Analiz / Doç. Dr. Osman TEK
Halford Mackinder, 1904’te ortaya koyduğu Heartland Teorisi’nde şunu söylemişti: “Kim Doğu Avrupa’ya hükmederse, Kalpgâh’a (Avrasya’nın iç bölgelerine) hâkim olur; Kalpgâh’a hâkim olan Dünya Adası’na, Dünya Adası’na hâkim olan ise dünyaya hükmeder.” Mackinder’a göre Avrasya’nın iç bölgesi—yani Heartland—askerî, ekonomik ve ideolojik gücün merkezidir. Bugün bu kavram yalnızca Orta Asya’yı değil, İran, Irak, Suriye ve Lübnan gibi jeopolitik olarak kritik kara parçalarını da kapsayacak biçimde yeniden yorumlanıyor. İran’ın bu bölgedeki Şii Hilali söylemi bağlamında etkisini artırma çabası veya güvenliğini sağlama gayreti tam da Mackinder’ın tarif ettiği şekilde bir “kalpgâh” hattı inşa etme girişimi olarak okunabilirken, ABD ve İsrail’in bu hattı Arz-ı Mev’ud (Nil’den Fırat’a) hayali ile parçalama stratejisi ise Heartland’a karşı yeni bir karşı hamle olarak karşımıza çıkıyor.
Ortadoğu, artık ne sadece bir petrol havzası ne de sıradan bir çatışma coğrafyasıdır. Burası, dünya siyaseti için yeni bir “kalpgâh” — yani Heartland — olmuştur. Üstelik bu kalpgâh, sadece kara gücüyle değil, mezhep kimlikleri ve tarihî korkularla örülmüştür.
“İran’ın ‘Şii Hilali’ olarak inşa etmeye çalıştığı jeopolitik kuşak, Tahran’dan Beyrut’a uzanan bir ideolojik kara koridoru olarak kurgulansa da, bugün bu hat ABD ve İsrail’in müdahaleleriyle büyük ölçüde parçalanmış; etkisi bütüncül bir yayılmadan çok dağınık ve direnç temelli bir tahakküme dönüşmüştür.”. Ancak bu yayılmanın karşısında bir başka hayal, belki de çok daha eski ve tehlikeli bir mit duruyor: Arz-ı Mev’ûd.
İran’ın Heartland içinde bir tür “mezhep imparatorluğu” kurduğu iddiası, ABD ve özellikle İsrail’in dikkatini yıllardır bu hatta çevirmiş durumda. İran, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de Şii unsurlar üzerinden yürüttüğü politikaları sadece yayılmacı değil, tarihî bir kuşatılmışlığın doğal refleksi olarak tanımlıyor. İsrail ise bu kuşağı, kendi güvenliğine yönelmiş bir ölüm çemberi olarak okuyor.
Son dönemde işler daha da karmaşıklaştı. İsrail’in 2025 Haziran’ında İran topraklarına doğrudan saldırması, artık vekil savaşların değil, merkezlerin doğrudan hedef alındığı bir evreye geçildiğini gösterdi. Bu, sadece bir askeri operasyon değil; mezhep temelli kalpgâh stratejisine karşı ideolojik ve fiziksel bir darbedir. Peki neden şimdi?
Cevap, hem Heartland Teorisi’nde hem de “Arz-ı Mev’ûd” hayalinde gizli. Halford Mackinder’ın 20. yüzyıl başında geliştirdiği Heartland Teorisi, kara hâkimiyetini küresel egemenliğin anahtarı olarak görür. Bu bağlamda İran’ın kara üzerinden kurduğu mezhep eksenli etki, Avrasya’nın güneyinde stratejik bir tahkimat gibi yükselmiştir. Öte yandan İsrail için “Arz-ı Mev’ûd” yalnızca teolojik bir vaat değil, politik bir coğrafya kurgusudur. Bu tahayyül, Nil’den Fırat’a kadar uzanan bir kontrol alanını içermektedir. İran’ın Heartland kuşağıyla bu tahayyül çakışmakta; çatışma kaçınılmaz hale gelmektedir.
İsrail’in kuşatma doktrini ve ABD’nin vekil aktörler üzerinden yürüttüğü “denge” politikası, aslında aynı büyük hedefin parçalarıdır: İran’ı kuşatmak, dizginlemek ve gerekirse doğrudan darbelemek. Ama burada dikkat çekici olan şu: Mezhepler artık sadece inanç sistemi değil; sadakat, nüfuz ve sınır çizim aracıdır.
Bugün Heartland, Suriye’deki bir hava üssü, Yemen’deki bir dağ geçidi, Irak’taki bir seçim sandığı kadar Lübnan’daki Hizbullah posteriyle de tanımlanıyor. İran’ın bu hattı hem ideolojik hem güvenlik gerekçeleriyle ördüğü açık. Ancak İsrail’in, bölgesel aktörlerle kurduğu yeni İbrahim Anlaşmaları üzerinden, “çevre kuşak” (rimland) stratejisini hayata geçirmesi, İran’ın kara eksenli hamlesine denizci bir yanıt niteliğinde.
Bu noktada sorulması gereken şu: Mezhebi kimlikler üzerinden yürütülen bu jeopolitik savaşta kim “mazlum”, kim “zalim”? İran mı kuşatılıyor, yoksa Arz-ı Mev’ûd’un önündeki engeller mi temizleniyor? Ya da belki de her iki taraf, birbirinin korkularını gerekçeye çevirerek bölgeyi yeni bir Soğuk Savaş sahasına dönüştürüyor.
Unutulmamalı ki bu savaşın kurbanı ne Şiilik ne Sünnilik… Kurbanı; Haritada çizilen her sınırda bir yakını ölen, her füzeyle sarsılan bir evi kaybeden, her ideolojik harp arasında ezilen halklardır.
İran’ın mezhepsel kalpgâhı ile İsrail’in Arz-ı Mev’ûd hayali arasında sıkışmış bir Ortadoğu var karşımızda. Ve artık mesele sadece kimlik değil, coğrafyayı kim inşa edecek meselesidir.
Ortadoğu, bir kez daha, ideolojilerle değil; haritalarla dizayn edilmeye çalışılıyor.
Vekil Savaşlardan Devlet Merkezlerine Geçiş – Dış Politika Notları (1)