“Çıktık dikenli yollara, söz verdik Allah’a, geriye dönmeyeceğiz. Dönersek kalleşiz!” diye yeminler etmedik mi?
İŞTE MEYDAN, İŞTE İMTİHAN!
‘Hiçbir zulüm ilelebet sürmez’, ‘Tarih, zulmedenleri değil zulme uğrayanları yazar.’, “Zulm ile âbâd olanın âhiri berbâd olur.” ve daha birçoğu… Bunlar, son zamanlarda çokça telaffuz ettiğimiz cümleler. Peki sık sık dile getirdiğimiz bu hakikatlere olan inancımızı kaç kez kontrol ettik? İnanıyor muyuz bu dediklerimize? Yoksa ‘Nasılsın’ sorusuna adetten verilen ‘İyiyim’ cevabı gibi mi bu söylediklerimiz?
“Çıktık dikenli yollara, söz verdik Allah’a, geriye dönmeyeceğiz. Dönersek kalleşiz!” diye yeminler etmedik mi?
“Zekeriyya kulun gibi testereyle kesseler, Münadiniz Bilal gibi kayalarla ezseler, Mayınları ve dağları engel diye dizseler, Bir tekmede iter itmez, Hizmet’e gideceğiz..”demedik mi?
“Güzel bir hayatın değil, güzel bir ölümün peşindeyiz” diyerek çıkmadık mı bu yola?
39 yaşında hicrette Rabbi’ne yürüyen ve vasiyeti üzerine Moğol bozkırlarına gömülen adanmış ruh Adem Tatlı’nın, Bangladeş’te öğretmenlik yapan ve bir gün okula yetişmeye çalışırken trafik kazasında bacağını kaybeden Süleyman öğretmenin, Tanzanya’daki Hizmet okulunun bahçesinde yatan Erkan Çağıl’ın, Tuna Nehri’ne atlayıp öğrencisini kurtadıktan sonra boğularak şehit olan Ali öğretmenin, Somali’de terör saldırısı sonucu Hakk’a kavuşan Hıdır ve Kemale hocanın, birçok hastalığı olmasına rağmen hukuksuzca gözaltına alınan ve günlerce nezarette maruz kaldığı zulme dayanamayarak ruhunu Hakk’a teslim eden Gökhan Açıkollu öğretmenin ve daha onlarcasının, yüzlercesinin hikayelerine gözyaşlarımızla şahitlik etmedik mi?
Ey dertle, çileyle, ızdırapla yoğrulan mazlum kardeşlerim… Ey, hapishaneleri Medrese-i Yusufiye’ye çeviren, işkencelere ve zulümlere boyun eğmeyen, cebrî hicretle vatanından kilometrelerce uzak diyarların bağrına kendini korkusuzca atan mağdur kardeşlerim…
İşte meydan, işte imtihan. İşte beklediğimiz gün. İşte yıllardır elimizi açıp, “Allah’ım bizi de onların eteğine tutunarak cennetine girenlerden eyle” diye yalvardığımız mefkûre insanlarının, dava adamlarının, cennetine vesile olan zulüm cendereleri…
“Çile, yüce hedeflere varmanın ve yüksek neticeler elde etmenin tek yoludur. Hakikat yolcusu, çile ile günahlardan arınır; onunla saflaşır ve onunla özüne erer.” der Hak dostu. Bu yol uzun, bu yol çileli. Dert ve ızdırap yolundayız. Yolumuzdan şüphemiz yok.
Vicdanını kaybetmiş zalim, varsın zulmetsin. Vicdanı rahat olan adama zulüm ne etsin?
Zulme uğramak, Hakk yolunun yolcularının kaderi. Zulme uğramak, yolun doğruluğunun tescili. Zulme uğramak, mazlum olmanın kaçınılmaz şartı.
“Zalimin zulmü varsa mazlumun Allah’ı var. Bugün halka cevretmek kolay, yarın Hakk’ın divânı var…” Mazlumun ahı elbet indirecek şahı, mukadder. Biz kazanma kuşağında kaybetmemeye bakalım dostlarım.
Bırakın heybeniz yatla, katla, haramla, zulümle değil; çileyle, ızdırapla, hapisle, gurbetle dolsun. Elbet bir gün ‘Heybende ne var?’ diye sorulacak. İşte o gün sizin yüzünüz Ak, onların yüzü kara olacak.
Vesselam
Dr Tahir Adalı