Analiz / Doç. Dr. Osman Tek
Diktatörlerin dünyayla kurdukları ilişki, şizofrenik bir kopuşun örneğidir. Gerçeklikten uzaklaşan zihinleri, ülkelerini kendilerine ait bir mülk olarak görmelerine ve ölümsüzlük vehmine kapılmalarına yol açar. Bu yanılsama, onları yalnızca birer zalime değil, kendi faniliklerini unutan trajik figürlere dönüştürür.
İnsan, fıtratı gereği akıl ve vehim kuvvetleri arasında bir denge arayışındadır. Akıl, dünyadaki varlığının geçici olduğunu hatırlatır; vehim ise bu dünyada kalıcı işler yapma motivasyonunu verir. Ancak bu iki kuvvet arasındaki denge bozulduğunda, insan hakikati kaybeder. Diktatörler için bu kayıp, daha büyük ve yıkıcı olur. Hakikati görmeyi sağlayan akıl yerine, vehmin körleştirdiği bir güç arzusu devreye girer. Bu da onları “hiç ölmeyecekmiş” gibi bir yanılsamaya hapseder.
Oysa insan, kâinatın küçük bir numunesidir. İnsanın mahiyeti ne kadar geniş ve derinse, onun zalimleştiği anlarda vereceği zarar da o kadar büyüktür. Kendi ruhsal mahiyetini unutan diktatörler, yalnızca maddi alemde var olmayı seçerler. İnsanlığın metafizik ve manevi boyutunu göz ardı eder, “sanki dünyada ebedi kalacakmış” gibi davranırlar. Bu ebedilik vehmi, onları zulme ve baskıya sürükler.
Diktatörler şunu unuturlar: Kâinatın sırları, insana küçük ama okunaklı bir şekilde yazılmıştır. Hakikat, dünyada güç sahibi olmanın değil, hak ile var olmanın üzerine kuruludur. İnsan aklı, bu dünyanın geçiciliğini idrak ederken, diktatörler bu idrakten yoksun kalır. Gerçeklikten koparak halkını ve kendini bir yanılsamaya mahkum ederler. Şizofrenik bir zihnin eseridir bu: Hem halkın hem de kendi hakikatinden kopan bir insan.
Ancak hakikat, eninde sonunda galip gelir. Tarih, diktatörlerin ölümsüzlük iddiasını her defasında çürütmüştür. Kendi kurdukları sistemin içinde kaybolmuşlardır. Dünya edebiyatı bu konuda ders niteliğinde örnekler sunar. Dostoyevski’nin dediği gibi, “Güç, her zaman zayıf insanın sarıldığı bir bahanedir. Gerçek güç, hakikati kabul edebilme cesaretindedir.”
Diktatörlerin en büyük yanılgısı, sahip oldukları toprakların kendilerine ait olduğunu ve gücün sonsuza dek süreceğini düşünmeleridir. Oysa toprak, her insanı içine alacak kadar adil ve suskundur. İnsan bedeniyle fizik âleme ait, ruhuyla ise metafizik bir yolcudur. Bu yolculuğu unutanlar, hem dünyalarını hem de ahiretlerini kaybederler.
Hakikat, bir gün her yanılsamayı yıkar. Bu şizofrenik ilişki ne kadar güçlü görünse de, insan fıtratında yazılı olan adalet ve hak arayışı, zulmü er ya da geç sona erdirir. Çünkü dünyaya, kendisini ebedi zannedenler değil, faniliği idrak edenler mirasçıdır.