“En zor iş, yani adalet bakanlığı görevi Bekir Bozdağ’a düşmüştü. Bağımsızlıkları anayasa ve uluslararası bağlayıcı metinlerle güvence altına alınan hakim ve savcıları görevden almak, sürmek, dosyalardan el çektirmek hiç kolay olmayacaktı.”
TR724 yazarlarından Bülent Korucu’nun analizi şöyle;
Her şey dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun [HSYK] denetlenmesi lazım” talimatıyla başladı. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının şokunu üzerinden atar atmaz, Bakanlar Kurulu’nu değiştirip kendine yakın isimlerden müteşekkil bir ‘savaş kabinesi’ kurdu Erdoğan. O gün göreve başlaması sebebiyle 25 Aralık Kabinesi olarak adlandırılan yeni hükümetin birinci ve tek önceliği vardı: Yolsuzluk dosyalarını kapatmak ve Erdoğan’ı kurtarmak.
İçişleri Bakanı koltuğuna oturan Efkan Ala’nın işi kolaydı zira polisleri görevden almak, sürgüne göndermek mümkündü. Nitekim kısa sürede önemli değişiklikler yaptı ve göreve gelen kadrolar ikinci dalga yolsuzluk operasyonlarına gitmeyerek direndi. Hukuken buna imkan yoktu ama artık kanunlar ve anayasa onları bağlamıyordu!
En zor iş, yani adalet bakanlığı görevi Bekir Bozdağ’a düşmüştü. Bağımsızlıkları anayasa ve uluslararası bağlayıcı metinlerle güvence altına alınan hakim ve savcıları görevden almak, sürmek, dosyalardan el çektirmek hiç kolay olmayacaktı. 2010 Anayasa Değişikliğiyle birlikte HSYK kendi kendini yöneten bir yapı haline gelmişti.
Böylesine zor bir görev için neden Bozdağ tercih edildi? Sadece küçük bir anekdot bu soruyu cevaplayabilir. Erdoğan, “Kızlı-erkekli öğrenci evlerine tedbir alınacak!” dediğinde Bülent Arınç hatta Yalçın Akdoğan bile karşı çıkarken Bozdağ, “Öğrenci evleri tedbiri yaşam tarzlarına müdahale değildir,” vecizesiyle safını belli etmişti. Talimata göre bir gün ak dediğine ertesi gün kapkara diyebilecek biriydi; yani yargıya tasmayı takacak en ideal isimdi. O da işe kendi savaş kabinesini kurarak ve HSYK üzerinde bir otorite olduğunu ilan ederek başladı.
HSYK bürokrasisinde yaptığı değişiklikler ve çıkarılan kanunun anayasaya aykırılığını herkes biliyordu. Hatta dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “Anayasaya aykırı ama Anayasa Mahkemesi baksın” diyerek göndermiş ve hukuksuz operasyon için zaman kazandırmıştı. Beklendiği üzere AYM yasayı iptal etti ama atı alan, hukuku çalan Üsküdar’ı geçmişti. AYM, yapılan hukuksuz işlemleri iptal etmeyerek aslında pasif destek çıkmıştı. Hakkını teslim edelim ‘akrabayı koruma kollama partisi’ işlevini de ihmal etmemiş, kardeşini bakanlık yüksek müşavirliğine getirmişti.
Bozdağ, HSYK’yı bloke etmeyi başardıktan sonra tamamen ele geçirme hedefi için kolları sıvadı. 2014 Ekim ayında yapılacak HSYK seçimleri, bakanlık bürokratlarının tek işi haline geldi. Başlarken, Yargıda Birlik Platformu (YBP) adıyla bir çatı örgüt kuruldu. Örgütün başkanlığını yürüten ve sonra Yargıtay üyeliği ile ödüllendirilen Ankara Cumhuriyet Savcısı Abbas Özden bakanlıkla içli dışlı hallerini inkar etmek bir yana matah bir şey gibi anlatıyordu. Şu cümlelerle teslimiyeti ilan ediyordu: “Bakanlık yargı bürokrasisi dışında değildir. HSYK sicil ve atama yapar, onun dışındaki her şey Bakanlık tarafından yapılır, maaşlarımızın ödenmesinden adliye düzenine kadar.”
16 bölgede bütün hakim ve savcıların katılması mecburi tutulan toplantılar düzenlendi. Birçoğuna bizzat Bakan Bozdağ katıldı. Sadece bakan da değil tüm üst düzey bürokrasi “Bu liste bizim” mesajını açıkça vererek resmen seçim kampanyası yaptı. Devletin bütün imkanları önlerine serildi, yemekler bile valilik bütçesinden ödendi. Yargı-Sen ve YARSAV üyeleri toplanacak salon bulamazken YBP, özel otobüsler, eskortlu konvoylar, lüks salonlarla motive oluyordu.
Bunlarla sınırlı kalsa iyi şantajlar ve rüşvetler de havada uçuşuyordu. Karşı grupların listesindeki adaylar cazip kariyer vaatleriyle ikna olmazsa “paralel” ilan edilmekle tehdit ediliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu da fiilen seçim çalışması yapıyor, bir gün havuç gösterip ertesi gün sopayla korkutuyordu. Mustafa Şentop’tan İlker Başbuğ’a varıncaya kadar herkes sahadaydı. Ama ağızlarındaki baklayı Mahir Ünal çıkardı sonunda: “HSYK seçimlerini 17-25 Aralık operasyonlarını yapanlar kazanırlarsa gayrimeşru sayarız.” Bunun aslında istiklal değil “Bilal’i kurtarma” savaşı olduğunu itiraf ediyordu.
Asıl tehlikeli olan ise hakim ve savcılara verilen seçimi kazanma endeksli rüşvetlerdi. Başbakanlıkta ağırlanan YBP üyelerine 1,155 lira seyyanen zam, sicil affı, sınavsız hukuk fakültesi imkanı ve polisler gibi silah alma hak ve kolaylığı gibi vaatler verildi. Düzenlemeler, seçim sonrasına bırakılarak rüşvet en rencide edici biçimde gösterildi.
Oylama sırasında sandıkları, kimin hangi adaya oy verdiğini anlayacak şekilde ayarladılar. YBP fişlemelerinin sağlamasını sandıklarla yaptılar. O listelerle bir gecede 3 bin hakim ve savcıyı hukuka aykırı biçimde tutukladılar. Son aşamayı Bekir Bozdağ ilk günden ilan etmişti: Anayasayı değiştirmek ve seçim yerine atama sistemine dönmek. “Allah’ın lütfu 15 Temmuz” bunu da sağladı. Mevcut bütün HSK üyelerini direkt ya da dolaylı olarak Erdoğan atadı. Anayasa Mahkemesi dahil bütün yüksek yargı mensupları kurşun askere dönüşmüş durumda. AİHM ve AYM kararları bile Erdoğan’dan müsaade gelmezse uygulanmıyor.
Her bir hakim ve savcı bir Bekir Bozdağ’a dönüştü.
“En zor iş, yani adalet bakanlığı görevi Bekir Bozdağ’a düşmüştü. Bağımsızlıkları anayasa ve uluslararası bağlayıcı metinlerle güvence altına alınan hakim ve savcıları görevden almak, sürmek, dosyalardan el çektirmek hiç kolay olmayacaktı.”
TR724 yazarlarından Bülent Korucu’nun analizi şöyle;
Her şey dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun [HSYK] denetlenmesi lazım” talimatıyla başladı. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının şokunu üzerinden atar atmaz, Bakanlar Kurulu’nu değiştirip kendine yakın isimlerden müteşekkil bir ‘savaş kabinesi’ kurdu Erdoğan. O gün göreve başlaması sebebiyle 25 Aralık Kabinesi olarak adlandırılan yeni hükümetin birinci ve tek önceliği vardı: Yolsuzluk dosyalarını kapatmak ve Erdoğan’ı kurtarmak.
İçişleri Bakanı koltuğuna oturan Efkan Ala’nın işi kolaydı zira polisleri görevden almak, sürgüne göndermek mümkündü. Nitekim kısa sürede önemli değişiklikler yaptı ve göreve gelen kadrolar ikinci dalga yolsuzluk operasyonlarına gitmeyerek direndi. Hukuken buna imkan yoktu ama artık kanunlar ve anayasa onları bağlamıyordu!
En zor iş, yani adalet bakanlığı görevi Bekir Bozdağ’a düşmüştü. Bağımsızlıkları anayasa ve uluslararası bağlayıcı metinlerle güvence altına alınan hakim ve savcıları görevden almak, sürmek, dosyalardan el çektirmek hiç kolay olmayacaktı. 2010 Anayasa Değişikliğiyle birlikte HSYK kendi kendini yöneten bir yapı haline gelmişti.
Böylesine zor bir görev için neden Bozdağ tercih edildi? Sadece küçük bir anekdot bu soruyu cevaplayabilir. Erdoğan, “Kızlı-erkekli öğrenci evlerine tedbir alınacak!” dediğinde Bülent Arınç hatta Yalçın Akdoğan bile karşı çıkarken Bozdağ, “Öğrenci evleri tedbiri yaşam tarzlarına müdahale değildir,” vecizesiyle safını belli etmişti. Talimata göre bir gün ak dediğine ertesi gün kapkara diyebilecek biriydi; yani yargıya tasmayı takacak en ideal isimdi. O da işe kendi savaş kabinesini kurarak ve HSYK üzerinde bir otorite olduğunu ilan ederek başladı.
HSYK bürokrasisinde yaptığı değişiklikler ve çıkarılan kanunun anayasaya aykırılığını herkes biliyordu. Hatta dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “Anayasaya aykırı ama Anayasa Mahkemesi baksın” diyerek göndermiş ve hukuksuz operasyon için zaman kazandırmıştı. Beklendiği üzere AYM yasayı iptal etti ama atı alan, hukuku çalan Üsküdar’ı geçmişti. AYM, yapılan hukuksuz işlemleri iptal etmeyerek aslında pasif destek çıkmıştı. Hakkını teslim edelim ‘akrabayı koruma kollama partisi’ işlevini de ihmal etmemiş, kardeşini bakanlık yüksek müşavirliğine getirmişti.
Bozdağ, HSYK’yı bloke etmeyi başardıktan sonra tamamen ele geçirme hedefi için kolları sıvadı. 2014 Ekim ayında yapılacak HSYK seçimleri, bakanlık bürokratlarının tek işi haline geldi. Başlarken, Yargıda Birlik Platformu (YBP) adıyla bir çatı örgüt kuruldu. Örgütün başkanlığını yürüten ve sonra Yargıtay üyeliği ile ödüllendirilen Ankara Cumhuriyet Savcısı Abbas Özden bakanlıkla içli dışlı hallerini inkar etmek bir yana matah bir şey gibi anlatıyordu. Şu cümlelerle teslimiyeti ilan ediyordu: “Bakanlık yargı bürokrasisi dışında değildir. HSYK sicil ve atama yapar, onun dışındaki her şey Bakanlık tarafından yapılır, maaşlarımızın ödenmesinden adliye düzenine kadar.”
16 bölgede bütün hakim ve savcıların katılması mecburi tutulan toplantılar düzenlendi. Birçoğuna bizzat Bakan Bozdağ katıldı. Sadece bakan da değil tüm üst düzey bürokrasi “Bu liste bizim” mesajını açıkça vererek resmen seçim kampanyası yaptı. Devletin bütün imkanları önlerine serildi, yemekler bile valilik bütçesinden ödendi. Yargı-Sen ve YARSAV üyeleri toplanacak salon bulamazken YBP, özel otobüsler, eskortlu konvoylar, lüks salonlarla motive oluyordu.
Bunlarla sınırlı kalsa iyi şantajlar ve rüşvetler de havada uçuşuyordu. Karşı grupların listesindeki adaylar cazip kariyer vaatleriyle ikna olmazsa “paralel” ilan edilmekle tehdit ediliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu da fiilen seçim çalışması yapıyor, bir gün havuç gösterip ertesi gün sopayla korkutuyordu. Mustafa Şentop’tan İlker Başbuğ’a varıncaya kadar herkes sahadaydı. Ama ağızlarındaki baklayı Mahir Ünal çıkardı sonunda: “HSYK seçimlerini 17-25 Aralık operasyonlarını yapanlar kazanırlarsa gayrimeşru sayarız.” Bunun aslında istiklal değil “Bilal’i kurtarma” savaşı olduğunu itiraf ediyordu.
Asıl tehlikeli olan ise hakim ve savcılara verilen seçimi kazanma endeksli rüşvetlerdi. Başbakanlıkta ağırlanan YBP üyelerine 1,155 lira seyyanen zam, sicil affı, sınavsız hukuk fakültesi imkanı ve polisler gibi silah alma hak ve kolaylığı gibi vaatler verildi. Düzenlemeler, seçim sonrasına bırakılarak rüşvet en rencide edici biçimde gösterildi.
Oylama sırasında sandıkları, kimin hangi adaya oy verdiğini anlayacak şekilde ayarladılar. YBP fişlemelerinin sağlamasını sandıklarla yaptılar. O listelerle bir gecede 3 bin hakim ve savcıyı hukuka aykırı biçimde tutukladılar. Son aşamayı Bekir Bozdağ ilk günden ilan etmişti: Anayasayı değiştirmek ve seçim yerine atama sistemine dönmek. “Allah’ın lütfu 15 Temmuz” bunu da sağladı. Mevcut bütün HSK üyelerini direkt ya da dolaylı olarak Erdoğan atadı. Anayasa Mahkemesi dahil bütün yüksek yargı mensupları kurşun askere dönüşmüş durumda. AİHM ve AYM kararları bile Erdoğan’dan müsaade gelmezse uygulanmıyor.
Her bir hakim ve savcı bir Bekir Bozdağ’a dönüştü.
“En zor iş, yani adalet bakanlığı görevi Bekir Bozdağ’a düşmüştü. Bağımsızlıkları anayasa ve uluslararası bağlayıcı metinlerle güvence altına alınan hakim ve savcıları görevden almak, sürmek, dosyalardan el çektirmek hiç kolay olmayacaktı.”
TR724 yazarlarından Bülent Korucu’nun analizi şöyle;
Her şey dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun [HSYK] denetlenmesi lazım” talimatıyla başladı. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının şokunu üzerinden atar atmaz, Bakanlar Kurulu’nu değiştirip kendine yakın isimlerden müteşekkil bir ‘savaş kabinesi’ kurdu Erdoğan. O gün göreve başlaması sebebiyle 25 Aralık Kabinesi olarak adlandırılan yeni hükümetin birinci ve tek önceliği vardı: Yolsuzluk dosyalarını kapatmak ve Erdoğan’ı kurtarmak.
İçişleri Bakanı koltuğuna oturan Efkan Ala’nın işi kolaydı zira polisleri görevden almak, sürgüne göndermek mümkündü. Nitekim kısa sürede önemli değişiklikler yaptı ve göreve gelen kadrolar ikinci dalga yolsuzluk operasyonlarına gitmeyerek direndi. Hukuken buna imkan yoktu ama artık kanunlar ve anayasa onları bağlamıyordu!
En zor iş, yani adalet bakanlığı görevi Bekir Bozdağ’a düşmüştü. Bağımsızlıkları anayasa ve uluslararası bağlayıcı metinlerle güvence altına alınan hakim ve savcıları görevden almak, sürmek, dosyalardan el çektirmek hiç kolay olmayacaktı. 2010 Anayasa Değişikliğiyle birlikte HSYK kendi kendini yöneten bir yapı haline gelmişti.
Böylesine zor bir görev için neden Bozdağ tercih edildi? Sadece küçük bir anekdot bu soruyu cevaplayabilir. Erdoğan, “Kızlı-erkekli öğrenci evlerine tedbir alınacak!” dediğinde Bülent Arınç hatta Yalçın Akdoğan bile karşı çıkarken Bozdağ, “Öğrenci evleri tedbiri yaşam tarzlarına müdahale değildir,” vecizesiyle safını belli etmişti. Talimata göre bir gün ak dediğine ertesi gün kapkara diyebilecek biriydi; yani yargıya tasmayı takacak en ideal isimdi. O da işe kendi savaş kabinesini kurarak ve HSYK üzerinde bir otorite olduğunu ilan ederek başladı.
HSYK bürokrasisinde yaptığı değişiklikler ve çıkarılan kanunun anayasaya aykırılığını herkes biliyordu. Hatta dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “Anayasaya aykırı ama Anayasa Mahkemesi baksın” diyerek göndermiş ve hukuksuz operasyon için zaman kazandırmıştı. Beklendiği üzere AYM yasayı iptal etti ama atı alan, hukuku çalan Üsküdar’ı geçmişti. AYM, yapılan hukuksuz işlemleri iptal etmeyerek aslında pasif destek çıkmıştı. Hakkını teslim edelim ‘akrabayı koruma kollama partisi’ işlevini de ihmal etmemiş, kardeşini bakanlık yüksek müşavirliğine getirmişti.
Bozdağ, HSYK’yı bloke etmeyi başardıktan sonra tamamen ele geçirme hedefi için kolları sıvadı. 2014 Ekim ayında yapılacak HSYK seçimleri, bakanlık bürokratlarının tek işi haline geldi. Başlarken, Yargıda Birlik Platformu (YBP) adıyla bir çatı örgüt kuruldu. Örgütün başkanlığını yürüten ve sonra Yargıtay üyeliği ile ödüllendirilen Ankara Cumhuriyet Savcısı Abbas Özden bakanlıkla içli dışlı hallerini inkar etmek bir yana matah bir şey gibi anlatıyordu. Şu cümlelerle teslimiyeti ilan ediyordu: “Bakanlık yargı bürokrasisi dışında değildir. HSYK sicil ve atama yapar, onun dışındaki her şey Bakanlık tarafından yapılır, maaşlarımızın ödenmesinden adliye düzenine kadar.”
16 bölgede bütün hakim ve savcıların katılması mecburi tutulan toplantılar düzenlendi. Birçoğuna bizzat Bakan Bozdağ katıldı. Sadece bakan da değil tüm üst düzey bürokrasi “Bu liste bizim” mesajını açıkça vererek resmen seçim kampanyası yaptı. Devletin bütün imkanları önlerine serildi, yemekler bile valilik bütçesinden ödendi. Yargı-Sen ve YARSAV üyeleri toplanacak salon bulamazken YBP, özel otobüsler, eskortlu konvoylar, lüks salonlarla motive oluyordu.
Bunlarla sınırlı kalsa iyi şantajlar ve rüşvetler de havada uçuşuyordu. Karşı grupların listesindeki adaylar cazip kariyer vaatleriyle ikna olmazsa “paralel” ilan edilmekle tehdit ediliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu da fiilen seçim çalışması yapıyor, bir gün havuç gösterip ertesi gün sopayla korkutuyordu. Mustafa Şentop’tan İlker Başbuğ’a varıncaya kadar herkes sahadaydı. Ama ağızlarındaki baklayı Mahir Ünal çıkardı sonunda: “HSYK seçimlerini 17-25 Aralık operasyonlarını yapanlar kazanırlarsa gayrimeşru sayarız.” Bunun aslında istiklal değil “Bilal’i kurtarma” savaşı olduğunu itiraf ediyordu.
Asıl tehlikeli olan ise hakim ve savcılara verilen seçimi kazanma endeksli rüşvetlerdi. Başbakanlıkta ağırlanan YBP üyelerine 1,155 lira seyyanen zam, sicil affı, sınavsız hukuk fakültesi imkanı ve polisler gibi silah alma hak ve kolaylığı gibi vaatler verildi. Düzenlemeler, seçim sonrasına bırakılarak rüşvet en rencide edici biçimde gösterildi.
Oylama sırasında sandıkları, kimin hangi adaya oy verdiğini anlayacak şekilde ayarladılar. YBP fişlemelerinin sağlamasını sandıklarla yaptılar. O listelerle bir gecede 3 bin hakim ve savcıyı hukuka aykırı biçimde tutukladılar. Son aşamayı Bekir Bozdağ ilk günden ilan etmişti: Anayasayı değiştirmek ve seçim yerine atama sistemine dönmek. “Allah’ın lütfu 15 Temmuz” bunu da sağladı. Mevcut bütün HSK üyelerini direkt ya da dolaylı olarak Erdoğan atadı. Anayasa Mahkemesi dahil bütün yüksek yargı mensupları kurşun askere dönüşmüş durumda. AİHM ve AYM kararları bile Erdoğan’dan müsaade gelmezse uygulanmıyor.
Her bir hakim ve savcı bir Bekir Bozdağ’a dönüştü.
“En zor iş, yani adalet bakanlığı görevi Bekir Bozdağ’a düşmüştü. Bağımsızlıkları anayasa ve uluslararası bağlayıcı metinlerle güvence altına alınan hakim ve savcıları görevden almak, sürmek, dosyalardan el çektirmek hiç kolay olmayacaktı.”
TR724 yazarlarından Bülent Korucu’nun analizi şöyle;
Her şey dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun [HSYK] denetlenmesi lazım” talimatıyla başladı. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarının şokunu üzerinden atar atmaz, Bakanlar Kurulu’nu değiştirip kendine yakın isimlerden müteşekkil bir ‘savaş kabinesi’ kurdu Erdoğan. O gün göreve başlaması sebebiyle 25 Aralık Kabinesi olarak adlandırılan yeni hükümetin birinci ve tek önceliği vardı: Yolsuzluk dosyalarını kapatmak ve Erdoğan’ı kurtarmak.
İçişleri Bakanı koltuğuna oturan Efkan Ala’nın işi kolaydı zira polisleri görevden almak, sürgüne göndermek mümkündü. Nitekim kısa sürede önemli değişiklikler yaptı ve göreve gelen kadrolar ikinci dalga yolsuzluk operasyonlarına gitmeyerek direndi. Hukuken buna imkan yoktu ama artık kanunlar ve anayasa onları bağlamıyordu!
En zor iş, yani adalet bakanlığı görevi Bekir Bozdağ’a düşmüştü. Bağımsızlıkları anayasa ve uluslararası bağlayıcı metinlerle güvence altına alınan hakim ve savcıları görevden almak, sürmek, dosyalardan el çektirmek hiç kolay olmayacaktı. 2010 Anayasa Değişikliğiyle birlikte HSYK kendi kendini yöneten bir yapı haline gelmişti.
Böylesine zor bir görev için neden Bozdağ tercih edildi? Sadece küçük bir anekdot bu soruyu cevaplayabilir. Erdoğan, “Kızlı-erkekli öğrenci evlerine tedbir alınacak!” dediğinde Bülent Arınç hatta Yalçın Akdoğan bile karşı çıkarken Bozdağ, “Öğrenci evleri tedbiri yaşam tarzlarına müdahale değildir,” vecizesiyle safını belli etmişti. Talimata göre bir gün ak dediğine ertesi gün kapkara diyebilecek biriydi; yani yargıya tasmayı takacak en ideal isimdi. O da işe kendi savaş kabinesini kurarak ve HSYK üzerinde bir otorite olduğunu ilan ederek başladı.
HSYK bürokrasisinde yaptığı değişiklikler ve çıkarılan kanunun anayasaya aykırılığını herkes biliyordu. Hatta dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “Anayasaya aykırı ama Anayasa Mahkemesi baksın” diyerek göndermiş ve hukuksuz operasyon için zaman kazandırmıştı. Beklendiği üzere AYM yasayı iptal etti ama atı alan, hukuku çalan Üsküdar’ı geçmişti. AYM, yapılan hukuksuz işlemleri iptal etmeyerek aslında pasif destek çıkmıştı. Hakkını teslim edelim ‘akrabayı koruma kollama partisi’ işlevini de ihmal etmemiş, kardeşini bakanlık yüksek müşavirliğine getirmişti.
Bozdağ, HSYK’yı bloke etmeyi başardıktan sonra tamamen ele geçirme hedefi için kolları sıvadı. 2014 Ekim ayında yapılacak HSYK seçimleri, bakanlık bürokratlarının tek işi haline geldi. Başlarken, Yargıda Birlik Platformu (YBP) adıyla bir çatı örgüt kuruldu. Örgütün başkanlığını yürüten ve sonra Yargıtay üyeliği ile ödüllendirilen Ankara Cumhuriyet Savcısı Abbas Özden bakanlıkla içli dışlı hallerini inkar etmek bir yana matah bir şey gibi anlatıyordu. Şu cümlelerle teslimiyeti ilan ediyordu: “Bakanlık yargı bürokrasisi dışında değildir. HSYK sicil ve atama yapar, onun dışındaki her şey Bakanlık tarafından yapılır, maaşlarımızın ödenmesinden adliye düzenine kadar.”
16 bölgede bütün hakim ve savcıların katılması mecburi tutulan toplantılar düzenlendi. Birçoğuna bizzat Bakan Bozdağ katıldı. Sadece bakan da değil tüm üst düzey bürokrasi “Bu liste bizim” mesajını açıkça vererek resmen seçim kampanyası yaptı. Devletin bütün imkanları önlerine serildi, yemekler bile valilik bütçesinden ödendi. Yargı-Sen ve YARSAV üyeleri toplanacak salon bulamazken YBP, özel otobüsler, eskortlu konvoylar, lüks salonlarla motive oluyordu.
Bunlarla sınırlı kalsa iyi şantajlar ve rüşvetler de havada uçuşuyordu. Karşı grupların listesindeki adaylar cazip kariyer vaatleriyle ikna olmazsa “paralel” ilan edilmekle tehdit ediliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu da fiilen seçim çalışması yapıyor, bir gün havuç gösterip ertesi gün sopayla korkutuyordu. Mustafa Şentop’tan İlker Başbuğ’a varıncaya kadar herkes sahadaydı. Ama ağızlarındaki baklayı Mahir Ünal çıkardı sonunda: “HSYK seçimlerini 17-25 Aralık operasyonlarını yapanlar kazanırlarsa gayrimeşru sayarız.” Bunun aslında istiklal değil “Bilal’i kurtarma” savaşı olduğunu itiraf ediyordu.
Asıl tehlikeli olan ise hakim ve savcılara verilen seçimi kazanma endeksli rüşvetlerdi. Başbakanlıkta ağırlanan YBP üyelerine 1,155 lira seyyanen zam, sicil affı, sınavsız hukuk fakültesi imkanı ve polisler gibi silah alma hak ve kolaylığı gibi vaatler verildi. Düzenlemeler, seçim sonrasına bırakılarak rüşvet en rencide edici biçimde gösterildi.
Oylama sırasında sandıkları, kimin hangi adaya oy verdiğini anlayacak şekilde ayarladılar. YBP fişlemelerinin sağlamasını sandıklarla yaptılar. O listelerle bir gecede 3 bin hakim ve savcıyı hukuka aykırı biçimde tutukladılar. Son aşamayı Bekir Bozdağ ilk günden ilan etmişti: Anayasayı değiştirmek ve seçim yerine atama sistemine dönmek. “Allah’ın lütfu 15 Temmuz” bunu da sağladı. Mevcut bütün HSK üyelerini direkt ya da dolaylı olarak Erdoğan atadı. Anayasa Mahkemesi dahil bütün yüksek yargı mensupları kurşun askere dönüşmüş durumda. AİHM ve AYM kararları bile Erdoğan’dan müsaade gelmezse uygulanmıyor.
Her bir hakim ve savcı bir Bekir Bozdağ’a dönüştü.