Analiz / Doç. Dr. Osman TEK
“İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı…” der Orhan Veli. Şiir duyarlılığının ve inceliğin bir ifadesidir bu. Ben de Mustafa Öztürk’ü dinliyorum; ama gözlerim kapalı değil, kulaklarım açık, zihnim de tetikte. Zira dinlediğim, bir şiir değil. Bir fikir adamının tutarlı ve derinlikli söylemleri değil. Daha çok içi boş, çelişkilerle örülü, kendi geçmişiyle yüzleşmemiş bir martaval.
Son günlerde kamuoyunda tartışılan “meal yakma” hadisesi üzerinden konuşan Öztürk, devletin bu tür uygulamalarına karşı serzenişte bulunuyor. Kitap yakmanın Orta Çağ Engizisyonu’na ait bir yöntem olduğunu, İslam medeniyetinin böyle bir karanlığa yer vermediğini söylüyor. Doğrudur. Kitap yakmak düşünceye karşı bir saldırıdır; evrensel olarak da kınanması gereken bir barbarlıktır.
Ancak insanın aklına şu soru geliyor:
“Bu duyarlılık neden şimdi?”
Daha birkaç yıl öncesine kadar, Mustafa Öztürk aynı devletin farklı kadrolarında fikir ve ilim adına söz sahibi değil miydi? Üstelik bugün eleştirdiği zihniyetin bilgi kaynaklarını fişleyen, belirli isimler ve eserler hakkında sakıncalı raporlar hazırlayan komisyonlarda aktif görev almıştı. Televizyon kanallarını gezerek bazı İslami söylemleri “gerici”, bazı alimleri “halkı kandıran menkıbeciler” olarak yaftalayan yine kendisiydi.
Bugün dönüp o raporların ve ekran konuşmalarının açtığı yollara baktığımızda, “sakıncalı” görülen birçok eser ve yazarın artık kütüphanelerde yer bulamadığını, bazı düşüncelerin susturulduğunu, kimi kitapların resmi kurumlarda yasaklandığını görüyoruz. Yani yangının ilk kıvılcımını çakanlar arasında Öztürk’ün de bulunduğu gerçeği, artık gizlenemez.
Bugün, o kıvılcımın alevi kendi fikirlerinin kitaplarını yalayınca feryat figan eden bir Mustafa Öztürk görüyoruz.
Oysa halk arasında şöyle derler:
“Başkaları ateşe atılırken odun taşıyanlar, sıra kendisine gelince bağırmamalı.”
Ya da daha özlü şekliyle:
“O gün yediğin hurmalar, bugün seni tırmalıyor.”
Elbette herkes hata yapabilir, ama esas olan hatalarla yüzleşme ve samimi bir pişmanlıkla dönüş iradesi gösterebilmektir. Bugün Öztürk’ün söyleminde ne bir özeleştiri, ne de bir yüzleşme var. Oysa geçmişte, iktidarın çok kullanışlı “maymuncuğu” gibi çalışanlar, şimdi “mağdur” perdesiyle sahneye çıkınca, toplumun vicdanı ister istemez rahatsız oluyor.
Eleştiri meşrudur. Ama eleştiri, geçmişte yapılanlara karşı bir yüzleşme ile birleşmediği sürece, samimiyet testi veremez.
Mustafa Öztürk, bugün yakılmasına karşı çıktığı fikirlerin yarın yeniden filizlenmesini istiyorsa, önce o fikirlerin geçmişte nasıl budandığına dair kendi rolünü açıkça ortaya koymalı.