“Yurt dışında düzenini kurmuş birinin Türkiye’ye dönmesi, hem de ByLock gibi bir iğneli fıçıya düşmeyi kabullenmesi için gerçekten ikna edici sebepler gerekiyor.”
“ByLock’un lisans sahibi David Keynes’in haziran ayında geldiği İstanbul’da tutuklandığı ortaya çıktı.” Anadolu Ajansı haberi bu başlıkla duyurdu. Düşünsenize Sudan’dan kaçırılan kimsenin tanımadığı öğretmen ya da işadamı için büyük törenler düzenlendi ama ByLock’un sahibinin haberi 1,5 ay sonra bu üslupla veriliyor. 300 binden fazla insanın soruşturma geçirmesi ve doksan bininin mahkum olmasına gerekçe yapılan iletişim uygulamasından söz ediyoruz. Amiyane tabirle boru değil.
Haberi ilk okuduğumda “Adam nihayet emeline ulaştı” dedim. Zira 15 Temmuz’dan sonra hem TBMM Araştırma Komisyonu Başkanı Reşat Petek hem de İstanbul’da bu davalara bakan Başsavcıvekili İsmail Uçar’a bizzat ulaşıp bilgi vermek istemişti. Ne hikmetse çaycıyı çorbacıyı dinleyen komisyon da, lohusa kadınlardan terörist çıkarmaya çabalayan savcılık da ilgilenmemişti. Daha önemlisi Keynes, 15 Temmuz’da Türkiye’deymiş. 12 Haziran’da gelmiş, 7 Ağustos’ta elini kolunu sallayarak Atatürk Havalimanından çıkış yapıp gitmiş. Mayıs 2016’da ByLock’la ilgili dosyayı tamamlayıp yetkilileri bilgilendirdiğini açıklayan MİT uyumuş. Belki de uyuyor numarası yapmış. Tam beş yıl adamın ifadesini almak üzere hiçbir adım atılmamış. Hakkındaki yakalama kararı bile 17 Aralık 2020’de çıkarılmış. Sonunda ihtiyaç hasıl olmuş olacak adamla irtibata geçilip Türkiye’ye gelmesi istenmiş. Zamanlama manidar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, bu konudaki başvurular mağdurlar lehine sonuçlanmaya başlayınca görmezden geldikleri Keynes’e muhtaç olmuşlar.
Programın kendisi gibi sahibi hakkında da ilginç ve çelişkili bilgiler var. Asıl ismi Alpaslan Demir, 2002’de ABD’ye yerleşiyor ve vatandaşlık hakkı kazanınca ismini David Keynes olarak değiştiriyor. Yurt dışında düzenini kurmuş birinin Türkiye’ye dönmesi, hem de ByLock gibi bir iğneli fıçıya düşmeyi kabullenmesi için gerçekten ikna edici sebepler gerekiyor. Mağdurların ABD mahkemelerinde açacağı tazminat davaları bir sebep olabilir. Evinin önünü tuzlamadın diye düşüp sakatlanana tazminat ödediğin bir ülkede haklı bir endişe. Üstüne bonkör Erdoğan rejiminden alacaklarını koyarsanız, göze alınabilecek bir macera sayılabilir.
ByLock uygulaması, 15 Temmuz’dan sonra Erdoğan’ın Erke Dönergeci gibi çalıştı. Nerede ve nasıl üretildiği bilinmeyen listelere girdiğinizde hayatınız karardı. Hukuk devletinde tersi olması gerekirken yüzbinlerce insan suçsuzluğunu ispat yükümlülüğüne tabi tutuldu. Hasbelkader oradan yırtsan, “ByLock’lu telefonu olanla iletişim kurmak” denilen ucube karşına dikildi. Gazeteci Kadri Gürsel örneğinde olduğu üzere pek çok kişi bununla suçlandı.
Kullanmadığını ispat edenler bile sonuç alamadı. Mesela şike davalarında görev alan polis şefi Soner Koç, Düzce’de bulunduğunu delillendirdiği saatlerde İstanbul’da ByLock’a girmekle suçlandı. Binbaşı Hacer Çaylak, hem kendi yaşadıkları hem de tanık olduklarıyla bu istismarı anlatıyor. Bekir Bozdağ gibi üst düzey AKP’lilerle ilgili şahitlikler de uygulamanın yaygın kullanımını gösteriyor. Zaten resmi rakamlara göre 600 bine yakın kullanıcı programı indirmiş.
Yandaş medya defalarca “ByLock’a hatasız sorgu güncellemesi” diye haber yaptı. “ByLock listelerinde adı bulunanların soruşturma sürecindeki itirazları ve KOM Daire Başkanlığı’nın veri tabanında yaptığı sorgulamalarda hatalar çıkması üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ve MİT harekete geçti. MİT, ByLock’u kullananların isim listelerinin yer aldığı veritabanını güncelleyerek yeni bir ekran oluşturdu ve hataları giderdi” diye yazdılar. “Hatasız ekran” müjdesi aslında hukuksuzluğun ifşasıydı. “MİT’ten gelen listelerde ismi olduğu halde, itiraz üzerine yapılan ikinci güncel incelemede ByLock kullandığı tespit edilemeyen bazı kişiler olduğu belirlendi.” Bir boyacı küpü var istediklerini ona batırıp terörist haline getiriyorlar, aksini ispatlayana pardon dahi demiyorlar. Mekanizma bu kadar basit.
AİHM uygulamayı yüklemenin suç olamayacağına hükmetti. Erdoğan’ın muhaberat rejiminin paniği bu yüzden. Ancak AA üzerinden servis edilen haberler suçlamalara cevap değil tam tersine mağdurlara dayanak olacak cinsten. Mesela bugüne kadar hep Gülen Cemaatine özel bir program tezi işlendi. Şimdi “Apple market (App Store) ve Google markete (Google Play) şüphelinin kimlik ve mail bilgileri kullanılarak yüklendiği” itiraf ediliyor.
Haberler ve iddianamedeki diğer bir çelişki de şu: Keynes, Ankara’da üniversite okurken okulunu bitiremiyor ve bundan Cemaati sorumlu tutuyor. Cumhuriyet Gazetesine gidip Cemaat aleyhine yazılarıyla bilinen Hikmet Çetinkaya ile görüşüyor. Çetinkaya da anlatılanları köşesine aktarıyor. Keynes’e göre kendi imkanlarıyla, gizli tanık ifadesine göre Cemaat tarafından yurt dışına çıkarılıyor. Ama her hâlükârda yurt dışında da verilen sözlerin tutulmadığını düşünerek Cemaat’ten kopuyor. Cemaat o kadar aptal ki gizli haberleşme için kullanacağı uygulamanın bütün inisiyatifini bu kişiye veriyor.
Benzer bir absürtlüğü 15 Temmuz’da MİT’e giden ihbarcı binbaşıda yaşamıştık. Meclis Komisyonu ve mahkemelerden kaçırılan ihbarcı, sadece bir kez bilgi sahibi kişi olarak Başsavcı Harun Kodalak’a konuşmuştu. Kendisinin 3 yıl önce Cemaat’ten koptuğunu, “Siz hizmet değil istihbarat örgütüsünüz, kime hizmet ediyorsunuz?” diye rest çektiğini öne sürmüştü. Ama gelin görün ki Cemaat güya MİT’i basıp Hakan Fidan’ı kaçıracak helikopteri onun kullanmasını istemiş. Böylesine kritik bir görev, cemaate hain gözüyle bakan bir Cemaat kaçkınına verilmiş!
Görevlendirmenin absürtlüğü ve senaryoya oturmayışını ihbarcı binbaşı da fark etmiş, şöyle düzeltmeye çalışmıştı: “Ben Sikorsky helikopter kullanıyorum. Ankara içerisinde bu helikopteri kullanan 100’e yakın pilot vardır. Beni bu önemli görev için niye seçtiler onu bir türlü anlamış değilim. Kendilerinden olduklarını düşündüğüm personelin bir kısmını çağırmamışlar. Kendilerinden olanları sakladıkları için göreve çağırmadıklarını düşünüyorum.”