ANALİZ / Doç. Dr. Osman TEK
Bir şeyi anlamak istiyorsanız, sadece kabuğuna bakmakla yetinemezsiniz. Zira hakikatin özü, her zaman derinliklerde gizlidir. Yüzeyde parlayan taşlar göz kamaştırsa da, o taşların neye hizmet ettiğini anlamadan hüküm vermek çoğu kez aldatıcı olur. Zahir, çok zaman yanıltır; batın ise her zaman sabırla kazılmayı bekler. Üstelik yalnızca zahir değil, batın da eğer kendiyle uyumlu değilse bizi başka bir yanılgıya sürükler. İşte bu yüzden, her olayın katmanlarına inmek gerekir.
Kur’an’da yer alan Fil Suresi, çoğumuzun çocuk yaşta duyduğu meşhur “Ebrehe ve filler” kıssasını anlatır. Ama bu kıssanın zahirini okuyup geçmekle yetinirsek, çok şeyi ıskalamış oluruz. Bu olay, Hz. Peygamber’in doğumundan bir veya iki yıl önce vuku bulmuş tarihsel bir hadisedir. Ebrehe adlı bir komutan (ki muhtemelen Roma İmparatorluğu’nun bölgede nüfuz kurmak için desteklediği bir taşeron figürdür), halkın Kâbe’ye gösterdiği ilginin siyasi ve ekonomik karşılığını fark eder. Kâbe sadece bir ibadet mekânı değil; ticari yolların kesiştiği, bölgesel prestiji yüksek, dolayısıyla stratejik bir noktadır. Ebrehe, bu ilgiyi kendi ülkesine çekmek için daha görkemli, değerli taşlarla süslü bir mabet inşa eder. Fakat unuttuğu şey şudur: Kâbe’yi değerli kılan şey, taşları değil temsil ettiği manadır.
Görkemli mabet tutmaz. Halk yine de Kâbe’ye yönelir. Bunun üzerine Ebrehe, askerî bir sefer düzenler. Ordusunun önüne eğitimli filler yerleştirir. Fakat orada, tarihe kara bir leke olarak geçen bir isim belirir: Ebu Riğal.
Ebu Riğal, Arap toplumuna mensup olmasına rağmen, Ebrehe’nin ordusuna rehberlik eder. Yol gösterir, yön tarif eder, düşmana içerden kapılar açar. Sonuçta Ebu Riğal yolda ölür ama ihanetin izi mezarına kadar ulaşır: Halk, onun mezarına tükürür. Çünkü toplumlar, hainlerini asla unutmaz.
Ebrehe’nin ordusu, Kur’an ifadesiyle ebabil kuşlarının attığı taşlarla helak olur. Ama biz burada sadece mucizevi bir felaketi değil, bir çıkar savaşını görmeliyiz. Bu, iki Kâbe’nin savaşı değildir; bu, ticaret yolları ve siyasi nüfuz mücadelesidir. Bugün nasıl ki enerji kaynakları, limanlar, ticaret yolları için savaşlar çıkıyorsa; o gün de mesele budur. Din, çoğu zaman insanları harekete geçirmek için kullanılan bir araçtır. Savaşlar çoğu zaman din uğruna değil, din aracılığıyla yürütülür.
Ve her dönemin bir Ebu Riğal’i vardır.
Bugünün dünyasında Ebu Riğal sadece ordulara yol göstermez. Medya aracılığıyla toplumları ifsat eden, dış güce içeriden destek veren, kendi halkını küçük düşürmek pahasına şöhret veya para peşinde koşan tiplerdir bunlar. Herkesin bir satılma fiyatı vardır, der bazıları. Ebu Riğaller’in zaafları derin, değerleri ise sığdır. Onlar, hayalleri ile bulundukları yer arasında mesafe olan ama bu mesafeyi emekle değil, ihanetle kapatmak isteyen kişilerdir.
Bu karakterlerin psikolojisi iyi tahlil edilmelidir. Onları sadece “hain” diye yaftalamak, meselenin kolayına kaçmaktır. Zira bu tür figürler toplumların yalnızca dış saldırılardan değil, içten çürümekten de ne kadar savunmasız olduğunu gösterir.
Tarihin her döneminde bir Ebrehe vardır. Her Ebrehe, taşla değil bilgiyle, irfanla, dirayetle durdurulmalıdır. Ama daha da önemlisi: Her Ebrehe’nin yanında bir Ebu Riğal yetişir mi, asıl ona dikkat etmeliyiz.
Çünkü düşman dışarıdan gelir. Ama yıkım, çoğu kez içeriden başlar.