7 Haziran 2015 genel seçimlerinde HDP’nin beklentilerin üzerinde oy alarak güçlenmesi, AKP’nin tek başına iktidar olma çoğunluğunu yitirmesi sonrası Kürt illerinde geniş çaplı operasyonlar başlatıldı.
Hendek çatışmaları sırasında yüz binden fazla insan yerinden edildi, onlarca sivil yaşamını yitirdi ve bodrum katlarında insanlar hayatlarını kaybetti.
Sokağa çıkma yasakları sırasında yine yüzbinlerce Kürt mağdur oldu.
Terörle mücadele adı altında Kürtleri hedef alan iktidar uygulamalarını eleştiren Duvar yazarı Aydın Selcen, “Diyelim günün birinde tüm Kürtler, tüm Kürt gençler, Diyarbakır’ı, Van’ı, Muğla’sı, Adana’sı, Mersin’i, İstanbul’uyla “Allah bin belasını versin bu PKK’nin” deme raddesine geldi. Ya sonra? Yeteri kadar “stratejik sabır” gösterilir, beklenirse örnekse yüzyıl belki, artık Kürtlerin Kürtlüklerini de unutup, “yahu ne güzel yaşayıp gidiyoruz işte, Allah razı olsun Türkiye Cumhuriyeti devletinden” diyeceği mi umuluyor? Değilse, ne öngörülüyor?” sorusunu sordu.
Avrupa ve ABD’nin, Türkiye’nin PKK ile mücadelesini IŞİD’le mücadele gibi algılamadığını belirten Selcen, Terörle Mücadele Kanunu’ndaki terörizm tanımının AB ülkeleriyle uyumlu olmadığını eski AİHM Yargıcı (e.) Büyükelçi Türmen’in de vurguladığını belirtti ve ekledi:
“İHD Genel Başkanı Türkdoğan ise TMK’nın topyekun kaldırılmasından söz ediyor. Son olarak Batman-Gercüş’te sekiz şehit verilmesi ve diğer terör eylemleri ise barış demenin terör propagandasıyla eşdeğer tutulduğu sessizliğin kesafetini artırıyor.
Oysa tam da böyle zamanlarda söz söylemek gerekiyor. Her ölenin, “bizden” veya “onlardan”, bir ailesi, yakınları olduğunu. Her ölümün fazladan bir ölüm olduğunu. Ölenlerin hepsinin yurttaşlarımız olduğunu. Yaşamanın kutsallığını. Doğru, silahla siyasal hak mücadelesi olmadığını da. Barış Akademisyenleri farklı bir şey söylemiyordu. IMC TV terör propagandası yapmıyordu. Bir yıldan fazladır iddianame bekleyen Kavala, altı milyon oy almış Demirtaş, günahsız Tahir Elçi, demokrasi şehidi Hrant Dink ne diyorlardı, ne yapıyorlardı?
Sözün özü şu: Diyelim günün birinde tüm Kürtler, tüm Kürt gençler, Diyarbakır’ı, Van’ı, Muğla’sı, Adana’sı, Mersin’i, İstanbul’uyla “Allah bin belasını versin bu PKK’nin” deme raddesine geldi. Ya sonra? Yeteri kadar “stratejik sabır” gösterilir, beklenirse örnekse yüzyıl belki, artık Kürtlerin Kürtlüklerini de unutup, “yahu ne güzel yaşayıp gidiyoruz işte, Allah razı olsun Türkiye Cumhuriyeti devletinden” diyeceği mi umuluyor? Değilse, ne öngörülüyor?
Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’a giden bir arkadaşım, kentin değişen çehresini, sönen politik enerjisini aktardıktan sonra, sohbet ettiği gençlerin “ölü taklidi yapıyoruz” dediklerini anlattı.
Şehitler, ölüler, etkisiz hale getirilenler ve ölü taklidi yapanlarla cumhuriyetin geleceği örülebilir mi?”