Analiz / Doç. Dr. Osman Tek
Din, insanlık tarihinde ahlaki ve manevi değerlerin şekillenmesinde temel bir rehber olmuş, bireylerin vicdanını ve toplumsal bağlarını güçlendirmiştir. Ancak bu öz, tarih boyunca dincilik adı verilen bir tehdidin pençesine düşerek çıkarcılığın aracı haline gelmiştir. Mustafa Öztürk’ün entelektüel ve kişisel yolculuğu, dincilik olgusunun bir birey ve toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini gözler önüne seren ibretlik bir hikâyedir. Öztürk’ün hayatı ve fikirleri, dinciliğin bireylerin maneviyatını nasıl yok ettiğini ve dini araçsallaştırmanın doğurduğu sonuçları anlamak için üç dönemde değerlendirilebilir.
1. İçe Dönük Sessizlik Dönemi: Fikirlerin Filizlenişi
Mustafa Öztürk’ün akademik kariyerinin bu ilk dönemi, onun din üzerine eleştirel ve yenilikçi fikirlerini sessizlik içinde geliştirdiği bir evredir. Öztürk, Kur’an’a ilişkin tartışmalı bir yaklaşımı savunuyordu: Ona göre, Kur’an’ın lafzi boyutu ilahi değil, Peygamber’in vahyi Arapça ifade ettiği şekliyle insani bir yapı taşımaktaydı. Bu görüş, Kur’an’ın tarihsel bir bağlamda ele alınması gerektiğini ve ilahi mesajın yorumlanabilir olduğunu savunuyordu.
Ancak bu düşünceler, geleneksel İslam anlayışını sorgulaması nedeniyle dinci çevrelerin öfkesini çekecekti. Yine de bu dönemde Öztürk, fikirlerini dar bir akademik çerçeve ile sınırlı tutmayı, geniş kitlelere açılmaktan kaçınmayı tercih etti. Bu süreç, onun entelektüel bağımsızlık arayışını şekillendirirken, ileride karşılaşacağı zorlukların temellerini de attı.
2. Dışa Dönük Seslilik Dönemi: İktidarın Himayesi ve Tartışmaların Büyümesi
Öztürk’ün ikinci dönemi, fikirlerini geniş kitlelerle paylaşmaya başladığı ve aynı zamanda güncel siyasete angaje olduğu bir süreçtir. Bu evre iki boyutta incelenebilir:
A) İktidara Yakınlık ve Konjonktürel Uyumluluk
15 Temmuz sonrasında Öztürk, siyasi iktidara yakın durarak söylemlerini konjonktürel bir zemine oturttu. Televizyon ekranlarında sıkça görülen Öztürk, Alamut Kalesi, İsmaililik ve İslam tarihinin diğer hassas meselelerini kullanarak güncel siyasi gündeme destek verdi. Bu süreçte Öztürk, yalnızca kendi akademik duruşunu değil, İslam’ın bağımsız düşünce ve hoşgörü mirasını da siyasi otoritelerin pragmatik çıkarlarına hizmet eder hale getirdi.
Bu tutum, savunma hakkı bile tanınmayan KHK mağduru yüzbinlerce insanın hayatını etkileyen trajik olayların entelektüel altyapısını oluşturma suçlamalarına zemin hazırladı. İşinden ve aşından edilen, baskıya ve zulme uğrayan binlerce kişi, Öztürk’ün bu dönemde üstlendiği rolün dolaylı mağdurları arasında sayıldı. İktidarın koltuğuna oturan ve iktidarın çıkarları uğruna şımartılan Öztürk Hoca, henüz 15 Temmuz’un tozu kalkmadan, adil yargılamaların sonuçlarını görmeden yüz binlerce insanın kaderi üzerinde sorumsuzca tepindi.
B) Özgün Görüşlerin Açıklanması ve Toplumun Tepkisi
İktidarın gücünü arkasına aldığı zannıyla bu dönemde Öztürk, Kur’an hakkındaki özgün görüşlerini daha açık bir şekilde ifade etmeye başladı. “Kur’an’ın lafzının ilahi değil, Peygamber’in diliyle ifade edilmiş bir form olduğunu” dile getirdiğinde, bu görüşler hem belli dinci çevreler hem de destekçileri arasında büyük bir infial yarattı. Kendisine yönelen eleştiriler giderek organize bir linç kampanyasına dönüştü. Ancak en büyük darbe, sırtını dayadığı iktidarın desteğini çekmesiyle geldi. AKP için din, iktidarı pekiştirmenin bir aracı olduğundan, Öztürk Hoca akademik olarak nitelikli olsa da (ki bu da tartışılır) nicelik olarak kocamam bir sıfırdı. Her daim sandık hesabı yapan iktidar niteliksiz çoğunluğu memnun etmek için Öztürk Hoca’yı hızla giden arabadan aşağı attı. Yara bere içinde kalan Hoca, “eden bulur” hakikati ile yüz yüze geldi ve bir üst aşamaya geçti.
3. Muhalefet ve Öfkenin Dönemi: Tarafsızlık Beklentisi ve Panenteizm İtirafı
İkinci dönemde Öztürk, uğruna akademik tarafsızlığını feda ettiği iktidarın, dini çıkarlar uğruna kendisini ötekileştirmesine tanık oldu. Dindar sandığı bu iktidarın aslında “dinci bir yüz” taşıdığını, ülkeden kaçmak zorunda kalınca anladı. Oysa laik bir devletin, düşünce özgürlüğüne saygı göstererek bu tür tartışmalarda tarafsız kalması gerekirdi. Gerçi bu süreçte laiklik, Hoca açısından çok da önemli bir kavram değildi. Ancak siyasi otorite, dini düşünce özgürlüğünü bir kenara iterek Öztürk’ü yalnızca susturmakla kalmadı, aynı zamanda dini bir linçin öznesi haline getirdi.
Bu süreçte Öztürk, entelektüel birikimden ziyade öfke dolu bir retorikle konuşmaya başladı. Gelinen noktada, “Panenteist” olduğunu açıklayarak hem Kur’an’la hem de Hz. Peygamber ile arasını ayırdığını ilan etti. Bu, sadece bir kişinin dini görüşlerindeki değişim değil, aynı zamanda dinciliğin bir ilahiyatçıyı dininden etme noktasına getiren yıkıcı gücünün bir tezahürüydü. Öztürk, bu süreçte İslam’ın düşünce özgürlüğüne dayalı zengin geleneğinden koparıldığını ve bir ideolojik araca dönüştürüldüğünü görmüş oldu.
Dincilik, Din ve İnsan Arasındaki Bağı Koparıyor
Mustafa Öztürk’ün hayat hikâyesi, dinciliğin dinin özüne verdiği zararı gözler önüne seren bir vakadır. Dincilik, sadece bireyleri değil, dini değerlerin kendisini de tahrip etmektedir. Dini, bireylerin vicdanından kopararak siyasi ve ideolojik çıkarların emrine veren iktidarın bu dinci yaklaşımı, sadece dini değil, düşünce özgürlüğünü ve toplumsal barışı da tehdit etmektedir.
Öztürk’ün Panenteizm’e yönelmesi, bu yıkımın kişisel bir ifadesidir. Dinciliğin baskısı altında, dinin evrensel ahlaki değerlerinden uzaklaşan bir bireyin hikâyesi, aynı zamanda bir uyarıdır: Eğer din, siyasi çıkarlar uğruna araçsallaştırılmaya devam ederse, hem bireyler hem de toplum, bu yozlaşmanın bedelini ağır şekilde ödeyecektir.
Din, en nihayetinde adalet, hoşgörü ve hakikatin bir sembolüdür. Onu araçsallaştırmak, insanlığın bu değerlerden kopmasına neden olur. Mustafa Öztürk’ün yaşadığı deneyim, bu gerçeği acı bir şekilde hatırlatmaktadır.