Farklı toplum kesimlerinin ‘Mehmet Baransu düşmanlığı’nda birleşmelerinin nedenlerini yazan Ahval’den Uğur Güney Subaşı, Baransu için, “O ‘denileni’ değil, bedeli ne olursa olsun ‘gerekeni’ yapan gerçek bir gazeteci” dedi.
Subaşı’nın ‘Bavulcu!‘ başlıklı yazısı şöyle;
“FETÖ’cü… FETÖ’nün bavulcusu… Hain, sahteci, bozguncu, Fenerbahçe düşmanı… Vatan millet düşmanı ve tabii bu suçlamaların olmazsa olmazı Türk Silahlı Kuvvetleri düşmanı!.
Genellikle takipçi sayısı 10’nu bile aşmayan Kediboku23, This is CAK ya da Ponçiyak gibi abuk sabuk nicklerle oluşturulmuş “fake” hesapların arkasına saklanmış bir takım karanlık tiplerin özellikle de Mehmet Baransu’nun kıymetli eşi Nesibe Baransu ve vefakar kardeşi Ahmet Baransu’nun sosyal medya hesaplarının altında sinsice mesken tutarak Mehmet Baransu hakkında ne vakit müspet bir paylaşım yapılsa…
Söz konusu o paylaşımı ya da paylaşımları artık kendileriyle özdeşleşmiş hale gelen “kolektif utanmazlıklarıyla” o arkasına saklandıkları ergen hesaplar üzerinden sık sık trollerken kullandıkları palavrası bol cümlelerin en revaçta olanlarını yazdım yukarıda.
Biliyorsunuz Mehmet Baransu, tıpkı kendisi gibi siyasi tutsak olan Selahattin Demirtaş, kısa bir süre de olsa o tutsaklığı yaşamış Can Dündar ya da bir zamanlar kendisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmış olan Ahmet Altan gibi bu memleketin kahir ekseriyetinin kendisiyle hep bir derdi, hep bir alıp veremediği, dolayısıyla da dinmeyen nefretleri olduğu nevi şahsına münhasır bir insan, bir gazeteci ve bir eş.
Misal, aynı zamanda hem solcu hem de varlığını her çeşit emekçi hareketi hukuksuzca yok etmek üzerine kurmuş olan Kemalizme nefer olarak sosyal demokrasinin ve Marksizmin kurucu babalarının mezarlarında ters dönmelerine sebep olan, memleketin akılları bir hayli karışmış sosyal Kemalistlerinin(!) onunla olan bitmeyen dertlerinin altında, Baransu’nun zamanında askeri vesayete karşı savaş açarak tüm militarist tabuları ve korkuları yerle bir eden efsane Taraf’ın bir parçası, hatta en önemli aktörlerinden birisi olması yatmakta.
Tutuklandığında daha Taraf gazetesinin kurulmadığı gerçeğini sürekli olarak görmezden gelerek, bu konudaki tüm uyarılara ısrarla kulaklarını kapatarak hemen hemen her Baransu ya da Ahmet Altan paylaşımının altına Kuddusi Okkır’ın o yürek sızısı fotoğraflarının düşülmesinin…
İntihar edene kadar Yarbay Tatar’ın isminin Taraf gazetenin haberlerinde bir kez bile, evet yanlış okumadınız, bir kez bile geçmemiş olmasına rağmen Baransu’nun ve Taraf’ın hala Yarbay’ın intiharından sorumlu tutulmasının…
Baransu’nun mesleki kariyerinin belki de en önemli haberlerinden birisi olan Kafes Eylem Planı’nın, o tarihlerde Ankara’dan alelacele gelmiş olan Genelkurmay Hukuk Müşaviri Hıfzı Çubuklu eliyle soruşturma kapsamı dışında tutulmaya, imha edilmeye ya da bir şekilde kendilerine teslim edilmesine çalışılmasının, ısrarla ve inatla görmezden gelinmesinin sebeb-i hikmeti işte bu tarihi hesaplaşmadır, uygun olan siyasi konjonktürden de faydalanarak kendisinden ölümüne intikam alma hevesidir.
Yine aynı şekilde, şimdilerde “kaçak yıldız imalatına” girerek sahada kazanamadığı yıldızlarını oyunun kurallarını kendi keyfine göre değiştirmeye çalışarak ve böylelikle de en büyük rakibi olan Galatasaray’la aralarında olan şampiyonluk sayısı farkını “illegal yoldan” da olsa kapatmaya çalışarak kendi taraftarlarını mutlu mesut etmeye ve tabii böylelikle de uzun yıllardır süre gelen sportif başarısızlıklarını onlara unutturmaya çalışan Fenerbahçe kulübünün fanatik taraftarları da, Baransu’nun 3 Temmuz şike sürecinde sırf Galatasaraylı olduğu için kendi takımlarını hırpalayan haberler yaptığına inanarak ondan büyük ama çok büyük bir biçimde nefret etmekteler!
Oysa bu fanatik taraftarların atladıkları ya da anlamadıkları son derece önemli mesleki bir ayrıntı vardır burada:
O da Baransu gibi mesleğine sonsuz saygısı olan ve bu uğurda ömrünün en güzel yıllarını soğuk bir mapushane zindanında sevdiklerine hasret bir şekilde geçirmekten bile asla çekinmeyen, korkmayan böylesine tutkulu bir gazeteci için mesleği söz konusu olduğunda inancının, ideolojisinin, tercihlerinin ve tutkularının hiçbir belirleyici rolü olmayacağı gerçeğidir.
Yani o skandala Galatasaray da karışmış olsaydı eğer, adımın Uğur Güney olduğundan emin olduğum kadar eminim ki Baransu yine o sansasyonel haberleri yapmaktan asla çekinmeyecekti.
O haberleri yapacaktı ve bir Galatasaray taraftarı olmasına rağmen o haberleri yaptığı için de bu sefer Galatasaray camiası tarafından “hain” ilan edilecekti!
Ve gelelim, diğer kesimlerden farklı olarak ondan nefret etmekle kalmayarak bu nefretlerini tarihe geçecek bir hukuksuzluktan yardım alarak yıllara varan esaretle taçlandırmayı başaran(!) günümüzün kindar ve dindar(!) siyasi İslamcılarına ve onların Baransu ile artık tümüyle “kontrol dışı”na çıkan dindirilemeyen nefretlerine…
Yani bir zamanlar söz konusu bu davaların savcılığını üstlenecek kadar bu soruşturmalara iddialı bir biçimde siyasi destek sağlayanlar, ne oldu da, yaptığı cesur haberlerle bu soruşturmaların seyrini doğrudan etkileyen bir gazeteciden, yönetmeye, kontrol etmeye dair her türlü hırslarını hukuksuzca bileylemeye çalıştıkları siyasi bir tutsak yaratmaya kalktılar?
Bu veciz sorunun cevabı o bavullardaki belgelerin öyle iddia edildiği gibi sahte çıkmasında gizli değildir.
Ki öyle bile olsaydı eğer, Mehmet Baransu bu suçlamalarla hiçbir şekilde hapis yatmazdı.
Zira gazetecilerin sicil amirleri okuyucuları olduğundan mütevellit yalan haber basmanın cezası hapsedilmek değil, tiraj, yani okuyucu ya da mesleki saygınlık kaybetmek olurdu, hepsi bu.
Bu veciz sorunun cevabı elbette 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarında gizlidir.
Cari iktidar o günden sonra hukukla, adaletle, vicdanla ve mantıkla zaten çok da sağlam olmayan, içten olmayan bağlarını tümüyle kopardı.
O tarihten öncesini adeta resetleyerek 17-25 sonrası kendisi ile yola devam edenleri (kim olduklarına, zamanında nerede, kimlerle olduklarına bakmaksızın) kamu imkanlarıyla bonkörce palazlandırırken, yani bu tercihleri sebebiyle onları ödüllendirirken; bu yolsuzluğa, bu açık hırsızlığa karşı çıkanları da (kim olduklarına, zamanında nerede, kimlerle olduklarına bakmaksızın) başta adalet mekanizması olmak üzere yine devletin tüm imkanlarını kahredici bir şekilde kullanarak hayasızca cezalandırdı, cezalandırmaya da devam ediyor ne yazık ki.
İşte Mehmet Baransu’nun “kinlerini dinleri” yapmış bu siyasi irade tarafından cezalandırılmasının sebebi Baransu’nun “özgürlüğüne mal olan” bu ahlaki tercihi, seçimi, duruşu olmuştur.
Baransu, günümüzde medyanın köşe başlarını tutmuş kimi omurgasızlar gibi 17/25 sonrası iktidara yakın bir tavır takınsaydı eğer, emin olun ki şu an bu çürümüş medyanın amiral değil, uzay gemisinin kaptan köşkünde büyük maaşlar karşılığında gerine gerine oturuyor olurdu.
Ki mesleki birikimi ve bu mesleğe dair doğuştan gelen kabiliyeti böyle bir pozisyonun hakkını vermeye fazlasıyla yetebilirdi.
Ama o doğru yerde durmak yerine ne olursa olsun “doğrunun yanında” mevzilenmeyi tercih ettiği için yazının girizgahında bazı örneklerini verdiğim o küfür ve hakaretlere maruz kalmak zorunda kaldı.
Bu zor tercihi sebebiyle de meslek hayatından acımasızca dışlandı, yetmedi tutsak edildi, o da kesmedi tutsaklığı geniş kitlelerce yıllarca görmezden gelindi. Ama yine de o vazgeçmedi. İradesine talip olanlara karşı tıpkı Demirtaş, tıpkı Kavala, tıpkı Ahmet Altan gibi asla diz çökmedi, boyun eğmedi. Çünkü o “denileni” değil, bedeli ne olursa olsun “gerekeni” yapan gerçek bir gazeteciydi. Ve son nefesini verene dek hep öyle kalacaktı.
Farklı toplum kesimlerinin ‘Mehmet Baransu düşmanlığı’nda birleşmelerinin nedenlerini yazan Ahval’den Uğur Güney Subaşı, Baransu için, “O ‘denileni’ değil, bedeli ne olursa olsun ‘gerekeni’ yapan gerçek bir gazeteci” dedi.
Subaşı’nın ‘Bavulcu!‘ başlıklı yazısı şöyle;
“FETÖ’cü… FETÖ’nün bavulcusu… Hain, sahteci, bozguncu, Fenerbahçe düşmanı… Vatan millet düşmanı ve tabii bu suçlamaların olmazsa olmazı Türk Silahlı Kuvvetleri düşmanı!.
Genellikle takipçi sayısı 10’nu bile aşmayan Kediboku23, This is CAK ya da Ponçiyak gibi abuk sabuk nicklerle oluşturulmuş “fake” hesapların arkasına saklanmış bir takım karanlık tiplerin özellikle de Mehmet Baransu’nun kıymetli eşi Nesibe Baransu ve vefakar kardeşi Ahmet Baransu’nun sosyal medya hesaplarının altında sinsice mesken tutarak Mehmet Baransu hakkında ne vakit müspet bir paylaşım yapılsa…
Söz konusu o paylaşımı ya da paylaşımları artık kendileriyle özdeşleşmiş hale gelen “kolektif utanmazlıklarıyla” o arkasına saklandıkları ergen hesaplar üzerinden sık sık trollerken kullandıkları palavrası bol cümlelerin en revaçta olanlarını yazdım yukarıda.
Biliyorsunuz Mehmet Baransu, tıpkı kendisi gibi siyasi tutsak olan Selahattin Demirtaş, kısa bir süre de olsa o tutsaklığı yaşamış Can Dündar ya da bir zamanlar kendisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmış olan Ahmet Altan gibi bu memleketin kahir ekseriyetinin kendisiyle hep bir derdi, hep bir alıp veremediği, dolayısıyla da dinmeyen nefretleri olduğu nevi şahsına münhasır bir insan, bir gazeteci ve bir eş.
Misal, aynı zamanda hem solcu hem de varlığını her çeşit emekçi hareketi hukuksuzca yok etmek üzerine kurmuş olan Kemalizme nefer olarak sosyal demokrasinin ve Marksizmin kurucu babalarının mezarlarında ters dönmelerine sebep olan, memleketin akılları bir hayli karışmış sosyal Kemalistlerinin(!) onunla olan bitmeyen dertlerinin altında, Baransu’nun zamanında askeri vesayete karşı savaş açarak tüm militarist tabuları ve korkuları yerle bir eden efsane Taraf’ın bir parçası, hatta en önemli aktörlerinden birisi olması yatmakta.
Tutuklandığında daha Taraf gazetesinin kurulmadığı gerçeğini sürekli olarak görmezden gelerek, bu konudaki tüm uyarılara ısrarla kulaklarını kapatarak hemen hemen her Baransu ya da Ahmet Altan paylaşımının altına Kuddusi Okkır’ın o yürek sızısı fotoğraflarının düşülmesinin…
İntihar edene kadar Yarbay Tatar’ın isminin Taraf gazetenin haberlerinde bir kez bile, evet yanlış okumadınız, bir kez bile geçmemiş olmasına rağmen Baransu’nun ve Taraf’ın hala Yarbay’ın intiharından sorumlu tutulmasının…
Baransu’nun mesleki kariyerinin belki de en önemli haberlerinden birisi olan Kafes Eylem Planı’nın, o tarihlerde Ankara’dan alelacele gelmiş olan Genelkurmay Hukuk Müşaviri Hıfzı Çubuklu eliyle soruşturma kapsamı dışında tutulmaya, imha edilmeye ya da bir şekilde kendilerine teslim edilmesine çalışılmasının, ısrarla ve inatla görmezden gelinmesinin sebeb-i hikmeti işte bu tarihi hesaplaşmadır, uygun olan siyasi konjonktürden de faydalanarak kendisinden ölümüne intikam alma hevesidir.
Yine aynı şekilde, şimdilerde “kaçak yıldız imalatına” girerek sahada kazanamadığı yıldızlarını oyunun kurallarını kendi keyfine göre değiştirmeye çalışarak ve böylelikle de en büyük rakibi olan Galatasaray’la aralarında olan şampiyonluk sayısı farkını “illegal yoldan” da olsa kapatmaya çalışarak kendi taraftarlarını mutlu mesut etmeye ve tabii böylelikle de uzun yıllardır süre gelen sportif başarısızlıklarını onlara unutturmaya çalışan Fenerbahçe kulübünün fanatik taraftarları da, Baransu’nun 3 Temmuz şike sürecinde sırf Galatasaraylı olduğu için kendi takımlarını hırpalayan haberler yaptığına inanarak ondan büyük ama çok büyük bir biçimde nefret etmekteler!
Oysa bu fanatik taraftarların atladıkları ya da anlamadıkları son derece önemli mesleki bir ayrıntı vardır burada:
O da Baransu gibi mesleğine sonsuz saygısı olan ve bu uğurda ömrünün en güzel yıllarını soğuk bir mapushane zindanında sevdiklerine hasret bir şekilde geçirmekten bile asla çekinmeyen, korkmayan böylesine tutkulu bir gazeteci için mesleği söz konusu olduğunda inancının, ideolojisinin, tercihlerinin ve tutkularının hiçbir belirleyici rolü olmayacağı gerçeğidir.
Yani o skandala Galatasaray da karışmış olsaydı eğer, adımın Uğur Güney olduğundan emin olduğum kadar eminim ki Baransu yine o sansasyonel haberleri yapmaktan asla çekinmeyecekti.
O haberleri yapacaktı ve bir Galatasaray taraftarı olmasına rağmen o haberleri yaptığı için de bu sefer Galatasaray camiası tarafından “hain” ilan edilecekti!
Ve gelelim, diğer kesimlerden farklı olarak ondan nefret etmekle kalmayarak bu nefretlerini tarihe geçecek bir hukuksuzluktan yardım alarak yıllara varan esaretle taçlandırmayı başaran(!) günümüzün kindar ve dindar(!) siyasi İslamcılarına ve onların Baransu ile artık tümüyle “kontrol dışı”na çıkan dindirilemeyen nefretlerine…
Yani bir zamanlar söz konusu bu davaların savcılığını üstlenecek kadar bu soruşturmalara iddialı bir biçimde siyasi destek sağlayanlar, ne oldu da, yaptığı cesur haberlerle bu soruşturmaların seyrini doğrudan etkileyen bir gazeteciden, yönetmeye, kontrol etmeye dair her türlü hırslarını hukuksuzca bileylemeye çalıştıkları siyasi bir tutsak yaratmaya kalktılar?
Bu veciz sorunun cevabı o bavullardaki belgelerin öyle iddia edildiği gibi sahte çıkmasında gizli değildir.
Ki öyle bile olsaydı eğer, Mehmet Baransu bu suçlamalarla hiçbir şekilde hapis yatmazdı.
Zira gazetecilerin sicil amirleri okuyucuları olduğundan mütevellit yalan haber basmanın cezası hapsedilmek değil, tiraj, yani okuyucu ya da mesleki saygınlık kaybetmek olurdu, hepsi bu.
Bu veciz sorunun cevabı elbette 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarında gizlidir.
Cari iktidar o günden sonra hukukla, adaletle, vicdanla ve mantıkla zaten çok da sağlam olmayan, içten olmayan bağlarını tümüyle kopardı.
O tarihten öncesini adeta resetleyerek 17-25 sonrası kendisi ile yola devam edenleri (kim olduklarına, zamanında nerede, kimlerle olduklarına bakmaksızın) kamu imkanlarıyla bonkörce palazlandırırken, yani bu tercihleri sebebiyle onları ödüllendirirken; bu yolsuzluğa, bu açık hırsızlığa karşı çıkanları da (kim olduklarına, zamanında nerede, kimlerle olduklarına bakmaksızın) başta adalet mekanizması olmak üzere yine devletin tüm imkanlarını kahredici bir şekilde kullanarak hayasızca cezalandırdı, cezalandırmaya da devam ediyor ne yazık ki.
İşte Mehmet Baransu’nun “kinlerini dinleri” yapmış bu siyasi irade tarafından cezalandırılmasının sebebi Baransu’nun “özgürlüğüne mal olan” bu ahlaki tercihi, seçimi, duruşu olmuştur.
Baransu, günümüzde medyanın köşe başlarını tutmuş kimi omurgasızlar gibi 17/25 sonrası iktidara yakın bir tavır takınsaydı eğer, emin olun ki şu an bu çürümüş medyanın amiral değil, uzay gemisinin kaptan köşkünde büyük maaşlar karşılığında gerine gerine oturuyor olurdu.
Ki mesleki birikimi ve bu mesleğe dair doğuştan gelen kabiliyeti böyle bir pozisyonun hakkını vermeye fazlasıyla yetebilirdi.
Ama o doğru yerde durmak yerine ne olursa olsun “doğrunun yanında” mevzilenmeyi tercih ettiği için yazının girizgahında bazı örneklerini verdiğim o küfür ve hakaretlere maruz kalmak zorunda kaldı.
Bu zor tercihi sebebiyle de meslek hayatından acımasızca dışlandı, yetmedi tutsak edildi, o da kesmedi tutsaklığı geniş kitlelerce yıllarca görmezden gelindi. Ama yine de o vazgeçmedi. İradesine talip olanlara karşı tıpkı Demirtaş, tıpkı Kavala, tıpkı Ahmet Altan gibi asla diz çökmedi, boyun eğmedi. Çünkü o “denileni” değil, bedeli ne olursa olsun “gerekeni” yapan gerçek bir gazeteciydi. Ve son nefesini verene dek hep öyle kalacaktı.
Farklı toplum kesimlerinin ‘Mehmet Baransu düşmanlığı’nda birleşmelerinin nedenlerini yazan Ahval’den Uğur Güney Subaşı, Baransu için, “O ‘denileni’ değil, bedeli ne olursa olsun ‘gerekeni’ yapan gerçek bir gazeteci” dedi.
Subaşı’nın ‘Bavulcu!‘ başlıklı yazısı şöyle;
“FETÖ’cü… FETÖ’nün bavulcusu… Hain, sahteci, bozguncu, Fenerbahçe düşmanı… Vatan millet düşmanı ve tabii bu suçlamaların olmazsa olmazı Türk Silahlı Kuvvetleri düşmanı!.
Genellikle takipçi sayısı 10’nu bile aşmayan Kediboku23, This is CAK ya da Ponçiyak gibi abuk sabuk nicklerle oluşturulmuş “fake” hesapların arkasına saklanmış bir takım karanlık tiplerin özellikle de Mehmet Baransu’nun kıymetli eşi Nesibe Baransu ve vefakar kardeşi Ahmet Baransu’nun sosyal medya hesaplarının altında sinsice mesken tutarak Mehmet Baransu hakkında ne vakit müspet bir paylaşım yapılsa…
Söz konusu o paylaşımı ya da paylaşımları artık kendileriyle özdeşleşmiş hale gelen “kolektif utanmazlıklarıyla” o arkasına saklandıkları ergen hesaplar üzerinden sık sık trollerken kullandıkları palavrası bol cümlelerin en revaçta olanlarını yazdım yukarıda.
Biliyorsunuz Mehmet Baransu, tıpkı kendisi gibi siyasi tutsak olan Selahattin Demirtaş, kısa bir süre de olsa o tutsaklığı yaşamış Can Dündar ya da bir zamanlar kendisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmış olan Ahmet Altan gibi bu memleketin kahir ekseriyetinin kendisiyle hep bir derdi, hep bir alıp veremediği, dolayısıyla da dinmeyen nefretleri olduğu nevi şahsına münhasır bir insan, bir gazeteci ve bir eş.
Misal, aynı zamanda hem solcu hem de varlığını her çeşit emekçi hareketi hukuksuzca yok etmek üzerine kurmuş olan Kemalizme nefer olarak sosyal demokrasinin ve Marksizmin kurucu babalarının mezarlarında ters dönmelerine sebep olan, memleketin akılları bir hayli karışmış sosyal Kemalistlerinin(!) onunla olan bitmeyen dertlerinin altında, Baransu’nun zamanında askeri vesayete karşı savaş açarak tüm militarist tabuları ve korkuları yerle bir eden efsane Taraf’ın bir parçası, hatta en önemli aktörlerinden birisi olması yatmakta.
Tutuklandığında daha Taraf gazetesinin kurulmadığı gerçeğini sürekli olarak görmezden gelerek, bu konudaki tüm uyarılara ısrarla kulaklarını kapatarak hemen hemen her Baransu ya da Ahmet Altan paylaşımının altına Kuddusi Okkır’ın o yürek sızısı fotoğraflarının düşülmesinin…
İntihar edene kadar Yarbay Tatar’ın isminin Taraf gazetenin haberlerinde bir kez bile, evet yanlış okumadınız, bir kez bile geçmemiş olmasına rağmen Baransu’nun ve Taraf’ın hala Yarbay’ın intiharından sorumlu tutulmasının…
Baransu’nun mesleki kariyerinin belki de en önemli haberlerinden birisi olan Kafes Eylem Planı’nın, o tarihlerde Ankara’dan alelacele gelmiş olan Genelkurmay Hukuk Müşaviri Hıfzı Çubuklu eliyle soruşturma kapsamı dışında tutulmaya, imha edilmeye ya da bir şekilde kendilerine teslim edilmesine çalışılmasının, ısrarla ve inatla görmezden gelinmesinin sebeb-i hikmeti işte bu tarihi hesaplaşmadır, uygun olan siyasi konjonktürden de faydalanarak kendisinden ölümüne intikam alma hevesidir.
Yine aynı şekilde, şimdilerde “kaçak yıldız imalatına” girerek sahada kazanamadığı yıldızlarını oyunun kurallarını kendi keyfine göre değiştirmeye çalışarak ve böylelikle de en büyük rakibi olan Galatasaray’la aralarında olan şampiyonluk sayısı farkını “illegal yoldan” da olsa kapatmaya çalışarak kendi taraftarlarını mutlu mesut etmeye ve tabii böylelikle de uzun yıllardır süre gelen sportif başarısızlıklarını onlara unutturmaya çalışan Fenerbahçe kulübünün fanatik taraftarları da, Baransu’nun 3 Temmuz şike sürecinde sırf Galatasaraylı olduğu için kendi takımlarını hırpalayan haberler yaptığına inanarak ondan büyük ama çok büyük bir biçimde nefret etmekteler!
Oysa bu fanatik taraftarların atladıkları ya da anlamadıkları son derece önemli mesleki bir ayrıntı vardır burada:
O da Baransu gibi mesleğine sonsuz saygısı olan ve bu uğurda ömrünün en güzel yıllarını soğuk bir mapushane zindanında sevdiklerine hasret bir şekilde geçirmekten bile asla çekinmeyen, korkmayan böylesine tutkulu bir gazeteci için mesleği söz konusu olduğunda inancının, ideolojisinin, tercihlerinin ve tutkularının hiçbir belirleyici rolü olmayacağı gerçeğidir.
Yani o skandala Galatasaray da karışmış olsaydı eğer, adımın Uğur Güney olduğundan emin olduğum kadar eminim ki Baransu yine o sansasyonel haberleri yapmaktan asla çekinmeyecekti.
O haberleri yapacaktı ve bir Galatasaray taraftarı olmasına rağmen o haberleri yaptığı için de bu sefer Galatasaray camiası tarafından “hain” ilan edilecekti!
Ve gelelim, diğer kesimlerden farklı olarak ondan nefret etmekle kalmayarak bu nefretlerini tarihe geçecek bir hukuksuzluktan yardım alarak yıllara varan esaretle taçlandırmayı başaran(!) günümüzün kindar ve dindar(!) siyasi İslamcılarına ve onların Baransu ile artık tümüyle “kontrol dışı”na çıkan dindirilemeyen nefretlerine…
Yani bir zamanlar söz konusu bu davaların savcılığını üstlenecek kadar bu soruşturmalara iddialı bir biçimde siyasi destek sağlayanlar, ne oldu da, yaptığı cesur haberlerle bu soruşturmaların seyrini doğrudan etkileyen bir gazeteciden, yönetmeye, kontrol etmeye dair her türlü hırslarını hukuksuzca bileylemeye çalıştıkları siyasi bir tutsak yaratmaya kalktılar?
Bu veciz sorunun cevabı o bavullardaki belgelerin öyle iddia edildiği gibi sahte çıkmasında gizli değildir.
Ki öyle bile olsaydı eğer, Mehmet Baransu bu suçlamalarla hiçbir şekilde hapis yatmazdı.
Zira gazetecilerin sicil amirleri okuyucuları olduğundan mütevellit yalan haber basmanın cezası hapsedilmek değil, tiraj, yani okuyucu ya da mesleki saygınlık kaybetmek olurdu, hepsi bu.
Bu veciz sorunun cevabı elbette 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarında gizlidir.
Cari iktidar o günden sonra hukukla, adaletle, vicdanla ve mantıkla zaten çok da sağlam olmayan, içten olmayan bağlarını tümüyle kopardı.
O tarihten öncesini adeta resetleyerek 17-25 sonrası kendisi ile yola devam edenleri (kim olduklarına, zamanında nerede, kimlerle olduklarına bakmaksızın) kamu imkanlarıyla bonkörce palazlandırırken, yani bu tercihleri sebebiyle onları ödüllendirirken; bu yolsuzluğa, bu açık hırsızlığa karşı çıkanları da (kim olduklarına, zamanında nerede, kimlerle olduklarına bakmaksızın) başta adalet mekanizması olmak üzere yine devletin tüm imkanlarını kahredici bir şekilde kullanarak hayasızca cezalandırdı, cezalandırmaya da devam ediyor ne yazık ki.
İşte Mehmet Baransu’nun “kinlerini dinleri” yapmış bu siyasi irade tarafından cezalandırılmasının sebebi Baransu’nun “özgürlüğüne mal olan” bu ahlaki tercihi, seçimi, duruşu olmuştur.
Baransu, günümüzde medyanın köşe başlarını tutmuş kimi omurgasızlar gibi 17/25 sonrası iktidara yakın bir tavır takınsaydı eğer, emin olun ki şu an bu çürümüş medyanın amiral değil, uzay gemisinin kaptan köşkünde büyük maaşlar karşılığında gerine gerine oturuyor olurdu.
Ki mesleki birikimi ve bu mesleğe dair doğuştan gelen kabiliyeti böyle bir pozisyonun hakkını vermeye fazlasıyla yetebilirdi.
Ama o doğru yerde durmak yerine ne olursa olsun “doğrunun yanında” mevzilenmeyi tercih ettiği için yazının girizgahında bazı örneklerini verdiğim o küfür ve hakaretlere maruz kalmak zorunda kaldı.
Bu zor tercihi sebebiyle de meslek hayatından acımasızca dışlandı, yetmedi tutsak edildi, o da kesmedi tutsaklığı geniş kitlelerce yıllarca görmezden gelindi. Ama yine de o vazgeçmedi. İradesine talip olanlara karşı tıpkı Demirtaş, tıpkı Kavala, tıpkı Ahmet Altan gibi asla diz çökmedi, boyun eğmedi. Çünkü o “denileni” değil, bedeli ne olursa olsun “gerekeni” yapan gerçek bir gazeteciydi. Ve son nefesini verene dek hep öyle kalacaktı.
Farklı toplum kesimlerinin ‘Mehmet Baransu düşmanlığı’nda birleşmelerinin nedenlerini yazan Ahval’den Uğur Güney Subaşı, Baransu için, “O ‘denileni’ değil, bedeli ne olursa olsun ‘gerekeni’ yapan gerçek bir gazeteci” dedi.
Subaşı’nın ‘Bavulcu!‘ başlıklı yazısı şöyle;
“FETÖ’cü… FETÖ’nün bavulcusu… Hain, sahteci, bozguncu, Fenerbahçe düşmanı… Vatan millet düşmanı ve tabii bu suçlamaların olmazsa olmazı Türk Silahlı Kuvvetleri düşmanı!.
Genellikle takipçi sayısı 10’nu bile aşmayan Kediboku23, This is CAK ya da Ponçiyak gibi abuk sabuk nicklerle oluşturulmuş “fake” hesapların arkasına saklanmış bir takım karanlık tiplerin özellikle de Mehmet Baransu’nun kıymetli eşi Nesibe Baransu ve vefakar kardeşi Ahmet Baransu’nun sosyal medya hesaplarının altında sinsice mesken tutarak Mehmet Baransu hakkında ne vakit müspet bir paylaşım yapılsa…
Söz konusu o paylaşımı ya da paylaşımları artık kendileriyle özdeşleşmiş hale gelen “kolektif utanmazlıklarıyla” o arkasına saklandıkları ergen hesaplar üzerinden sık sık trollerken kullandıkları palavrası bol cümlelerin en revaçta olanlarını yazdım yukarıda.
Biliyorsunuz Mehmet Baransu, tıpkı kendisi gibi siyasi tutsak olan Selahattin Demirtaş, kısa bir süre de olsa o tutsaklığı yaşamış Can Dündar ya da bir zamanlar kendisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmış olan Ahmet Altan gibi bu memleketin kahir ekseriyetinin kendisiyle hep bir derdi, hep bir alıp veremediği, dolayısıyla da dinmeyen nefretleri olduğu nevi şahsına münhasır bir insan, bir gazeteci ve bir eş.
Misal, aynı zamanda hem solcu hem de varlığını her çeşit emekçi hareketi hukuksuzca yok etmek üzerine kurmuş olan Kemalizme nefer olarak sosyal demokrasinin ve Marksizmin kurucu babalarının mezarlarında ters dönmelerine sebep olan, memleketin akılları bir hayli karışmış sosyal Kemalistlerinin(!) onunla olan bitmeyen dertlerinin altında, Baransu’nun zamanında askeri vesayete karşı savaş açarak tüm militarist tabuları ve korkuları yerle bir eden efsane Taraf’ın bir parçası, hatta en önemli aktörlerinden birisi olması yatmakta.
Tutuklandığında daha Taraf gazetesinin kurulmadığı gerçeğini sürekli olarak görmezden gelerek, bu konudaki tüm uyarılara ısrarla kulaklarını kapatarak hemen hemen her Baransu ya da Ahmet Altan paylaşımının altına Kuddusi Okkır’ın o yürek sızısı fotoğraflarının düşülmesinin…
İntihar edene kadar Yarbay Tatar’ın isminin Taraf gazetenin haberlerinde bir kez bile, evet yanlış okumadınız, bir kez bile geçmemiş olmasına rağmen Baransu’nun ve Taraf’ın hala Yarbay’ın intiharından sorumlu tutulmasının…
Baransu’nun mesleki kariyerinin belki de en önemli haberlerinden birisi olan Kafes Eylem Planı’nın, o tarihlerde Ankara’dan alelacele gelmiş olan Genelkurmay Hukuk Müşaviri Hıfzı Çubuklu eliyle soruşturma kapsamı dışında tutulmaya, imha edilmeye ya da bir şekilde kendilerine teslim edilmesine çalışılmasının, ısrarla ve inatla görmezden gelinmesinin sebeb-i hikmeti işte bu tarihi hesaplaşmadır, uygun olan siyasi konjonktürden de faydalanarak kendisinden ölümüne intikam alma hevesidir.
Yine aynı şekilde, şimdilerde “kaçak yıldız imalatına” girerek sahada kazanamadığı yıldızlarını oyunun kurallarını kendi keyfine göre değiştirmeye çalışarak ve böylelikle de en büyük rakibi olan Galatasaray’la aralarında olan şampiyonluk sayısı farkını “illegal yoldan” da olsa kapatmaya çalışarak kendi taraftarlarını mutlu mesut etmeye ve tabii böylelikle de uzun yıllardır süre gelen sportif başarısızlıklarını onlara unutturmaya çalışan Fenerbahçe kulübünün fanatik taraftarları da, Baransu’nun 3 Temmuz şike sürecinde sırf Galatasaraylı olduğu için kendi takımlarını hırpalayan haberler yaptığına inanarak ondan büyük ama çok büyük bir biçimde nefret etmekteler!
Oysa bu fanatik taraftarların atladıkları ya da anlamadıkları son derece önemli mesleki bir ayrıntı vardır burada:
O da Baransu gibi mesleğine sonsuz saygısı olan ve bu uğurda ömrünün en güzel yıllarını soğuk bir mapushane zindanında sevdiklerine hasret bir şekilde geçirmekten bile asla çekinmeyen, korkmayan böylesine tutkulu bir gazeteci için mesleği söz konusu olduğunda inancının, ideolojisinin, tercihlerinin ve tutkularının hiçbir belirleyici rolü olmayacağı gerçeğidir.
Yani o skandala Galatasaray da karışmış olsaydı eğer, adımın Uğur Güney olduğundan emin olduğum kadar eminim ki Baransu yine o sansasyonel haberleri yapmaktan asla çekinmeyecekti.
O haberleri yapacaktı ve bir Galatasaray taraftarı olmasına rağmen o haberleri yaptığı için de bu sefer Galatasaray camiası tarafından “hain” ilan edilecekti!
Ve gelelim, diğer kesimlerden farklı olarak ondan nefret etmekle kalmayarak bu nefretlerini tarihe geçecek bir hukuksuzluktan yardım alarak yıllara varan esaretle taçlandırmayı başaran(!) günümüzün kindar ve dindar(!) siyasi İslamcılarına ve onların Baransu ile artık tümüyle “kontrol dışı”na çıkan dindirilemeyen nefretlerine…
Yani bir zamanlar söz konusu bu davaların savcılığını üstlenecek kadar bu soruşturmalara iddialı bir biçimde siyasi destek sağlayanlar, ne oldu da, yaptığı cesur haberlerle bu soruşturmaların seyrini doğrudan etkileyen bir gazeteciden, yönetmeye, kontrol etmeye dair her türlü hırslarını hukuksuzca bileylemeye çalıştıkları siyasi bir tutsak yaratmaya kalktılar?
Bu veciz sorunun cevabı o bavullardaki belgelerin öyle iddia edildiği gibi sahte çıkmasında gizli değildir.
Ki öyle bile olsaydı eğer, Mehmet Baransu bu suçlamalarla hiçbir şekilde hapis yatmazdı.
Zira gazetecilerin sicil amirleri okuyucuları olduğundan mütevellit yalan haber basmanın cezası hapsedilmek değil, tiraj, yani okuyucu ya da mesleki saygınlık kaybetmek olurdu, hepsi bu.
Bu veciz sorunun cevabı elbette 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarında gizlidir.
Cari iktidar o günden sonra hukukla, adaletle, vicdanla ve mantıkla zaten çok da sağlam olmayan, içten olmayan bağlarını tümüyle kopardı.
O tarihten öncesini adeta resetleyerek 17-25 sonrası kendisi ile yola devam edenleri (kim olduklarına, zamanında nerede, kimlerle olduklarına bakmaksızın) kamu imkanlarıyla bonkörce palazlandırırken, yani bu tercihleri sebebiyle onları ödüllendirirken; bu yolsuzluğa, bu açık hırsızlığa karşı çıkanları da (kim olduklarına, zamanında nerede, kimlerle olduklarına bakmaksızın) başta adalet mekanizması olmak üzere yine devletin tüm imkanlarını kahredici bir şekilde kullanarak hayasızca cezalandırdı, cezalandırmaya da devam ediyor ne yazık ki.
İşte Mehmet Baransu’nun “kinlerini dinleri” yapmış bu siyasi irade tarafından cezalandırılmasının sebebi Baransu’nun “özgürlüğüne mal olan” bu ahlaki tercihi, seçimi, duruşu olmuştur.
Baransu, günümüzde medyanın köşe başlarını tutmuş kimi omurgasızlar gibi 17/25 sonrası iktidara yakın bir tavır takınsaydı eğer, emin olun ki şu an bu çürümüş medyanın amiral değil, uzay gemisinin kaptan köşkünde büyük maaşlar karşılığında gerine gerine oturuyor olurdu.
Ki mesleki birikimi ve bu mesleğe dair doğuştan gelen kabiliyeti böyle bir pozisyonun hakkını vermeye fazlasıyla yetebilirdi.
Ama o doğru yerde durmak yerine ne olursa olsun “doğrunun yanında” mevzilenmeyi tercih ettiği için yazının girizgahında bazı örneklerini verdiğim o küfür ve hakaretlere maruz kalmak zorunda kaldı.
Bu zor tercihi sebebiyle de meslek hayatından acımasızca dışlandı, yetmedi tutsak edildi, o da kesmedi tutsaklığı geniş kitlelerce yıllarca görmezden gelindi. Ama yine de o vazgeçmedi. İradesine talip olanlara karşı tıpkı Demirtaş, tıpkı Kavala, tıpkı Ahmet Altan gibi asla diz çökmedi, boyun eğmedi. Çünkü o “denileni” değil, bedeli ne olursa olsun “gerekeni” yapan gerçek bir gazeteciydi. Ve son nefesini verene dek hep öyle kalacaktı.