olarak yapılan 1 Kasım seçimleri öncesinde de AKP kampanyasının bu eksenden uzaklaştığını, istikrara yoğunlaştığını da hatırlayalım.
Aradan geçen 1.5 yıl sonra şimdi 16 Nisan’da bu kez konusu “başkanlık sistemi” olan bir referandum yapacağız.
Cumhurbaşkanı, arkasına devletin olanaklarını da alarak güçlü ve sert bir “evet” kampanyası yürütüyor.
Bu propaganda bombardımanının henüz ikna etmeyi başaramadığı yaklaşık 5 milyon kararsız seçmen olduğu ve bunların önemli bölümünün AKP ve MHP seçmeni olduğu da araştırmaların ortaya koyduğu bir gerçek.
Tarafsız araştırmalara göre, kesinlikle “evet” diyeceğini açıklayanlar, kesinlikle “hayır” diyeceklerini söyleyenlerin bir hayli gerisinde.
Yani, seçmeni “evet” demeye ikna etmek, “hayır” demeye ikna etmekten daha zor.
Bir bölüm AKP seçmeni, bir erken genel seçim olursa yine AKP’ye oy vereceğini söylüyor ama başkanlık konusunda da tereddütlerini muhafaza ediyor.
Bunun nedenlerini, 7 Haziran seçimi sonuçları ile ilgili analizlerde bulmak mümkün.
Ve başkanlık sistemi konusunda tereddütleri olan seçmeni ikna etmek de o kadar kolay bir iş değil.
Bu, “Meydanlar Recep Tayyip Erdoğan’ı özledi, o sahaya çıkınca tablo değişir” diye düşünenlerin yanılıyor olabileceğine de işaret ediyor.
Erdoğan, belki meydanlara çıkmadı ama her gün bir yerde uzun konuşmalar yapıyor, bu konuşmalar önce canlı, sonra da haber olarak defalarca halkın üzerine adeta boca ediliyor.
Bunca gürültüye rağmen hâlâ ikna olmamış seçmenlerin, 7 Haziran’da da ikna edemediği seçmenler olduğunu düşünmek için çok neden var.
Sonucu peşinen belli bir referandum olmayacak, artık orası kesin gibi.
GÜÇLER AYRILIĞI YOKSA DEMOKRASİ DE YOK
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı Prof. Dr. Şükrü Karatepe’nin, “sorularla yeni anayasa” konulu bir çalışma yaptığını Vahap Munyar’ın Hürriyet’teki yazısından öğrendim.
Prof. Dr. Karatepe, Türkiye ekonomisinin dünyaya açık ve farklı sektörlerde rekabet gücü olduğunu işaret ederek “Böyle bir ekonomide, diktatörlüğe zemin oluşturacak bir eğilimin oluşmasının mümkün olmadığını” söylüyor.
Dünyaya açık ve rekabet gücü olan, buna karşılık demokrasi oldukları söylenemeyecek Rusya, Çin gibi ülkelerin varlığını bir kenara bırakalım.
Referanduma gidecek olan başkanlık sisteminin en temel sorunu, bir kişiye, hesap sorulamaz yetkilerin veriliyor olması.
Yargıyı tek başına şekillendirme gücü var. Partisinin genel başkanı olarak Meclis çoğunluğunu bizzat tayin etme olanağı da var. Yürütme gücü ise neredeyse sınırsız, olağanüstü hal ilan ettiği zaman kişisel özgürlükleri bile askıya alabilecek kararnameler çıkarma yetkisini haiz. Yardımcılarını, bakanlarını tek başına seçiyor, onay mekanizması yok, bu seçtiklerinin Meclis’e hesap verebilmeleri söz konusu değil.
Kısacası, bu sistemde güçler ayrılığı yok, gücün bir tek elde toplanması ve merkezileşmesi sorunu var.
Onun için Cumhurbaşkanı seçilecek kişinin, kişisel iradesinden bağımsız olarak bu sistem, önünde sonunda bir otokrat yaratır.
Dünyanın en demokrat insanını bile bulup seçsek, bu yetkiler ile “bozulur”, bir otokrata dönüşür.
Sisteme yönelik eleştirinin temeli budur.
Denge ve fren mekanizmaları olmayan bir sistemde, gücün bir tek elde toplanması, o kişi serbest seçimlerle işbaşına gelse bile, demokrasinin sonu demektir.
ERKEN SEÇİM KAÇINILMAZ
REFERANDUM sonucu ne çıkarsa çıksın, Türkiye’nin bir erken seçime doğru gittiğini de görmek gerek.
Eğer “hayır” çıkarsa, bunun en önemli siyasi sonucu zaten iktidarın güven tazelemek için bir erken seçime gitmesi olur. Bütün gücüyle “evet” denmesine yüklenen bir hükümetin, böyle bir yük ile varlığını sürdürmesinin zorluklarını görmek gerek.
Öte yandan iktidarın istediği gibi referandumdan “evet” sonucu çıkarsa, o zaman bir sorunun yanıtının verilmesi gerekecek:
Madem bu değişiklik Türkiye’nin geleceği için bu kadar önemliydi, o zaman uygulanması için neden iki buçuk yıl daha beklemek gerekiyor?
Çünkü, “evet” kampanyasının gerisindeki fikir, bu sistemle Türkiye’nin önündeki zincirlerin kırılacağı, ekonominin uçacağı, Türkiye’yi çökertmek isteyen üst aklın bu sayede bertaraf edileceği.
Bu durumda, Türkiye, iki buçuk yıl daha zincirlerine bağlı mı kalacak? Üst aklın iki buçuk yıl daha Türkiye’ye oyunlar oynaması mı seyredilecek?
Hükümet, Devlet Bahçeli’ye bu değişikliğin uygulanması için iki buçuk yıl bekleme sözünü vermişti.
Bahçeli, bu sözün tutulması için nasıl bir garanti aldı acaba?
Öyle görünüyor ki referandum aslında yeni bir seçim sürecinin ilk aşaması olacak.
Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, başkanlık anayasası için 16 Nisan’da yapılacak referandumla ilgili olarak “Referandum sonucu ne çıkarsa çıksın, Türkiye’nin bir erken seçime doğru gittiğini de görmek gerek” iddiasını ileri sürdü.
Hafızası zayıf bir toplum olduğumuz söylenir hep. Çok yanlış bir tespit de sayılmaz bu.Zaten “Hafıza–i beşer, nisyan ile maluldür” (İnsan hafızasının eksikliği unutkanlıktır) sözünün bu ülkede sıkça hatırlanmasının nedeni de budur.
Ama bir de “Beşer şaşar, arşiv yanılmaz” diye bir söz var.
7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından yapılan analizleri kaçımız hatırlıyor?
Hafızalarımızı tazeleyelim: O seçimde, AKP’nin tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edememiş olmasının nedenlerinden biri de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın meydanlara çıkıp başkanlık sistemi için 400 milletvekili istemesiydi.
Seçimden sonra yapılan araştırmalar göstermişti ki Erdoğan’ın kampanyasının yoğunluğu ve başkanlık sistemi talebi, AKP seçmeni nezdinde bir tür tepki de yaratmıştı.
7 Haziran seçiminin tekrarı olarak yapılan 1 Kasım seçimleri öncesinde de AKP kampanyasının bu eksenden uzaklaştığını, istikrara yoğunlaştığını da hatırlayalım.
Aradan geçen 1.5 yıl sonra şimdi 16 Nisan’da bu kez konusu “başkanlık sistemi” olan bir referandum yapacağız.
Cumhurbaşkanı, arkasına devletin olanaklarını da alarak güçlü ve sert bir “evet” kampanyası yürütüyor.
Bu propaganda bombardımanının henüz ikna etmeyi başaramadığı yaklaşık 5 milyon kararsız seçmen olduğu ve bunların önemli bölümünün AKP ve MHP seçmeni olduğu da araştırmaların ortaya koyduğu bir gerçek.
Tarafsız araştırmalara göre, kesinlikle “evet” diyeceğini açıklayanlar, kesinlikle “hayır” diyeceklerini söyleyenlerin bir hayli gerisinde.
Yani, seçmeni “evet” demeye ikna etmek, “hayır” demeye ikna etmekten daha zor.
Bir bölüm AKP seçmeni, bir erken genel seçim olursa yine AKP’ye oy vereceğini söylüyor ama başkanlık konusunda da tereddütlerini muhafaza ediyor.
Bunun nedenlerini, 7 Haziran seçimi sonuçları ile ilgili analizlerde bulmak mümkün.
Ve başkanlık sistemi konusunda tereddütleri olan seçmeni ikna etmek de o kadar kolay bir iş değil.
Bu, “Meydanlar Recep Tayyip Erdoğan’ı özledi, o sahaya çıkınca tablo değişir” diye düşünenlerin yanılıyor olabileceğine de işaret ediyor.
Erdoğan, belki meydanlara çıkmadı ama her gün bir yerde uzun konuşmalar yapıyor, bu konuşmalar önce canlı, sonra da haber olarak defalarca halkın üzerine adeta boca ediliyor.
Bunca gürültüye rağmen hâlâ ikna olmamış seçmenlerin, 7 Haziran’da da ikna edemediği seçmenler olduğunu düşünmek için çok neden var.
Sonucu peşinen belli bir referandum olmayacak, artık orası kesin gibi.
GÜÇLER AYRILIĞI YOKSA DEMOKRASİ DE YOK
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanı Prof. Dr. Şükrü Karatepe’nin, “sorularla yeni anayasa” konulu bir çalışma yaptığını Vahap Munyar’ın Hürriyet’teki yazısından öğrendim.
Prof. Dr. Karatepe, Türkiye ekonomisinin dünyaya açık ve farklı sektörlerde rekabet gücü olduğunu işaret ederek “Böyle bir ekonomide, diktatörlüğe zemin oluşturacak bir eğilimin oluşmasının mümkün olmadığını” söylüyor.
Dünyaya açık ve rekabet gücü olan, buna karşılık demokrasi oldukları söylenemeyecek Rusya, Çin gibi ülkelerin varlığını bir kenara bırakalım.
Referanduma gidecek olan başkanlık sisteminin en temel sorunu, bir kişiye, hesap sorulamaz yetkilerin veriliyor olması.
Yargıyı tek başına şekillendirme gücü var. Partisinin genel başkanı olarak Meclis çoğunluğunu bizzat tayin etme olanağı da var. Yürütme gücü ise neredeyse sınırsız, olağanüstü hal ilan ettiği zaman kişisel özgürlükleri bile askıya alabilecek kararnameler çıkarma yetkisini haiz. Yardımcılarını, bakanlarını tek başına seçiyor, onay mekanizması yok, bu seçtiklerinin Meclis’e hesap verebilmeleri söz konusu değil.
Kısacası, bu sistemde güçler ayrılığı yok, gücün bir tek elde toplanması ve merkezileşmesi sorunu var.
Onun için Cumhurbaşkanı seçilecek kişinin, kişisel iradesinden bağımsız olarak bu sistem, önünde sonunda bir otokrat yaratır.
Dünyanın en demokrat insanını bile bulup seçsek, bu yetkiler ile “bozulur”, bir otokrata dönüşür.
Sisteme yönelik eleştirinin temeli budur.
Denge ve fren mekanizmaları olmayan bir sistemde, gücün bir tek elde toplanması, o kişi serbest seçimlerle işbaşına gelse bile, demokrasinin sonu demektir.
ERKEN SEÇİM KAÇINILMAZ
REFERANDUM sonucu ne çıkarsa çıksın, Türkiye’nin bir erken seçime doğru gittiğini de görmek gerek.
Eğer “hayır” çıkarsa, bunun en önemli siyasi sonucu zaten iktidarın güven tazelemek için bir erken seçime gitmesi olur. Bütün gücüyle “evet” denmesine yüklenen bir hükümetin, böyle bir yük ile varlığını sürdürmesinin zorluklarını görmek gerek.
Öte yandan iktidarın istediği gibi referandumdan “evet” sonucu çıkarsa, o zaman bir sorunun yanıtının verilmesi gerekecek:
Madem bu değişiklik Türkiye’nin geleceği için bu kadar önemliydi, o zaman uygulanması için neden iki buçuk yıl daha beklemek gerekiyor?
Çünkü, “evet” kampanyasının gerisindeki fikir, bu sistemle Türkiye’nin önündeki zincirlerin kırılacağı, ekonominin uçacağı, Türkiye’yi çökertmek isteyen üst aklın bu sayede bertaraf edileceği.
Bu durumda, Türkiye, iki buçuk yıl daha zincirlerine bağlı mı kalacak? Üst aklın iki buçuk yıl daha Türkiye’ye oyunlar oynaması mı seyredilecek?
Hükümet, Devlet Bahçeli’ye bu değişikliğin uygulanması için iki buçuk yıl bekleme sözünü vermişti.
Bahçeli, bu sözün tutulması için nasıl bir garanti aldı acaba?
Öyle görünüyor ki referandum aslında yeni bir seçim sürecinin ilk aşaması olacak.