Geniş iletişim ağları kurulursa, kapalı rejimlerin kalabalıkları yanlışa yönlendirmesi pek mümkün olmaz diye düşünüldü, internet ve benzeri vasıtalarla baskıcı yönetimler dışa açılır diye hesap edildi, bunda bir yere kadar da başarılı olundu. Ancak küreselleşmenin farklı kültürler arasındaki mesafeyi kapatacağı, aşırı milliyetçilik duygusunu yok edeceği, insanlar arasında daha kolay kardeşlik köprülerinin kurulacağı tahmini tam gerçekleşmedi, bazı konularda önemli mesafe alınsa da ırkçılık büyük bir problem olarak kaldı.
İletişim araçlarıyla dünya bir köy haline geldi ama despotik idareler, yayılmasını istemedikleri bilgileri engelleyip halkı diledikleri gibi yönlendirmeye devam etti. Üstelik, demokrasinin nimetlerinden yararlanan halkın, özgürlük talepleri artınca zorba yönetimler medeni ülkelerdeki değerleri kendi gelecekleri açısından da tehdit olarak gördü.
Türkiye’nin de aralarına katıldığı baskıcı rejimler, demokratik ülkelerdeki düzenin altını oyacak adımlar attı.
-Sovyet bloğunun dağılmasından sonra, oluşan irili ufaklı Türk Cumhuriyetlerinin serbest piyasa şartlarını bilmemesinden faydalanan Putin, doğal gaz yataklarını bir boru hattıyla pazarlayıp belki onlara gelir fırsatı sundu ama kazandığı ekonomik ve siyasi güçle gözüne kestirdiği ülkelere savaşa girişti.
-Milyarlık nüfusu düşük gelirle çalıştıran gelişmiş ülkelere ucuz üretim fırsatı sunan Çin, gelişmiş dünyanın kaynaklarıyla maddi güç topladı ve Tayvan gibi ülkeleri değişik bahanelerle tehdit etti.
-Esat rejimini tahrik edip milyonlarca insanın kaçmasına yol açan Erdoğan yönetimi, sınırları açmayla korkuttuğu AB ülkelerinden göçmenlerin sefaleti üzerinde para sızdırmaya kalktı.
Rusya bilgisayar algoritmalarıyla bazı ülke seçimlerinde demokrasi karşıtı grupları destekledi. Türkiye Avrupa’da çalışanlar arasına yerleştirdiği ajanları o ülkede yaşayan muhalif avında kullandı ve iç karışıklığa yol açtı. Göçmenler hem demokrasinin nimetlerinden yararlandı hem de antidemokratik bu tür yönetimlere alet oldu. Çin ülkeler arası kavgalarda savaşı destekleyerek geri kalmış bölgelerde demokrasi taleplerini bastırdı. Irkçılık ve din üzerinden siyaset yapan evrensel insani değerlere inanmayan bu yönetimler nimetlerden sonuna kadar yararlandı hem de fırsat bulduğunda elde ettiği gelirle silah sanayini geliştirdi etrafına saldırdı.
Bu olaylar çoğaldıkça küreselleşmeyi aparat olarak kullananların yaklaşımı kuşkuları yeniden alevlendirdi. Serbestlikten yararlanıp ticaret savaşında öne geçtikten sonra, kazandığı güçle dünyayı ateşe vermeye hazır despotların bu tutumu demokratik ülkelerce sorgulanmaya başladı. Kültürler arasındaki farkların giderek azalması bekleniyordu, bunu suistimal edenler güzel gelişmelerin önünü tıkadı, her türden düşünce ve inancın özgürce kendini ifade edebileceği demokratik ortam kişisel-siyasi çıkar peşindekiler yüzünden hayal kırıklığı ile sonuçlandı.
Art niyetliler, bu fırsatı kendi hedefleri doğrultusunda değerlendirince globalleşmeyi savunan yönetimlerin halk desteği azalırken, popülist ve ırkçılığı savunanlara destek arttı. Dışa açık herkese değer veren toplumlar kapalı sistemlerin tutuculuğuna daha fazla direnemedi ve onlarda da kendi dar kalıplarına dönmeye yöneldi. Kimlikleri koruma yönündeki refleksler harekete geçti bir köy haline gelmesi beklenen dünyada bazı bölgelerdeki problemler diğer bölgeleri de etkiledi. Özellikle savaş bölgelerinden kaçıp gelişmiş ülkelere sığınan milyonlarla ifade edilen göçmen, hiç emek sarf etmeden işe ekmeğe ortak olunca bütçeler daraldı kapıları kapatma sesleri yükseldi.
Toplumların nasıl algılayacağına bakmayan onların, duygu ve düşünce dünyalarını dikkate almayan yönetimlerin attıkları adımlar, ilk anda anlayışla karşılansa da beklediği sonucu alamayanlar harekete geçti. İnsani değerlere saygı göstermesi istenen halk, bunların doğru olduğunu bilse bile içselleştirmeden uygulandığı için ilk engelde tereddüt yaşadı, olumlu adımlar desteğini kaybetti, aksi tezler öne çıktı.
Demokrasi savunucularının, kendini üstün gören ve başkalarına tepeden bakan tavrı, bu güzelliklerin yayılmasını önledi. Dini ve milli duyguları gözetmeden onları küçümseyerek sunulan uygulamalara karşı kapılar kapandı. Bazı ülkeler, yaptırımlarla hizaya getirip demokrasiyi diğerlerine dayatmaya kalkınca despotik yönetimlerin işi kolaylaştı. Demokrasi ithal etmeye çalışan yabancılar, yüzünden zarar gördüğünü sanan halk, ekmeğini alanları suçlayacağı yerde, mağduriyete yabancıların sebep olduğunu düşünüp zorbaların peşinde saf tuttu.
Medeni coğrafyalarda toplum, çoğulculuğun ahlaki değerleri yozlaştırdığını, geleneksel değerleri yıprattığını düşündü ve reaksiyoner bir refleksle yeniden ırkçılığa özenti duydu. Vücudumuz, mikropların istilasını önlemek için reaksiyon gösterdiği gibi ırkçılıktan beslenerek gelen toplumlar, globalleşmeyle gelen düşünceleri kendi değerlerine karşı tehdit olarak görüp karşı çıktı.
Bazı ülkelerin halkı hazırlamadan bir meclis kararıyla demokrasi grubuna katılması ve globalleşmenin tepeden baskıyla topluma kabul ettirilmesi de tepkileri artırdı. İnanmadığı değerleri yönetim kararıyla uygulamak zorunda kalanlar en küçük bir kıvılcımda karşı çıktı. Aşırı serbestlik birileri için nimete dönüşürken birilerinin başını ağrıttı, aşırı iyimserlik bazı bölgelerde kötümserliğe, değerleri koruma eğilimine ve yabancı düşmanlığına dönüştü. Amerika bir göçmen ülkesi ama Trump gibi göçmen karşıtlığıyla öne çıkmayı düşünen popülist liderlerin sınırları kapatma teklifi bile halkta karşılık buldu.
Irkçılıktan beslenenlere gün doğdu, farklılıklar ortadan kalkmadığı gibi toplumların bir diğerine karşı toleransı azaldı, yabancı düşmanlığını kullanıp toplumda prim yapmaya çalışanların insani değerlerden vazgeçme teklifi müşteri topladı, umut edilen dünya vatandaşlığı kavramı bir sonraki bahara kaldı.
Günümüz dünyasında din ve ırk savaşları yeniden alevlenme eşiğinde. İslam adını yola çıkanların tahrik ettiği toplumlar, bu güzel dinin kavga sebebi olduğu vehmine kapıldı, bazı bölgelerde Müslümanların varlığından rahatsızlar çoğaldı. Türkiye’de ırk ve din savaşlarını kullanıp, toplumu birbirine kırdırarak iktidar sürdürme planı yapan bir kadronun elinde halkın ahlaki değerleri eriyip yok oluyor. Ayrılıkları köpürtülen insanlar, her geçen gün demokratik değerlere saygısını yitiriyor şiddet ve öfkeyle muhataplarını susturup üstün gelme yarışına girişiyor.
Bu türden karanlık senaryoları göremeyen aydınlar kurulan kirli çarka kanıp birbiriyle didişince onlara bakan halk da peşinden gidiyor ve kavgalar kızışıyor. Efe Çaman Hoca bu haftaki yazısında, oynanan oyuna alet olanlardaki nefret ve ötekileştirmeyi büyük bir ironi ile anlatıyor. Yeni nesillerin sevgi ve hoşgörüden uzak yetiştiğini, ayrışmanın toplumu felç ettiğini, en aklı başında insanların mantıklı davranmayı unuttuğunu, vicdan duygusunu yitirmişlerin küçük çıkar kavgaları yüzünden, saklandığı mutfak dolabından alınıp götürülen bir masuma zulmü acımasızca seyrettiğini, toplumun güçlü etrafında toplanıp mağdurlara saldırdığını belirtiyor.
Gelişmelere baktığınızda bu hayalleri kuranların, insan tabiatını yeterince dikkate almadan işe başladıkları anlaşılıyor. Milli ve dini duygulara saygısızlık içeren en güzel kavramların bile bazı bölgelerde kabul görmesi mümkün değil. Toplumlara demokratik değerler anlatılacaksa, bu onların tüm hassasiyetleri dikkate alınarak aktarılmalı ki karşılık bulsun, üstünlük taslayarak öğüt verme tarzında sunulan değerler onların iç dünyalarında tepkiye yol açar. Bu yüzden dünyayı global bir köy haline getirmeyi düşünenler, kimseye kendi kimliğini bir kenara bırakmayı telif etmemeli bu kimlikleri kavga sebebi olmaktan çıkarmayla işe başlamalı.
Milliyetçilik kötü bir şey değil, aşırılıkları tahrik etmeden onu iyilikte yarış için kullanma halkın aidiyetini koruyarak ortak değerlere sahip çıkmasını sağlama daha tabii. Herkesin kendi kavmiyle övünç duyduğu bir ortamda yaşamış İslam peygamberi (SAV), içinden çıktığı Kureyş kabilesine saygı duymakla birlikte bunu bir üstünlük vesilesi yapmadığı için birbiriyle rekabet halindeki birçok kabile tarafından kabul görmüştü. İslam toplumlarında, farklı millet ve ırktan gelenlerin bölüp parçalayan ırkçılık düşüncesini bir kenara bıraktıkları dönemlerde halklar birbiriyle kaynaştı çok güzel birlik ve beraberlik örnekleri ortaya konuldu.
Osmanlı devleti de çok farklı kültürlerden gelen geniş bir coğrafyada toplumların kimliklerini koruyarak ortak hedefler etrafında bir araya getirdi. Hiçbir toplumun değerlerini hafife almadı, onlara saygısızlık anlamına gelecek bir tavır sergilemedi, ırkçılık yapmadı, kimseye tepeden bakmadı, milli ve dini duyguları tahrik etmeden bir bütünlük içinde tutmasını bildi. Tanzimat’tan sonra yönetime gelen ırkçı kadrolar, Türk kavramını öne çıkarıp Turancılık ve kafatasçılık, yapınca başkalarının ırkçılık hislerini tahrik etti ve Osmanlı’dan kopmalar hızlandı.
İhtilaf ve çatışmaları önlemede dini değerlerden süzülüp çıkarılacak barış mesajları panzehir olabilir. Herkesin ben duygusunu öne çıkarıp diğerine hücum ettiği bir devrede, bu duyguları bastıracak sağduyu sahibi insanların emek ve gayretleri karanlık geleceği aydınlatacak. Ayrıştırma için yapılan kasıtlı kampanyalardan toplumu korumak isteyenler, ülke sınırlarını genişletip eski gücüne kavuşturmayı düşünen hayal pereselerin dünyayı savaş alanına çevirmesine, zorba yönetimlerin bu değerleri düşman kampları oluşturmada kullanmasına izin vermemeli.
Suistimale açık aşırı ırkçılık radikallik şiddet ve anarşiyi önlemek için yaşanan olumsuzluklarda daha soğukkanlı davranmalı. Toplumların tüm hassasiyetleri dikkate alınmalı, geçmişten gelen kavga sebebi kavramları kaşımamaya özen gösterilmeli. Birleştirici olmalı, milli ve dini değerlere saygılı olunmalı, ancak bunların üstünlük vesilesi olarak kullanılmasına müsaade etmemeli. Bunun için özveriye hazır bir grubun kimsenin değerlerine saygısızlık yapmadan kendi değerlerini insani çizgide yaşaması güzel örnekler ortaya koyması gerekiyor.
*Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “herkul.org” sitesindeki yazısından faydalanılmıştır.
İsmail S. Gülümser