“Özeleştiri yapabilen ve kendini arındırabilen bireyler ve kurumlar, umutsuz olanlar için tek umuttur.”
Nazi zulmünden kaçan Yahudi kökenli Alman akademisyenler konusunda önemli çalışmaları bulunan Prof. Dr. Martin Vialon, Türkiye’de OHAL kapsamında akademisyenlerin ihraç edilmesini Birgün Gazetesi’ne değerlendirdi.
Vialon’un röportajının çarpıcı bölümlerini sunuyoruz:
-Elbette, bugün Türkiye’deki akademik ihraçlar ile Nazi dönemi arasında yapısal bir paralellik var. Mevcut tarihsel sürecin, AKP hükumetinin 1933’teki Kemalist eğitim reformlarına ve bu reformlar kapsamında o dönem uygulanan, modası geçmiş akademisyenlerin devlet eliyle görevden uzaklaştırılmasına karşı bir intikam olduğunu söyleyebilirim. Bugün uzaklaştırılan ve tutuklanan meslektaşlar, bir “Barış kampanyası” imzaladıkları için zulüm görüyor ya da F..Ö üyesi olmakla suçlanıyor. Ancak, akademisyenlerin absürt ve keyfi olarak görevden alınmalarının, devlet tarafından modernize edilen Darülfünun ile kıyaslanması için hukuki bir dayanağı yoktur. Buna karşılık, Yüksek Öğretim Kurumu buna karşı çıkmalıdır zira akademik personelin refahını sağlamak gibi bir görevi vardır.
-Şu anda uygulanan, akademisyenleri ve okul öğretmenlerini uzaklaştırmalar, eleştirileri engellemek ve AKP politikalarına karşı çıkma potansiyeli olan kişilere bir uyarı vermek için bir gözdağı verme ve caydırma amacını taşımaktadır. Naziler de üniversiteye adını veren, özgürlüğün katledilmesini protesto eden yazar, gazeteci ve komünist Carl von Ossietzky gibi entelektüelleri alıkoymak için aynı stratejiyi kullanmışlardı. Bu bilim insanı, 1936 yılında Nobel Barış Ödülü aldı, Esterwegen toplama kampında işkence gördü ve 1938’de öldü. Bu tarihsel bağlamda, bir diğer düşünür, büyük Blaise Pascal’ın da bize söyleyecekleri var. The Pensées (Düşünceler, 1657)’inin 298 bölümü aklıma geliyor: “Güçsüz adalet faydasız; adaletsiz güç ise tiranlıktır”. Bu sözlerle, Türkiye’deki acil durumun diyalektik bir açıklamasını yapabiliriz.
– Üniversiteler ve okullar, bir toplumun sismografları ve aynalarıdır. Eğer bunlar politik paternalizm ve manipülasyondan dolayı itibar kaybederse, o zaman akademik özgürlük de yok olur. Beyin göçü, zulmün sonuçlarından biridir çünkü entelektüel kafalar ülkelerini terk eder. Bu, pozitif kimlik figürlerinin, artık öğrencileri potansiyel öğretmenler, hocalar ya da toplumun sorumlu üyeleri olarak yetiştiremeyeceğini gösterir. Gelenekler kesintiye uğrar ve disiplinler gündemden kaybolur. Eleştirmeyen vasat karakterler, eski eşsiz ve kayda değer hocaların yerine geçer.
-Şu zaman tablo kesinlikle karanlık. Bir durum, savaş ve şiddet çağı olan Osmanlı döneminin sonlarına doğru adım atıyor gibi görünüyor. Güçler ayrılığı fiili olarak ortadan kaldırılıyor, insan hakları görmezden geliniyor ve anayasal olarak mevcut değil. Müsaade ederseniz size Temmuz 2003’te yayımladığım yazıdan bir alıntı yapayım: “Erdoğan’ın politikası, demokratik reformları yerleştirmeye çalışan bir politika olarak tanımlanabilir ancak ideolojik çıkarımlar ve irticai politikalar eğilimiyle, yani toplumun üstyapısını aydın karşıtı, entelektüel karşıtı ve seküler olmayan bir kapsamın egemenliği ve kontrolü altına alarak; bu da demokrasinin, liberasyonun, özgürlüğün ve insan haklarının AKP’nin Türk parlamentosundaki yeni politik çoğunluğu tarafından adım adım ortadan kaldırılması anlamına gelir.
-AKP, liberal eğitimi yok ediyor ve üstyapıyı modifiye etmenin hesabını yapıyor; ve olay İslami bir gösteriye dönüşüyor. Muhaliflere karşı yapılan cadı avı ve icat edilen suç eylemleri, hukukun açıkça ihlal edildiğini gösteriyor. Bugün ve yakın gelecekte, Türkler kendi yarattıkları bu hasarı sadece kendileri onarabilir. Ama hükümet ile Kürtler arasında bir uzlaşma süreci olmadıkça, Türkiye tekrar ve tekrar daha dibe düşecektir. Özellikle CHP’nin sözde muhalefeti, en temel ödevini yerine getirmeli ve siyaseti etnik ideolojiden ayırmalıdır: Özeleştiri yapabilen ve kendini arındırabilen bireyler ve kurumlar, umutsuz olanlar için tek umuttur.
“Özeleştiri yapabilen ve kendini arındırabilen bireyler ve kurumlar, umutsuz olanlar için tek umuttur.”
Nazi zulmünden kaçan Yahudi kökenli Alman akademisyenler konusunda önemli çalışmaları bulunan Prof. Dr. Martin Vialon, Türkiye’de OHAL kapsamında akademisyenlerin ihraç edilmesini Birgün Gazetesi’ne değerlendirdi.
Vialon’un röportajının çarpıcı bölümlerini sunuyoruz:
-Elbette, bugün Türkiye’deki akademik ihraçlar ile Nazi dönemi arasında yapısal bir paralellik var. Mevcut tarihsel sürecin, AKP hükumetinin 1933’teki Kemalist eğitim reformlarına ve bu reformlar kapsamında o dönem uygulanan, modası geçmiş akademisyenlerin devlet eliyle görevden uzaklaştırılmasına karşı bir intikam olduğunu söyleyebilirim. Bugün uzaklaştırılan ve tutuklanan meslektaşlar, bir “Barış kampanyası” imzaladıkları için zulüm görüyor ya da F..Ö üyesi olmakla suçlanıyor. Ancak, akademisyenlerin absürt ve keyfi olarak görevden alınmalarının, devlet tarafından modernize edilen Darülfünun ile kıyaslanması için hukuki bir dayanağı yoktur. Buna karşılık, Yüksek Öğretim Kurumu buna karşı çıkmalıdır zira akademik personelin refahını sağlamak gibi bir görevi vardır.
-Şu anda uygulanan, akademisyenleri ve okul öğretmenlerini uzaklaştırmalar, eleştirileri engellemek ve AKP politikalarına karşı çıkma potansiyeli olan kişilere bir uyarı vermek için bir gözdağı verme ve caydırma amacını taşımaktadır. Naziler de üniversiteye adını veren, özgürlüğün katledilmesini protesto eden yazar, gazeteci ve komünist Carl von Ossietzky gibi entelektüelleri alıkoymak için aynı stratejiyi kullanmışlardı. Bu bilim insanı, 1936 yılında Nobel Barış Ödülü aldı, Esterwegen toplama kampında işkence gördü ve 1938’de öldü. Bu tarihsel bağlamda, bir diğer düşünür, büyük Blaise Pascal’ın da bize söyleyecekleri var. The Pensées (Düşünceler, 1657)’inin 298 bölümü aklıma geliyor: “Güçsüz adalet faydasız; adaletsiz güç ise tiranlıktır”. Bu sözlerle, Türkiye’deki acil durumun diyalektik bir açıklamasını yapabiliriz.
– Üniversiteler ve okullar, bir toplumun sismografları ve aynalarıdır. Eğer bunlar politik paternalizm ve manipülasyondan dolayı itibar kaybederse, o zaman akademik özgürlük de yok olur. Beyin göçü, zulmün sonuçlarından biridir çünkü entelektüel kafalar ülkelerini terk eder. Bu, pozitif kimlik figürlerinin, artık öğrencileri potansiyel öğretmenler, hocalar ya da toplumun sorumlu üyeleri olarak yetiştiremeyeceğini gösterir. Gelenekler kesintiye uğrar ve disiplinler gündemden kaybolur. Eleştirmeyen vasat karakterler, eski eşsiz ve kayda değer hocaların yerine geçer.
-Şu zaman tablo kesinlikle karanlık. Bir durum, savaş ve şiddet çağı olan Osmanlı döneminin sonlarına doğru adım atıyor gibi görünüyor. Güçler ayrılığı fiili olarak ortadan kaldırılıyor, insan hakları görmezden geliniyor ve anayasal olarak mevcut değil. Müsaade ederseniz size Temmuz 2003’te yayımladığım yazıdan bir alıntı yapayım: “Erdoğan’ın politikası, demokratik reformları yerleştirmeye çalışan bir politika olarak tanımlanabilir ancak ideolojik çıkarımlar ve irticai politikalar eğilimiyle, yani toplumun üstyapısını aydın karşıtı, entelektüel karşıtı ve seküler olmayan bir kapsamın egemenliği ve kontrolü altına alarak; bu da demokrasinin, liberasyonun, özgürlüğün ve insan haklarının AKP’nin Türk parlamentosundaki yeni politik çoğunluğu tarafından adım adım ortadan kaldırılması anlamına gelir.
-AKP, liberal eğitimi yok ediyor ve üstyapıyı modifiye etmenin hesabını yapıyor; ve olay İslami bir gösteriye dönüşüyor. Muhaliflere karşı yapılan cadı avı ve icat edilen suç eylemleri, hukukun açıkça ihlal edildiğini gösteriyor. Bugün ve yakın gelecekte, Türkler kendi yarattıkları bu hasarı sadece kendileri onarabilir. Ama hükümet ile Kürtler arasında bir uzlaşma süreci olmadıkça, Türkiye tekrar ve tekrar daha dibe düşecektir. Özellikle CHP’nin sözde muhalefeti, en temel ödevini yerine getirmeli ve siyaseti etnik ideolojiden ayırmalıdır: Özeleştiri yapabilen ve kendini arındırabilen bireyler ve kurumlar, umutsuz olanlar için tek umuttur.
“Özeleştiri yapabilen ve kendini arındırabilen bireyler ve kurumlar, umutsuz olanlar için tek umuttur.”
Nazi zulmünden kaçan Yahudi kökenli Alman akademisyenler konusunda önemli çalışmaları bulunan Prof. Dr. Martin Vialon, Türkiye’de OHAL kapsamında akademisyenlerin ihraç edilmesini Birgün Gazetesi’ne değerlendirdi.
Vialon’un röportajının çarpıcı bölümlerini sunuyoruz:
-Elbette, bugün Türkiye’deki akademik ihraçlar ile Nazi dönemi arasında yapısal bir paralellik var. Mevcut tarihsel sürecin, AKP hükumetinin 1933’teki Kemalist eğitim reformlarına ve bu reformlar kapsamında o dönem uygulanan, modası geçmiş akademisyenlerin devlet eliyle görevden uzaklaştırılmasına karşı bir intikam olduğunu söyleyebilirim. Bugün uzaklaştırılan ve tutuklanan meslektaşlar, bir “Barış kampanyası” imzaladıkları için zulüm görüyor ya da F..Ö üyesi olmakla suçlanıyor. Ancak, akademisyenlerin absürt ve keyfi olarak görevden alınmalarının, devlet tarafından modernize edilen Darülfünun ile kıyaslanması için hukuki bir dayanağı yoktur. Buna karşılık, Yüksek Öğretim Kurumu buna karşı çıkmalıdır zira akademik personelin refahını sağlamak gibi bir görevi vardır.
-Şu anda uygulanan, akademisyenleri ve okul öğretmenlerini uzaklaştırmalar, eleştirileri engellemek ve AKP politikalarına karşı çıkma potansiyeli olan kişilere bir uyarı vermek için bir gözdağı verme ve caydırma amacını taşımaktadır. Naziler de üniversiteye adını veren, özgürlüğün katledilmesini protesto eden yazar, gazeteci ve komünist Carl von Ossietzky gibi entelektüelleri alıkoymak için aynı stratejiyi kullanmışlardı. Bu bilim insanı, 1936 yılında Nobel Barış Ödülü aldı, Esterwegen toplama kampında işkence gördü ve 1938’de öldü. Bu tarihsel bağlamda, bir diğer düşünür, büyük Blaise Pascal’ın da bize söyleyecekleri var. The Pensées (Düşünceler, 1657)’inin 298 bölümü aklıma geliyor: “Güçsüz adalet faydasız; adaletsiz güç ise tiranlıktır”. Bu sözlerle, Türkiye’deki acil durumun diyalektik bir açıklamasını yapabiliriz.
– Üniversiteler ve okullar, bir toplumun sismografları ve aynalarıdır. Eğer bunlar politik paternalizm ve manipülasyondan dolayı itibar kaybederse, o zaman akademik özgürlük de yok olur. Beyin göçü, zulmün sonuçlarından biridir çünkü entelektüel kafalar ülkelerini terk eder. Bu, pozitif kimlik figürlerinin, artık öğrencileri potansiyel öğretmenler, hocalar ya da toplumun sorumlu üyeleri olarak yetiştiremeyeceğini gösterir. Gelenekler kesintiye uğrar ve disiplinler gündemden kaybolur. Eleştirmeyen vasat karakterler, eski eşsiz ve kayda değer hocaların yerine geçer.
-Şu zaman tablo kesinlikle karanlık. Bir durum, savaş ve şiddet çağı olan Osmanlı döneminin sonlarına doğru adım atıyor gibi görünüyor. Güçler ayrılığı fiili olarak ortadan kaldırılıyor, insan hakları görmezden geliniyor ve anayasal olarak mevcut değil. Müsaade ederseniz size Temmuz 2003’te yayımladığım yazıdan bir alıntı yapayım: “Erdoğan’ın politikası, demokratik reformları yerleştirmeye çalışan bir politika olarak tanımlanabilir ancak ideolojik çıkarımlar ve irticai politikalar eğilimiyle, yani toplumun üstyapısını aydın karşıtı, entelektüel karşıtı ve seküler olmayan bir kapsamın egemenliği ve kontrolü altına alarak; bu da demokrasinin, liberasyonun, özgürlüğün ve insan haklarının AKP’nin Türk parlamentosundaki yeni politik çoğunluğu tarafından adım adım ortadan kaldırılması anlamına gelir.
-AKP, liberal eğitimi yok ediyor ve üstyapıyı modifiye etmenin hesabını yapıyor; ve olay İslami bir gösteriye dönüşüyor. Muhaliflere karşı yapılan cadı avı ve icat edilen suç eylemleri, hukukun açıkça ihlal edildiğini gösteriyor. Bugün ve yakın gelecekte, Türkler kendi yarattıkları bu hasarı sadece kendileri onarabilir. Ama hükümet ile Kürtler arasında bir uzlaşma süreci olmadıkça, Türkiye tekrar ve tekrar daha dibe düşecektir. Özellikle CHP’nin sözde muhalefeti, en temel ödevini yerine getirmeli ve siyaseti etnik ideolojiden ayırmalıdır: Özeleştiri yapabilen ve kendini arındırabilen bireyler ve kurumlar, umutsuz olanlar için tek umuttur.
“Özeleştiri yapabilen ve kendini arındırabilen bireyler ve kurumlar, umutsuz olanlar için tek umuttur.”
Nazi zulmünden kaçan Yahudi kökenli Alman akademisyenler konusunda önemli çalışmaları bulunan Prof. Dr. Martin Vialon, Türkiye’de OHAL kapsamında akademisyenlerin ihraç edilmesini Birgün Gazetesi’ne değerlendirdi.
Vialon’un röportajının çarpıcı bölümlerini sunuyoruz:
-Elbette, bugün Türkiye’deki akademik ihraçlar ile Nazi dönemi arasında yapısal bir paralellik var. Mevcut tarihsel sürecin, AKP hükumetinin 1933’teki Kemalist eğitim reformlarına ve bu reformlar kapsamında o dönem uygulanan, modası geçmiş akademisyenlerin devlet eliyle görevden uzaklaştırılmasına karşı bir intikam olduğunu söyleyebilirim. Bugün uzaklaştırılan ve tutuklanan meslektaşlar, bir “Barış kampanyası” imzaladıkları için zulüm görüyor ya da F..Ö üyesi olmakla suçlanıyor. Ancak, akademisyenlerin absürt ve keyfi olarak görevden alınmalarının, devlet tarafından modernize edilen Darülfünun ile kıyaslanması için hukuki bir dayanağı yoktur. Buna karşılık, Yüksek Öğretim Kurumu buna karşı çıkmalıdır zira akademik personelin refahını sağlamak gibi bir görevi vardır.
-Şu anda uygulanan, akademisyenleri ve okul öğretmenlerini uzaklaştırmalar, eleştirileri engellemek ve AKP politikalarına karşı çıkma potansiyeli olan kişilere bir uyarı vermek için bir gözdağı verme ve caydırma amacını taşımaktadır. Naziler de üniversiteye adını veren, özgürlüğün katledilmesini protesto eden yazar, gazeteci ve komünist Carl von Ossietzky gibi entelektüelleri alıkoymak için aynı stratejiyi kullanmışlardı. Bu bilim insanı, 1936 yılında Nobel Barış Ödülü aldı, Esterwegen toplama kampında işkence gördü ve 1938’de öldü. Bu tarihsel bağlamda, bir diğer düşünür, büyük Blaise Pascal’ın da bize söyleyecekleri var. The Pensées (Düşünceler, 1657)’inin 298 bölümü aklıma geliyor: “Güçsüz adalet faydasız; adaletsiz güç ise tiranlıktır”. Bu sözlerle, Türkiye’deki acil durumun diyalektik bir açıklamasını yapabiliriz.
– Üniversiteler ve okullar, bir toplumun sismografları ve aynalarıdır. Eğer bunlar politik paternalizm ve manipülasyondan dolayı itibar kaybederse, o zaman akademik özgürlük de yok olur. Beyin göçü, zulmün sonuçlarından biridir çünkü entelektüel kafalar ülkelerini terk eder. Bu, pozitif kimlik figürlerinin, artık öğrencileri potansiyel öğretmenler, hocalar ya da toplumun sorumlu üyeleri olarak yetiştiremeyeceğini gösterir. Gelenekler kesintiye uğrar ve disiplinler gündemden kaybolur. Eleştirmeyen vasat karakterler, eski eşsiz ve kayda değer hocaların yerine geçer.
-Şu zaman tablo kesinlikle karanlık. Bir durum, savaş ve şiddet çağı olan Osmanlı döneminin sonlarına doğru adım atıyor gibi görünüyor. Güçler ayrılığı fiili olarak ortadan kaldırılıyor, insan hakları görmezden geliniyor ve anayasal olarak mevcut değil. Müsaade ederseniz size Temmuz 2003’te yayımladığım yazıdan bir alıntı yapayım: “Erdoğan’ın politikası, demokratik reformları yerleştirmeye çalışan bir politika olarak tanımlanabilir ancak ideolojik çıkarımlar ve irticai politikalar eğilimiyle, yani toplumun üstyapısını aydın karşıtı, entelektüel karşıtı ve seküler olmayan bir kapsamın egemenliği ve kontrolü altına alarak; bu da demokrasinin, liberasyonun, özgürlüğün ve insan haklarının AKP’nin Türk parlamentosundaki yeni politik çoğunluğu tarafından adım adım ortadan kaldırılması anlamına gelir.
-AKP, liberal eğitimi yok ediyor ve üstyapıyı modifiye etmenin hesabını yapıyor; ve olay İslami bir gösteriye dönüşüyor. Muhaliflere karşı yapılan cadı avı ve icat edilen suç eylemleri, hukukun açıkça ihlal edildiğini gösteriyor. Bugün ve yakın gelecekte, Türkler kendi yarattıkları bu hasarı sadece kendileri onarabilir. Ama hükümet ile Kürtler arasında bir uzlaşma süreci olmadıkça, Türkiye tekrar ve tekrar daha dibe düşecektir. Özellikle CHP’nin sözde muhalefeti, en temel ödevini yerine getirmeli ve siyaseti etnik ideolojiden ayırmalıdır: Özeleştiri yapabilen ve kendini arındırabilen bireyler ve kurumlar, umutsuz olanlar için tek umuttur.