İnsan, zaaflarına fren konulmazsa her kötülüğe açık bir varlık.
-Batı toplumlarında, eğitimle ya da inandıkları değerlerden gelen aile terbiyesiyle kazanılanlar dışında özel hayatta zaaflara sınır konulmamış, bireyler özgür iradeleriyle baş başa bırakılmış. Kamusal alanda her bireyin uyması gereken kurallar belirlenmiş, çoklu otokontrol mekanizmaları kurularak yanlışın önü tıkanmış.
-Doğu toplumlarında ise, özel alanda dini değerlerle hayatına düzen veren insanların bir bölümü zaaflarından korunacak yol ararken, bu türden kaygı taşımayanlar dindar bile olsa her türlü taşkınlığa açık hale geliyor. Kamusal alana gelince yetki verilenler, kuralsız bir ortamda keyfe göre kararlarla yönetimi tercih ettikleri için her birey, bulunduğu konuma göre bir zaafın esiri olup farklı yanlışlar içine giriyor.
İnsan nefsi her türlü zaafı kolayca işleyebileceği sınırsız bir özgürlük ister, ancak birinin hürriyet sınırı diğerine tecavüz etmezse sağlıklı toplum yapısı kurulur. Eğer buna dikkat edilmezse her an taşkınlık ortaya çıkabilir, mesela mükemmel işleyen hizmet kurum ve kuruluşlarını kıskanan biri bu duygusunu frenleyip iyide yarışla hedefine varmayı düşünmezse kolaycılığı seçip onların elindekini gaspa yönelir, yetkisi varsa üzerine geçirme yolu arar.
İnsanın beklentileri sınırsızdır, doymak bilmeyen arzuları peşine düşenlerin ne türden zaaflara takılacağını kestirmek zordur. Tuzağa düşürüp kullanmak isteyenler, yönetimdekilerin bu gibi zaaflarını arayıp bulur ve bir süre sonra kendilerine bağlayıp oyuncak haline getirir. Zaaflarına engel olmak için dişini sıkıp sabretmek gerektiğini unutan, ibadet meşakkatinin bile sabır duygusunu geliştirmek için verildiğinin fark etmeyen en küçük bir zahmete katlanmadan istediğini elde etmeye çalışan harisler, ellerine fırsat geçtiği anda inandıkları tüm değerleri terk eder.
İnsan bir kez yanlışa bulaştığında o, kusurlu davranışları kolayca işleyecek hale gelir, zaafların cazibesine kendini kaptırıp arkasından koşturmaya başlar. Artık irade kontrolü kaybolur çırpındıkça daha büyük hatalar içine girer. İnsani değerlerini tümden yitirenler hayvani hislerini tatmin peşinde koşan varlıklar gibi hareket eder. Böyleleri için tüm dünyanın gözü önünde hırsızlık yapmak sıradan hale gelir.
17-25 Aralık’ın 10. yılına girdiğimiz şu günlerde ortaya saçılmış dosyalara baktığınızda paraya zaafı olanların, bir türlü sıfırlayamadıkları paralarla ilgili ses kayıtları hala hafızalarda. Devletin tüm imkanları elinde olan bir başbakanın, oğluyla fısıltıyla konuştuğu hırsızlıklarını saklamak için birlikte yol aradığı, falan yerden hisse, falan yerden daire alarak son kalanları da eritip devletin polislerinden parayı kaçırmaya çalıştığını tüm dünya duydu.
Hırsızlıkları ortaya çıkanlar, o günlerde olayın ilk şokunu atlattıktan sonra büyük bir pişkinlik içinde hareket etti, yetkisini şahsi çıkarlar için kullandı ve ilgili bakan talimatıyla suçu tespit eden polisleri hapsederek işten sıyrıldı. Toplum vicdanında ve dünya kamuoyundan saklayamadıkları yolsuzlukları düzmece medya bombardımanı ile unutturmayı seçti. Emir eri haline getirdikleri adalet sistemi bütün suç dosyalarını rafa kaldırıldı, ancak orada kapanan başka yerlerde yeniden açığa çıktı, kendini kurtarmak isteyen Reza Sarraf-Sezgin Baran Korkmaz şimdilerde Cemil Önal gibi suç ortakları Türk yetkililerle işledikleri suçları uluslararası mahkemelere taşıdı. Cevheri Güven videolarında; Türkiye’de önde görünenlerden bazılarının kısa yoldan köşe dönmek için giriştiği yasadışı işleri, kadın zaafı olanların mahrem görüntülerinin kaydedildiğini ortaya koyuyor.
Hayattan kam almak isteyen bir nefis perest grup hedefine ulaşmak için haram helal kavramlarını defterden sildi, dava deyip zaafların onları sürüklediği istikamette hızla ilerliyor, partililer ideal uğruna yapılan hırsızlıklara göz yumuyor. Büyük zorluklarla kazanılmış her yerde gözleri var ve hepsini hiç emek sarf etmeden üzerlerine geçirmenin çaresini arıyorlar. 200 civarı vatandaşın öldüğü darbe senaryosu bu dürtülerle kurgulandı, planlamasında yer aldığı darbeyi masum insanların üzerine yıkıp onların her şeylerine sahip olmaya çalıştı.
Kasıtlı vatandaş ölümleri ile inandırıcı olması sağlanan, emirleriyle Boğaziçi köprüsüne gönderilip boğazı kesilerek vahşet görüntüleri yayınlanan bu senaryo sonrası yüzbinlerce insanın hayatını kararttılar. Yıllar boyu büyük emek ve çabalar sonucu yetişmiş insan kaynağını, irtibat ve iltisak gibi kanunda yeri olmayan suçlarla cezalandırıp kimini hapsetti kiminin işini elinden aldı kimine ülkeyi yaşanmaz hale getirdi. Yerlerini hiç emek ve gayreti olmamış konu hakkında en küçük birikimi olmayan partililerle devlet kadrolarını doldurdu. Göz koyduğu büyük sanayi kuruluşlarını sahiplerinin elinden alıp çevresiyle paylaştı, eğitim kurumlarını gasp edip oğlunu vakfına aktardı.
Senaryo sonrası olağanüstü hâl ilan edip tüm yönetimi tek başına üzerine geçirdi, 7 yıldan beri ülkeyi KHK ile yönetiyor. Bugün Türkiye yarı buçuk demokrasisini de kaybetmiş tam bir Ortadoğu ülkesi görünümünde, tüm hukuk sistemi Arap şeyhlerinin yaptığı gibi tek kişinin iki dudağı arasına teslim edildi.
Zaaflarına dava kılıfı uydurup ülkenin kaynaklarını adım adım üzerlerine geçirdiler. Şu günlerde geniş halk kesimleri fakirlik içinde kıvranırken onlar, zevk sefa içinde bir hayat sürüyor. Yeni açıklanan asgari ücretin fakirlik sınırının altında kaldığı konuşuluyor. Toplumun %50 sinden fazlasını açlıkla imtihan ederken kendileri, gemi filolarını artırma uğruna kargaşa bölgelerine malzeme taşıyor, cesetler üzerinde kazanç elde ediyor.
Halbuki inandıkları din ve onun temsilcisi İslam Peygamberi (SAV), tam aksini söylüyor onları, zaaflardan uzak durmaya davet ediyordu. Allah, insanları bedeni hazlarına mağlup olmaktan zaafları arkasına takılıp yanlış tercihten korumak için onları cehennem ile ikaz edip uzak durmaya çağırıyordu. Yüce yaratıcının çizdiği sınırları yetersiz gören bazı zayıf karakterli insanlar, kendilerine göre bir din yorumu ile bu uyarıları görmezden geldi.
Dinin tüm kriterleri yok sayıldığı gibi ülkenin geçerli kanun ve yönetmelikleri de kişiye göre uygulanıyor, kimisinin önü yasadışı yollara girecek şekilde serbestçe açılırken, kiminin en küçük yasal faaliyetine bile izin verilmiyor, bazıları temel anayasal hakkını kullandığı için hapsediliyor. Öldürülen eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş’in cinayet zanlılarına kimse dokunamazken, yönetimdekiler kendi planladıkları cinayetleri başkalarının üstüne yıkıyor.
Kendileri için devlet kesesinden her yere köşkler villalar inşa ettirenler, halkın en zaruri ihtiyaçlarını görmezden geldiği için fakirlik giderek daha geniş tabana yayıldı. İtibardan tasarruf olmaz deyip devlet imkanlarını saçıp savuranlar, halka tasarruf tavsiye etti. Uzun koruma konvoylarıyla seyahat edenler, halktan koptu sırça saraylarında kendilerine apayrı bir dünya kurdu. Zaaflarına yenik düşmemek için mücadeleyi unutmuş bu kadrolar, gariban halka kendi menfaatlerinin toplum menfaati olduğu inancını yayıp susturdu.
Onların anlayışına göre, iktidar uğruna tüm gruplar içine ihtilaf tohumu ekip insanları birbirine kırdırmakta beis yok. Kendini imparator gibi görenlere, karşı muhalefet eden her kişi ve grup ezilmeyi hak ediyor ve en temel haklarının gasp edilmesinde mahzur görülmüyor. Her konuya cevap yetiştirenler, Suudi Arabistan’da yaşanmış maç krizinden sonra sessizliği seçerek toplum kesimlerinin birbiri hakkında nefret kusmasını ellerini ovuşturarak zevkle izliyor, kutuplaşmaları artırıp buradan oy devşirmenin hesabını yapıyor. Bugünlerde güç zaafına kendini kaptıran, onu kaybederse her şeyi kaybedeceğini sananlar, iktidarda kalma uğruna 12 askeri bile bile ölüme gönderdi ve bundan siyasi çıkar bekleyecek kadar insani değerlerden uzaklaştı.
Partililer, dikta heveslilerinin zaaflarını görmelerine rağmen dava uğruna yanlışa ortak oldular.
-Hukukçular, ileride sorumlu olacaklarını bildikleri halde kanunsuz emirleri uyguladı.
-Köşe yazları, ısmarlama yalan bilgileri yayarak halkı yanlış yönlendirdi.
-Seçim kurulu vb kurul ve komisyonlar, toplum genelinin zarar göreceği birçok işlemle ülkenin altını oydu. Suçlular mafya elemanları serbestçe karanlık işlerini yürütürken, masum insanlar yasal eylemleriyle suçlanıp cezalandırıldı.
Ülke, zaaflarının esiri bir yöneticilerin elinde uçurumdan uçuruma yuvarlanıyor.
-Enflasyon oranları bakımından dünyanın en kötü ekonomileri arasına girdi.
-Akademik hayat bitti, bilimsel düzey Kuzey Kore-Çin seviyesine düştü.
-Basın özgürlüğü sona erdi medya tek kişinin bülteni haline dönüştü.
-Hukuk nizamının olmadığı ülkeye yatırım gelmediği için, işsizlik arttı genç beyinler kaçmaya başladı.
Avrupa birliğine aday model ülke gitti, yerine başkalarına avuç açan despotik bir rejim ortaya çıktı.
Hırsıza hazine teslim etmenin sonuçları bunlar, zaaflarının esiri yöneticiler devletin mali imkanlarını soyup soğana çevirdikleri gibi insan kaynağının da kıymetini bilmiyor.
Mehmet Efe Çaman Hoca son yazısında, yurt dışına gitmiş akademisyenleri geri çağıranlara;
“Akademik özgürlüklerin olmadığı bir ülkeye gerçekten bilim yapmayı düşünen hiçbir kimse gidip yerleşmez, mevcutları da ülkede tutma şansı yoktur. Tutuklanma korkusu yaşayacağı, torpil olmadan yükselemeyeceği, söylediklerinden dolayı tehdit edileceği fikirlerinin sansürleneceği herkesin birbirinin kuyusunu kazdığı bir akademi ortamına kimse gelmeyi düşünmez. Tüm devlet imkanlarının liyakat aranmadan partilerce bölüşüldüğü bir ülkede, kendine yer bulamayan sermaye kaçtığı gibi genç yetenekler hızla kaçmaya başlar. Eleştirel yaklaşan herkesin tutuklandığı on binlerce akademisyenin bir KHK ile aynı gecede ihraç edilip takibata uğradığı bir ülkeye akademisyenler neden gelsin.” Sözleriyle cevap veriyor. Halbuki bu açıklamaları yapan hoca, demokratikleşme adımların atıldığı 2006’da Almanya’daki bütün kariyerini bırakıp ailesiyle birlikte Türkiye’ye dönmüştü.
*Fethullah Gülen Hoca Efendinin “herkul.org” sitesindeki yazısından faydalanılmıştır.
İsmail S. Gülümser