Analiz / Doç. Dr. Osman TEK
Biliyor musun, bazı şarkılar vardır, yıllarca dinlersin ama bir gün öyle bir ruh haliyle yakalar ki seni, bambaşka bir anlam kazanır. İşte ben de öyle bir akşam, arabayla giderken radyoda bir şarkıya takıldım:
“Hoş geldin bebek, yaşama sırası sende…”
Ne güzel bir hoş geldin değil mi? Ama bir sonraki satırda tokat gibi bir gerçek yüzüme çarptı:
“Senin yolunu gözlüyor; kuşpalazı, boğmaca, ince hastalık, işsizlik, açlık…”
Düşünsene, bebek daha yeni doğmuş, göbek kordonu bile kesilmemiş ama onu bekleyenler sevgi dolu bir anne-baba, yumuşacık battaniyeler ya da oyuncaklar değil. Onu bekleyenler, hayatın sert gerçekleri:
Hastalıklar, işsizlik, açlık, dert üstüne dert…
Şimdi bir düşünelim: Yeni doğan bir bebeğe nasıl bir dünya sunuyoruz? Onu sıcacık bir beşikle mi karşılıyoruz, yoksa “Buyur bakalım, burası sorunlarla dolu bir dünya ama çözmek senin işin” mi diyoruz?
İşte Nazım Hikmet’in bu dizeleri beni tam da burada vurdu. O, bebeği pembe hayallere boğmuyor, onu gerçeklerle tanıştırıyor. Masallar anlatmıyor, ona boş umutlar vermiyor, pembe bulutlarla avutmaya çalışmıyor. Diyor ki:
“Sıra sende!”
Biz çalıştık, çabaladık ama bu dünyayı daha iyi bir yer yapmayı başaramadık. Sana karşı mahçubuz, hatta utanç içindeyiz. Ama geldiğimiz noktada sorunları çözme sırası sende.
Biz Hangi Şarkıyı Söylüyoruz?
Şimdi bir de bizim mahalleye bakalım…
Bizim dinlediğimiz şarkılar biraz farklı:
“Şeyhimi göremedim, yoluna ölemedim…”
Ya da,
“Sen gittin, ümmetin çaresiz kaldı, mazlumlar boynu bükük garip kaldı… Nerdesin?”
Evet, bu ilahiler, içimize derin bir manevi huzur veriyor. Ama peki ya hayatın gerçek sorunları? Hz. Peygamber (sav), yolda insanlara eziyet veren bir taşı kaldırmayı bile ibadet sayıyordu. Ama biz, o taşları görmek istemiyoruz!
Hatta bir adım öteye gidip, Peygamberimiz gelsin ve sorunlarımızı o çözsün istiyoruz.
Ne kadar daha bu rüyada yaşamaya devam edeceğiz? Hz. Peygamber (sav), insanların O’na (sav) methiyeler düzmeleri için değil, problemleri çözmeleri için gönderildi. Ama biz O’nu (sav) anlatırken sanki sadece manevi bir figürmüş gibi davranıyoruz. Oysa O (sav), adaletin yolunu gösteren bir önderdi!
Batı Niye Koşuyor, Biz Niye Duruyoruz?
Hiç düşündün mü, neden insanlar Batı’dan gelen her şeye hücum ediyor? Neden beyin göçü hep Doğu’dan Batı’ya doğru oluyor da tersi olmuyor?
Çünkü Batı, çocuklarını hayatın sorunlarıyla yüzleştiriyor.
Onları, çözüm üretmeye teşvik ediyor.
Ve bu sistemin içinden çıkan çocuklar, dünya çapında hayranlık uyandıran projeler üretiyorlar.
Biz ise, çocuklarımızı koruma içgüdüsüyle hayal aleminde yaşatıyoruz.
“Aman üzülmesin.”
“Aman yorulmasın.”
“Aman dertsiz tasasız büyüsün.”
Sonra onlara diyoruz ki, “Hadi bakalım, Batı’nın zorluklarla mücadele etmeyi öğrenmiş çocuklarıyla yarışın!”
Gerçekten de artık bu çağrıyı ciddiye almamız gerekiyor.
Çocuklarımızı sorunlardan uzaklaştırarak değil, onlarla yüzleşmeyi öğreterek büyütmeliyiz. Ancak o zaman “yaşama sırası” gerçekten onların olabilir.
Artık çocuklarımızı “Dünyayı bir gün kurtaracak kahraman gelecek” masallarıyla büyütmeyi bırakmalıyız.
Onlara “Kahramanı bekleme, kahraman sen ol!” diyerek cesaret vermeliyiz.
Ancak o zaman, gelecek nesiller yaşama sırasını gerçekten devralabilir.