Analiz / Doç. Dr. Osman Tek
İnsan zihni, kaotik durumdan kozmos haline geçmek için sürekli bir çaba içindedir. Kaos, bizi çepeçevre saran olayların veya çokluğun mantıklı bir açıklamasının yapılamamasıdır. Bu anlaşılmazlık, insan üzerinde korku ve endişe benzeri duygulara yol açar. Buna karşılık kozmos, karmaşık bir düzenin, anlamlı bir bütünlükle açıklanmasıdır. Kozmosu aramak, insanın hem zihinsel hem de duygusal huzur bulma ihtiyacıdır.
Bu arayış, tasavvufta “la halika illa hu” (O’ndan başka yaratıcı yoktur) veya “la ilahe illa hu” (O’ndan başka ilah yoktur) ifadelerinde somut bir anlam kazanır. Tasavvuf, kesretin (çokluğun) vahdetle (birlikle) izah edilmesini, yani karmaşık görünen olayların arkasında bir düzen anlayışını temsil eder. Bu anlayış, varlık âlemindeki her şeyin bir ilim ve kudret sahibi tarafından yapıldığına inanmayı öğütler. Böyle bir inanç, kaosun yarattığı korku ve endişeyi yatıştırır ve insanın kalbinde bir huzur ortamı oluşturur.
Ancak bu düzen arayışı sadece evrene veya doğa olaylarına anlam kazandırmakla sınırlı değildir. İnsan aynı zamanda siyasal, ekonomik ve toplumsal bir varlıktır. Düzen arayışı, bireyin hayatındaki kaosu anlamlandırdığı gibi, toplumsal düzende de kaosu sona erdirmeyi hedefler. Kul olarak evrende düzen arayan insan, vatandaş olarak da devlette adalet, siyasette istikrar, ekonomide güven arar. Bu nedenle, bireysel arayışların toplumsal boyutunu göz ardı etmek mümkün değildir.
Eski Yunan mitolojisinde, Tanrılar Olimpos Dağı’nda yaşadığı ve evrenin düzenini sağladıkları varsayılırdı. Ancak bu tanrılar arasındaki anlaşmazlıklar, çekişmeler ve entrikalar, onların düzen sağlamak bir yana, kaosun kaynağı haline gelmesine yol açardı. Zeus başta olmak üzere Olimpos’un tanrıları, evrenin düzeninden sorumluydular ama kendi içlerindeki düzensizlik, insanlık âlemine de yansırdı. Böylece kaos, doğrudan yönetimin kaynağından beslenir hale gelirdi. Bu hikâye, mitolojik bir anlatı olmasının ötesinde, aslında siyaset tarihine de ışık tutar: Düzenden sorumlu olanların düzensizliğin kaynağı haline gelmesi, toplumları kaosa sürüklemiştir.
Bugün, bu mitolojik anlatı üzerinden düşündüğümüzde, kendi ülkemizin siyasal ve ekonomik durumunu daha net görebiliriz. Ülkemizin siyasetinde, adalet sisteminde ve ekonomisinde, kaosun hâkim olduğu bir dönemden geçiyoruz.
“Ekonomik durum üzerine yapılan bir kamuoyu yoklamasında, halkın yüzde 80’i ekonomik gidişatın kötüye gittiğini düşünüyor. İnsanların yüzde 60’ı ise, geleceğe dair ciddi bir ekonomik kaygı taşıdığını dile getiriyor. Bu sonuçlar, ekonomideki kaosun bireylerin huzur ve güven duygusunu nasıl sarstığını açıkça gösteriyor.”
Düzenden sorumlu olanlar, yani karar vericiler, kaosun çözümü yerine bizzat kaosun nedeni haline gelmiş durumdalar. Beştepe, tabir yerindeyse bir Olimpos Dağı’na dönüşmüş durumda. Orada oturanların kaotik tavırları, ülkenin geri kalanına güvensizlik ve belirsizlik yayıyor. İnsanların siyasal ve ekonomik sisteme olan güveni azaldıkça, huzursuzluk artıyor.
Bu durum, yalnızca içerideki dinamiklerle açıklanmıyor. Sürekli olarak “dış güçler” söylemiyle kaosun sorumluluğu başka aktörlere atfediliyor. Ancak işin ironik yanı, bu “dış güçlerin” bir yandan ülkenin düzenini bozduğu iddia edilirken, bir yandan da onlardan yatırım yapmaları bekleniyor. Bu çelişkiler, kaosun en görünür işaretleri arasında yer alıyor.
Siyasal sistemin çözülmesi, insanın kaostan kozmos arayışını daha da zora sokuyor. Adalet mekanizması güven vermiyor, ekonomik sistem belirsiz, siyasi süreçler ise bir düzen değil, daha büyük bir karmaşa yaratıyor. Bu kaotik düzeni açıklamak için kullanılan söylemler, gerçek bir çözüm sunmuyor. Devletin içinde çoklu yapılar oluşmuş; yani bir “vahdet” ya da “birlik düzeni” yerine her biri kendi çıkarını gözeten çoklu yapılar mevcut. Böyle bir ortamda, çokluğun birliğe dönüşmesi, yani kesretin vahdetle izah edilmesi artık mümkün görünmüyor.
İnsanların büyük kısmı bu durumdan rahatsız. Kapılar açılsa, ülkenin kaymağını yiyen mutlu azınlık istisna, ülkede neredeyse kimse kalmayacak gibi görünüyor.
“Yapılan bir ankete göre, vatandaşların yüzde 70’i adalet sistemine güvenmediğini ifade ediyor. Bu durum, devletin en temel taşı olan adaletin zayıfladığını ve toplumsal düzenin bozulduğunu gösteriyor.”
Peki, bu kaostan çıkış mümkün mü? Modern toplumlarda düzeni sağlamak, toplumu yönetenlerin sorumluluğundadır.
Kaos, kontrolsüz ve karmaşık bir durum olarak görülebilir. Ancak tarih boyunca her kaos, bir düzen kurma fırsatını da beraberinde taşımıştır. Bu, bireylerin, toplulukların ve toplumun tamamının ortak bir irade ile hareket etmesiyle mümkündür. Vahdet arayışı, sadece bir tasavvuf öğretisi değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal düzeyde uygulanabilecek bir ilkedir. Çokluğu birliğe dönüştürmek için toplumun her kesimine sorumluluk düşer.